Fadıl Öztürk
Dersim'de kış
Dünyanın her yıl, üç ay sınavına girdiği, mevsimlerin en zalimidir kış. Taş uyur, gül susar, ağaç damarlarındaki suyla idare etmek için döker yapraklarını. Toprak elini ayağını çeker hayattan.
Saysan sayılacak gündür, üç ay. Sövsen sesin dolanıp seni bulacak mesafededir. Saat saat geçer, gün gün, ay ay geçen canlıların hayatına atılmış pusu gibidir kış. Yoksulların bir türlü kaçamadığı, kapılarını örtseler bile, bacalarından evlerine giren ve onların iliklerine işleyen soğuktur kış. En çok onlar çekerler güneşli günlerin hasretini.
Dersim insanının bitmez tükenmez mücadelesi kıştan çıkıp, bahara erişmek mücadelesidir de kimse görmez. Kış devletten acımazsızdır, ama hilesi hurdası yoktur kışın. Geleceğini bir mevsim önceden haber verir. Pusu atmaz kış, geleceğim der ve gelir, geldiği gibi de yerini bahar gibi cıvıl cıvıl bir mevsime bırakarak gider.
Kış hariç geri kalan üç mevsimi kıştan bahara çıkarmak için harcar Dersimliler. Üç aylık kışı aç geçirmemek için, baharda eker, yazın biçer, güzün buğdayını değirmene götürür un eder, dövme eder. Dut silkeler, sıkar, kazanlar kurarak kaynatır, pekmez yaparlar. Bağı varsa üzümünü teveklerden toplar, bir kısmını kış için şıra, bir kısmını sökülmüş yorgan yüzlerine bulamacı döküp malayla yayarak pestil yaparlar. Kışın ceviz ve badem içenlerini pestille dürüm yaparak torun sevindirilir, komşu ağırlanır. Tümden yabana atılacak bir mevsim de değildir kış.
Hayvanları ölmeden bahara kavuşsunlar diye, saman ve meşe yaprağı stok yapılır. Hayvan yemleri yetmezse, torunlarını bindirerek eşeğe, köy köy hayvanları için yem toplamaya giderler. Birbirinin halinden anlar ve kapılarına kadar gelmiş komşularını hiçbir zaman boş döndürmezler. Kendisi için değil, hayvanları için saman dilenir Dersim insanları.
İnsanın bir bahar, bir yaz, bir güz hali vardır. Bir de gelip kapısına dayanan kış hali vardır insanın. Toprak bembeyaz bir giysi giyer, sular donar, yollar kapanır, her soruyu cevapsız bırakır doğa. Sabrının sınar insanın. Kapanır bütün kapılar, masalın fısıltısı duyulur meşe odunuyla yanan sobanın başında.
Dedeler ömrünce topladıkları öyküleri dillerinden dökerler torunlarının önüne. Geçmiş, gaz lambasının titrek ışığında taşınır çocukların geleceğine. Taş konuşur, ağaç yürür, kuş küsüp dalına uçup gider. En güzel kadına, en çirkin erkek musallat olur, sevgililer bir türlü kavuşamaz. Tarihin derinliklerinden insanın içini yakan bir uzun hava yükselir. Bir padişah kendi sonunu hazırlar. Ve kız oğlana kavuşur, kavuşur da kız torunlar yedi yaşına kadar neneleriyle bir yatağı paylaşırlar, erkek çocuklar dedeleriyle. Böyle büyür Dersim’de çocuklar.
Derdi çocuklarını ve hayvanlarını bir sonraki bahara kavuşturmak, yeni bir hayata başlatmakken, devlet çıkar Dersimlilerin karşısına. Kıştan beter kıyamet olur, bir türlü düşmezler onların yakalarından, kıştan beter ölüm olurlar.
Görülmüş ki, '37 ve ‘38’de yaşlı, genç, ihtiyar, kadın ve çocuk demeden bütün Dersimlilere ölümü giydiren devlet, Dersim’in kışından dolayı soykırım tatiline gitmiştir. Bir sonraki baharda öldürülecek olanlar, acımasız kış sayesinde üç ay daha uzun yaşamışlardır. Karlar eriyip, buzlar çözülüp, yollar açılınca, ağaçlar yapraklanıp, gül kendini hatırlayıp, tomurcuğa durunca açmamış kan kırmızı. Kan kırmızı bir katliam başlamış 38 baharında. Ağaçlar dallarından, sular gürleyerek yataklarından akmalarından, dağlar doruklarındaki karın beyazından utanmışlar. Sonra sular hiç durulmamış, hep sürgün, hep ciğer acısı olup oturmuş onların kapısına. Suyun bile akarak bir türlü temizleyemediği, asla sırt dönülüp unutulmayan acıları vardır Dersimlilerin.
