Koray Düzgören
Denge politikası mı? Teslimiyet mi?
Tribünlere yönelik hamaset, milliyetçilik, efelenme, atıp tutma yarışına tanık olduk. Görünen gerçek şu: Türkiye, Kürt paranoyası yüzünden oyun kuruculuğu hayallerini çoktan bir yana bıraktı ve iki büyük gücün oyuncağı haline geldi.
Koray Düzgören
Tek adamın iki dudağı arasından çıkan ve adına dış politika denilen saplantıların ve saçmalıkların yerlerde süründüğü günleri yaşıyoruz.
Onlar, bu yerlerde sürünme durumuna ‘denge’ politikası diyorlar.
İşin aslı teslimiyet. Tabii mesleki terbiyem izin vermiyor yazmaya, bunun halk dilinde başka bir söylemi var.
Hiç uzağa gitmeyelim. Bir Rus savaş uçağının Suriye sınırında düşürülüşünün üzerinden henüz14 ay geçti. Türkiye altı buçuk ay önce de bu olay nedeniyle Rusya’dan özür diledi.
Bu özür sürecine kadar Türkiye’yi yönetenlerin, Cumhurbaşkanından başbakanına, dışişleri bakanından yandaş medya kalemlerine, TV yorumcularına kadar neler yazıp söylediklerini tekrarlamaya gerek yok.
Tribünlere yönelik hamaset, milliyetçilik, efelenme, atıp tutma yarışına tanık olduk.
Sonra keskin bir dönüşle Rusya’ya ve tabii Putin’e biat edildi. Bu ‘yeni dönem’, yukarıda belirttiğim yerlerde sürünme ve teslimiyet politikalarının da zirve yaptığı süreci başlattı.
Bütün devlet kurumları ve görevlilerle birlikte neredeyse medyanın tamamı da anında dönüverdi.
Değişimin gerekçeleri malum. Genel olarak dış politikanın ama özelde de Suriye politikasının iflas etmesi ve Türkiye’nin hem bölgede hem de dünyada tecrit edilmesi. Bunu, can havliye Rusya’nın, -affedersiniz kucağına oturarak- (İstemediğim halde bu kelimeyi kullandım, okurlarımdan özür dilerim) Putin’in himayesine girmesi izledi.
Tabii durumun sakilliği ve sefaleti karşısında iktidarın kalemleri ve yorumcuları çeşitli kıvırma teorilerine yönelmekte gecikmediler. Adına da ‘denge politikası’ demeye başladılar. Öyle ya, Ulu Abdülhamid Han da böyle bir denge politikası uyguladığını zannediyordu. Büyük devletleri birbirine düşürerek iktidarını sürdürebileceğini sanıyordu. Gerçi uzun bir süre bu sayede iktidarda kalmayı başardı ama imparatorluğun da iyice küçülmesini sağladı.
Son olarak önceki gün, bir Rus savaş uçağı, Suriye’nın kuzeyinde neredeyse 6 aydır ağır kayıplara rağmen bir türlü ele geçirilemeyen Bab’da Türk silahlı kuvvetleri mevzilerini bombaladı. Rusya özür bile dilemeden suçun Türk Silahlı Kuvvetleri’nde olduğunu açıkladı. Türkiye ise boynunu bükerek bu suçlamayı kabullendi. Devletin tepesindeki yetkililer, "Savaşlarda olur böyle kazalar " diyerek neredeyse bir kez daha Rusya’dan özür dilediler.
Ölenler onlara göre şehitti ve dava uğruna böyle kayıpların olması normaldi. Yiten hayatlar, ailelerin feryatları duymazdan gelindi.
Medya olmaktan çıkıp efendilerinin propaganda aygıtlarına dönüşmüş olan gazete ve TV’lerden yine ‘çıt’ çıkmadı. Bu olay da ‘Denge politikaları’na dahil mi, bunu bile konuşamadılar.
Oysa, hem ölenlerin neden öldüğünü sormak hem de Rusya’nın bu saldırı ile Türkiye’ye ne gibi mesajlar vermiş olabileceğini tartışmak gazetecilik görevi…
Bunu tartışabilmek için önce son günlerin önemli gelişmelerine gözatmak gerekiyor.
Başta ‘tek adam’ olmak üzere ülkeyi yönetenler, Trump’ın seçilme ihtimali iyice ortaya çıktığından bu yana sus pus. Trump hakkında olumsuz tek bir söz bile edilmiyor.
Trump Müslümanlar hakkında atıp tutuyor, hepsini terörist ilan ediyor, 7 Müslüman ülkenin vatandaşına ABD’ye giriş yasağı koyuyor. Her fırsatta Müslümanlık edebiyatı yapanlardan çıt yok. Üstelik Trump, birçok ülkenin devlet başkanını telefonla arasa da Erdoğan’a sıra ancak 18 gün sonra gelebildi.
O, 15 Temmuz darbesinden dolayı ABD’yi suçlayan, "darbeyi CIA düzenledi" diyen ve bu konuda desteksiz atıp tutan bakanlar, parti sözcüleri vb. ağızlarını kapadılar. Kalemlerinden kan damlayan yüksek maaşlı yazarlar, kalemlerini kınlarına soktular. "Bütün olumsuzlukların sorumlusu Obama idi, Trump’la işler yoluna girebilir" demeye başladılar.
Niyet belliydi. Suriye’de Kürtlerin önünü kesmek için tek şansları Trump’ı ikna etmekti. O nedenle çenelerini kapatıp ABD hakkında söylediklerini, Trump’ın yaptıklarını da yuttular.
Trump ilk telefon konuşmasında onlara gizli örgüt başkanını yollayacağını söyledi. "O size bizim ne düşündüğümüzü aktaracak" dedi. Trump’ın gönderdiği CIA Başkanı daha düne kadar Türkiye’yi "İslami diktatörlük" diye tanımlıyordu.
Dünyanın demokratik her ülkesinde gizli servis yöneticileri gittikleri ülkede kendi mevkidaşlarıyla görüşür. Bizde ise önce Cumhurbaşkanı ile görüştü. Trump’ın beklentilerini ve planlarını Erdoğan’a iletti. Sonraki görüşmeler formalite icabı yapıldı.
Bu arada CIA Başkanı’nın Ankara’ya gelişi ile bir Rus jetinin Bab’daki Türk mevzilerini bombalamasının aynı zamana denk geldiğini de belirtelim.
Bu bir rastlantı mı? Hiç de öyle görünmüyor. Türkiye, Amerika’nın ilgisini çekebilmek için oynadığı oyunun bedelini gençlerin canıyla ödüyor. Bab’daki saldırının ardından Türkiye’nin korku içinde yaptığı açıklamalar, Rusya’nın Türkiye ile oynadığı Ortadoğu’daki hakimiyet oyununu kolay kolay bırakmak niyetinde olmadığını ortaya koyuyor.
Ankara’nın "Abim geldi, ben artık onunla oynayacağım" tavrı, Türkiye’yi yeni bir çıkmaza sürüklüyor. Görünen gerçek şu: Türkiye, Kürt paranoyası yüzünden oyun kuruculuğu hayallerini çoktan bir yana bıraktı ve iki büyük gücün oyuncağı haline geldi.