Eser Karakaş
Derecelendirme kuruluşları çete mi?
Geçtiğimiz hafta Türkiye’de dünyanın başka bir ülkesinde pek göremeyeceğiniz bir tartışma yaşandı.
Konu rating yani derecelendirme kuruluşlarının Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından çete olarak ilan edilmesi.
Söz konusu derecelendirme kuruluşları Fitch, Moody’s ve Standard and Poor’s.
Bu üç şirket global piyasalarda sözü en çok geçen, en güvenilir şirketler.
Türkiye’de ise, özellikle ekonominin kötü yönetildiği dönemlerde, hükümetler bu derecelendirme kuruluşlarından pek hoşlanmıyorlar çünkü işler zaten kötü giderken not düşürme meselesi sermaye çıkışlarına ya da en azından yeni girişlerin durmasına ya da azalmasına neden olabiliyor, bu kez de işler derecelendirme öncesine oranla daha da kötü gitmeye başlıyorlar.
Türkiye yönetimlerinin bu şirketlerden pek hoşlanmamalarını anlıyorum ama ortada başka ve çok önemli bir sorun mevcut.
Somut örnek olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı alalım, benim kanım, Erdoğan’ın bu şirketlerin yapısı ve niteliği konusunda çevresi, danışmanları tarafından iyi de demeyeceğim, hiç bilgilendirilmemiş olması.
Cumhurbaşkanının yakın çevresindeki danışmanlar da mevzuyu biliyorlar mı, bilemiyorum ama, bilseler dahi, konunun niteliğini Erdoğan’a açık açık söylemekten çekineceklerini sanıyorum.
Türkiye’deki iktidara yakın çevreler, Cumhurbaşkanlığı Saray’ı da dahil, bu derecelendirme kuruluşlarının Türkiye ekonomisinin bütünü, genel performansı üzerine değerlendirme yaptıklarını düşünüyorlar.
Ama durum hiç de böyle değil.
Söz konusu derecelendirme şirketlerinin hissedarları var, müşterileri var ve bunların yaklaşık tümü global yatırımcılar.
Bu küresel yatırımcılar da, mesela Türkiye ekonomisinde, istihdam meseleleri ile, kamu maliyesi dengeleri ile hatta büyüme ile doğrudan ilgilenmiyorlar.
Hatta, bir adım daha ileri gidebilirim, yüksek büyüme oranları derecelendirme şirketlerinin her yerde değil ama Türkiye’de pek sıcak bakmadığı bir konu, çünkü büyüme cari açık yaratıyor bizde.
Bu şirketlerin temel meselesi global yatırımcının mesela sene başında Türkiye’ye soktuğu kaynağın getirisinin yüksek olması; bu getirinin düşmesine hatta bazen de negatif olmasına neden olabilecek iktisadi, hukuki, siyasi gelişmeler bu şirketlerin tüylerini diken diken ediyor, uyarılarını yapıyorlar, ürettikleri derecelendirme ile de yine global yatırımcılara "buraya gelin ya da gelmeyin" diyorlar.
Global yatırımcı sene başında yüz dolar para getiriyor, TL’ye çevriliyor bu para, bir alanda, mesela kamu kağıtları, borsa, vs. değerlendiriliyor, sene sonunda da anapara ve faiz alınıyor, o günkü cari dolar kurundan dolara çevriliyor ve çıkılıyor, sonra yeniden geliniyor, gelinmiyor ya da belki hiç çıkılmıyor.
Bu süreçte kurlar üzerinde baskı oluşturacak makro gelişmeler yaşanıyorsa TL dolara çevrilirken global yatırımcının getirisi düşüyor, hatta bu seneki örnekte muhtemelen ciddi bir biçimde negatife dönüşüyor.
Bu açıdan bakarsanız, bu şirketleri, hissedarlarını ilgilendiren en önemli konu cari açığın düzeyi, çünkü yüksek cari açık demek, doğrudan yabancı sermaye girişi de durmuşsa, kur baskısı demek.
Global yatırımcının cari açık, terkipleri ve biraz da faizler dışında başka konularla çok dolaylı ilgileniyorlar; işsizlik artmış, azalmış onlar için uzun vadede bir sağlık sinyali mutlaka ama yatırım kararlarında belirleyici olmuyor.
Kamu maliyesi, bütçe açıkları bile artık eskisi kadar ilgilendirmiyor onları çünkü faizlerin temel belirleyicisi dışa açık ekonomilerde sermaye hareketleri, bütçe açığının faizler üzerindeki baskısı ikincil; görüldüğü gibi bütçe açığı aslında kısa vadede de ilgilendirmiyor onları.
Erdoğan ise, bu şirketler Türkiye’nin notunu düşürdüklerinde, bunu son dönemde cari açık baskısı nedeni ile yapıyorlar, "İşsizliğimiz azalıyor, kamu maliyesi dengeleri çok iyi, büyüme yüksek, notumuzu düşüren şirketler çete" diyerek bu şirketlerin temel kaygısını anlamadığını gösteriyor.
Yukarıda cümlede, mealen Erdoğan’ın açıklamasından alıyorum, aslında dile getirilen üç konu da bu şirketlerin çok bayılmadığı gelişmeler çünkü büyüme yüksek ise (işsizlik azalıyor) cari açık baskısı yapısal olarak artıyor bizde; kamu maliyesi dengelerinin de iyi olması faiz baskısını biraz azaltıyor, oysa yatırımcı iki şey istiyor aslında: Yüksek faiz, değerlenen TL.
Erdoğan’ın danışmanlarının bu derecelendirme şirketleri meselesini iyi anlamaları ve anlatmaları gerekiyor.
Bir ihtimal daha var, bu ihtimal de Erdoğan’ın bu konuyu biliyor olması ama milli ve yerli çerçevede bu şirketlerle de, siyasi getirisi için, didişmek istiyor.
Derecelendirme kuruluşları çete falan değiller, işlerini yapıyorlar ama bizim yönetim bu işin tanımını çok iyi bilmiyor galiba.
Bu şirketler IMF, Dünya Bankası, OECD gibi ülke ekonomik raporları hazırlamıyorlar; yaptıkları, hissedarlarına onları ilgilendiren konularda yol göstermek sadece.