Tarih Dersim’de, yaşlıların iki dudağı arasında saklar kendini. Bulunup yırtılmayacak halde olduğu için tarih, 38’de Dersim kâğıt gibi yırtılıp ateşe atıldı. Kış, o dudaklarda biriken tarihin çocuk yüreklere dökülmesinin de mevsimidir. Orada çocuklar bir iç çekmeyle büyümeye başlarlar. Bir "ah" la yol alırlar ömürlerinde. Dünya ile tanıştıkça, bütün dünyayı Dersim gibi, Dersim’i de dünya gibi severler. O çocukların kendini dağlara vurmaları, her okudukları okulda o şehirleri giymeleri, iki dudak arasında çıkmış ve asla geri almadıkları söz gibi yaşamalarının sebebi, içinde büyüdükleri o masallardır.
Dışarda kurt ulurken ve rüzgâr yol keserken, nenelerin çorba pişirdiği ocağın ateşi aydınlatır torunların yüzümüzü. Kavurma ve soğanın tavada pişmesinde mutlaka hakları olur, çorba sofraya gelmeden, kavurma ve soğan ve salçalı sorğaç çorbaya dökülmeden hemen önce. Sonra kurulan sofrada herkes aynı kaba kaşık sallar.
Doymuş torunlar, tıpkı kediler gibi, yanan sobanın başında dedelerinin dizinin dibinde otururlar. Bildikleri, defalarca dinledikleri masalları tekrar anlattırırlar dedelerine. Tek satır atlatmadan, atlatsa bile müdahale ederek geçirirler geceleri. Dışarda kış ve kar varmış, kutlar köylere inmişmiş, köpekler havlamışmış umurunda olmazdı çocukların. Çocuklar kışın, masal atına binerek giderlerdi orada…
Kış sadece Dersimlileri evlerine hapsetmez. Çılgın keçileri, kendilerinden vazgeçmiş koyunları, emektar öküzleri ve üstlerinde süt hakkı olan inekleri, başıbozuk eşekleri, şarlatan tavukları, kendini hükümdar sayan horozları aynı mekâna, bir ahıra mahkûm eder. Üç öğün saman verilir onlara, keçi ve koyunlara meşe yaprağı, tavuklara yem. Hayvanlar günde bir sefer de suya götürülür kar kıyamette. Kış uzadıkça hayvanlar etinden et vererek zayıflarlar. O zayıflayan hayvanalar, kar eriyip baharda kendini dışarıya atınca, zapt edilmez cengâver oluyorlar. Doğa, o küçük ve büyük baş hayvanların aklını bir baharla başından alsa da hayallerinin mevsimine kavuşturur.
Çocukların ahırda tavukların huzurunu çokça kaçırdığı, hayvanların arkasına saklanarak saklambaç oynadığı zamanlar da kışın bir nimetidir. Yağan karın insan boyunu aştığında, baba ve dedelerin evlerin arasında kürekle yol açması, damlarda biriken karı sürüp damdan aşağı atmayı anlatmama gerek yok. Oysa şimdi o kış ve o karlardan eser yok. Devletin Dersim’e girmesiyle, Dersim’in iklimini de insan gibi gün be gün değişti.
Peri suyu donunca, buz üstünden karşıya geçmenin sevincini, Moxundi deresine düşmüş bir geyiğin, sürek avıyla vurulmasının acısını, soğuk olsa bile tertemiz havanın ciğerlerimize dolmasının diriliğini, bahar yaklaştıkça eriyen kar sularının dereleri coşturmasının da sebebidir kış. Baharla beraber her Dersimli de doğa gibi kışı soyunup, baharı giyer.
Eskiden bizim az giysimiz, doğanın dört mevsim çok giysisi vardı. Şimdi bizim çok, doğanın az giysisi var. Bir kar yağsa diyoruz, bir üşüsek, ellerimizi ısıtmak için birbirine sürsek... Yok...