Fadıl Öztürk
Hiçbir şey bizimle başlayıp bizimle bitmiyor
Üzülüyorsak, seviniyorsak, ağlıyorsak, sinirleniyorsak, bazen kızıp bir bıçak gibi sokağa fırlıyorsak bu durum bizimle başlayan ve bizimle bitecek bir durum değildir. Bize miras bırakılmış gibi bir geçmişi, bizimle taşınacak bir geleceği var duygularımızın. Hiçbir şey bizimle başlayıp, bizimle bitmiyor. Her bir şey olmadık anda bize uğrayıp bizden bir renk, bizden bir koku, bizden bir hüzün alarak, tıpkı canlı bir organizma gibi kendini üzerimizden yenileyerek geleceğe taşıyor. Kürtçe bir şarkı gelip yakama yapıştığında nenemin gözyaşlarını dökmem bundandır...
Sanki bütün bir geçmiş süt limanmış gibi, vuran onlar vurulan biz değilmişiz gibi, kıran onlar kırılan biz değilmişiz gibi, sürgüne yollayan onlar sürgün edilen biz değilmişiz gibi şiddetin her türlüsünü kullanan kendilerini masum, her türlü şiddetlerine maruz bırakılan bizleri suçlu kılıyorlar. Tarihten devraldığımız bir adımız, ninnileriyle büyüdüğümüz bir dilimiz yokmuş gibi yaşadığımız yurda hala Doğu ve Güneydoğu diyorlar. Bırakın o topraklar üstünde yaşayanları, o toprakları oluşturan dağları, nehir ve ovalarını yok sayıyorlar. Dünden devralınmış bir inkârı olduğu gibi çocuklarımıza miras bırakmamızı istiyorlar. 70'li yıllarda kendimizi savunmak gelip kapımıza oturduğunda; aşiret kavgasında babasını, Hasan Kale'de amcasını yitirmiş dedemin hiç olmayan silahını taşımam bundandı...
Bugün yarı tarafımız öldürülmüş, yarı tarafımız içeri atılmış, yarı tarafımız dağlara, yarı tarafımız toprağından koparılarak metropollere sürülmüş halde yaşıyoruz. Yaşadığımız yerlerde devlet şiddet ekip şiddet biçtikçe; biz yaşamak adına, çocuklarımıza şiddetten uzak bir gelecek kurmak için dört bir yana göçerek 'Türkiyeli' olmak durumunda kaldık. Bir ulusu diğer ulusun karşısına dikmeden, bir inancı diğer tüm inançlara silah gibi çekmeden, hiç ayrım yapmadan hep beraber kavgasız yaşayalım diyen bir partinin genel başkanından, belediye başkanlarına, il ve ilçe yöneticilerinden üyelerine varıncaya kadar binlercesi içeri atıyorlarsa, devlet sorunların taşınması için dünden yarına tren rayları döşüyor demektir. Bir yanımızın Edirne hapishanesinde yatıyor olması da bundandır...
Duymayarak, görmeyerek, benim derdim demeyerek, içinde yaşadığımız hayat bizim değilmiş gibi her şeyi erteleyerek yaşıyoruz. Sevdiklerimiz bir elin parmakları kadar az, nefret ettiklerimiz ülkeden taşacak kadar çok. Öfke kapımızı kırarak giriyor evlerimizden içeriye. Nefret başına buyruk, kan görmeden yatışmıyor. Umutlarımızı yiyerek bir günü diğerine bağlıyoruz. Evden işe, işten eve cam kırıkları üstünde çıplak ayakla yürüyoruz sanki. Adımız üstümüzden alınmış, filmin bir sahnesinde öldürülen, diğer sahnesinde kostüm değiştirerek bir başka ölüme yetişmeye çalışan figüranlar gibiyiz. Her filmde ölenlerin arasında olmamız bundan...
Hapishane görmüş devrimci, dünyayı yorumlayacak kadar aklı fikri olan sosyalist, kentte kendi içine sıkışmış küçük burjuva, hatta ihtiyaca göre demokrat veya aydın olabiliriz. Kendimizi iyi hissetmemiz için birbirimizi oportünistlikle, revizyonist ve hatta milliyetçilikle suçlamamız da mümkündür. Bütün bu yeti ve tecrübelerimize rağmen bizi zulme karşı ortak tavra sevk edecek vicdanımızı hep dışarıda bırakıyoruz. Kedi ve köpekler için sokaklara su ve yiyecek bırakacak kadar güncel duyarlılıklara sahip olanlar olarak, bu ülkede hala tek uluslu, tek dinli, tek dilli yaşamakta gizli ya da açık ısrar ediyoruz, el insaf!.. 'Onları da bir devrimle kurtaracağız' dediğimiz ama bir türlü kurtaramadıklarımız bırakın da kendi imkânlarıyla kendilerini kurtarmaya çalışsınlar. Biraz tahammül!..
Elbet dünyanın son mevsimini, son ayını, son gününü yaşamıyoruz. Bir seçimin arifesindeyiz, bir sevinci giyinip sokağa fırlayacağız elbet. Zamanı geriye almak mümkün değil. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Kırılan bir dalın yeniden sürgün vermesi gibi, içinde çocukların kalkıp yürüdükleri, dillerini sözcük sözcük söktükleri bir şeyler kalacak bugünden yarına. Bütün kötü şeylerin hüküm sürdüğü bu zamanda tasarladığımız güzelliklerin gelip biz bulması o kadar zor değil. Kuşların yuva kurduğu bir ağacın dalı gibi burada öylece durmam bundandır...