Gün Zileli
Devlet adamı ve hatırat!
Ekim ayının sonunda, annemin ailesinin geldiği Kuzey Makedonya’da bulunan Koçana’yı nihayet ziyaret etmem mümkün oldu. Bir arkadaşımla ne zamandır bunun muhabbetini yapıyorduk. Üniversiteden bir arkadaşı da Atatürk’ün Selanik’teki evini ziyaret etmek isteyince, arkadaşım, arabasıyla, Selanik, Kuzey Makedonya ve kendi memleketi Bulgaristan’ı kapsayan 3 günlük kısa bir gezi programı yapmıştı.
Gerçi Koçana’daki ziyaretimiz, programın doluluğu ve zamanın kısıtlılığı nedeniyle ancak bir saat sürdü. Yine de, “abi, nerede o Koçana’nın pirinçleri” sözleri hâlâ kulaklarımda çınlayan Ahmet Rıfat Kemerdere amcanın (dedem Fuat Kızılkaya’nın kardeşi olurdu) Balkan Savaşları sırasında göç etmek zorunda kaldıkları, özlemle yâd ettiği Koçana’yı görmem, birkaç fotoğraf çektirmem, yerli halkla birkaç kelime Türkçe konuşmam, fotoğrafları kuzenlerime gönderip onların takdirini kazanmam mümkün oldu.
ATATÜRK MÜZESİ
Benim Atatürk’ün evini görmek gibi bir tutkum yoktu ama hazır gitmişken evdeki Atatürk Müzesi’ni gezdim. Atatürk’ün ve annesi Zübeyde Hanım’ın balmumundan heykellerinin yanı sıra camekân içinde sergilenen Atatürk’ün şahsi eşyalarını gördüm. Duvarlarda Atatürk’ün hayatının çeşitli aşamalarında çekilmiş çok sayıda fotoğrafı vardı.
Dışarı çıktıktan sonra bir kafede otururken arkadaşlara, “dikkat ettiniz mi, Atatürk’ün Irak devlet başkanıyla ya da İngiliz devlet adamlarıyla çekilmiş fotoğrafları vardı da, arkadaşlarıyla çekilmiş bir tane bile fotoğrafını koymamışlar” dedim. Yolculuğa Atatürk’ün evini görmek için katılan arkadaş itiraz edecek gibi oldu ama pek bir karşı görüş getiremedi. Bizi arabasıyla oralara kadar götürme özverisini gösteren arkadaşım, “bu uygulamayı doğru bulmuyorum ama normal buluyorum” dedi. Ben de görüşümü, “Devlet, idol haline getirdiği liderlerin çevresinde hiçbir arkadaşını görmek istemez, olanları özenle görünmez hale getirir” dedim.
Mao öldüğünde saygı duruşunda bulunan liderlerin resimleri daha sonraki süreçte tasfiye edildikleri için fotoğraflardan kaldırılmış, o sırada fotomontaj teknikleri geri olduğundan, oluşan boşluklara çiçek tarhları konmuştu.
Devlet görevlileri hatıratlarını yazmaya pek meraklıdırlar ama genellikle devletin yazılmasına izin verdiği sınırlar içinde kalmak zorunda hissederler kendilerini.
KILIÇ ALİ’NİN HATIRATI
Kısa seyahatten döndükten sonra Kılıç Ali’nin Anıları (Derleyen: Hulûsi Turgut, Türkiye İş Bankası, 27. Basım, 2023) adlı kitabı alıp okudum. İstiklal Mahkemeleri’nin ünlü üyelerinden biri olan Kılıç Ali gibi bir devlet adamından elbette dürüst bir anı yazımı beklemiyordum. Nitekim anıları beni yalanlamadı. Güdümlü, otosansürlü ve devlet adına çarpıtmalı “anılara” nasıl hatırat ya da anı denilebilirdi ki… Hatıratlarda kişisel nedenlerle çarpıtmalar bir dereceye kadar doğal karşılanabilir ama yazarın devlet adına olayları çarpıtması ve gizlemesi hatırata bir devlet raporu havası verir kaçınılmaz olarak. Yine de hatıratın belli yerlerini ilgiyle okuduğumu, hatta bazı yerlerinden yararlandığımı söyleyebilirim (Örneğin, İzmir Suikastı’nın baş sanığı olarak idam edilen Ziya Hurşit’in cesur karakterini yansıtmakta Kılıç Ali biraz olsun devlet sansüründen sıyrılmış; Atatürk’ün ölümünü anlattığı satırlar da kitabın hatırata en çok yaklaşan bölümü olmuş).
HATIRATIN ZAAFLARI
Kılıç Ali'nin hatıratının en büyük zaafı, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Karadeniz'de boğdurulması olayına tek kelimeyle bile yer vermemesi; Çerkes Ethem olayını tamamen o zamanki hükümetin bakış açısından geçiştirmesi; Şeyh Sait ve çok sayıda Kürdün idamından söz bile etmeden konuya "Terakkiperver Fırka'nın Kapatılması"yla devam etmesidir. Söylediği sadece şundan ibarettir: "Bir yandan silahlı Kuvvetler, bir yandan İstiklâl Mahkemeleri kısa sürede ayaklanmaya son vererek duruma hâkim oldular." (s. 244)
Son derece güven sarsan bir anlatım. İhsan Sabri Çağlayangil'in anıları çok daha bilgi vericiydi. Örneğin, Seyit Rıza'nın idama giderken infazcılarla arasında geçen konuşmaların aktarımı unutulmaz.
Kılıç Ali, asılan Kürt isyancılarından söz etmekten imtina etmiş ama “asker kaçaklarını” “ihanet-i vataniye” gerekçesiyle asarak idam etmenin fazla tepki çekmeyeceğini düşünmüş olmalı ki bazı rakamlar vermiş: 1.054 “asker kaçağı” idam edilmiş. Ah gariplerim!
ALİ ŞÜKRÜ BEY’İN ÖLDÜRÜLMESİ
Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in, Mustafa Kemal’in Muhafız Birliği komutanı Topal Osman tarafından pusuya düşürülüp boğularak öldürülmesi olayında da Kılıç Ali inandırıcı bir anlatıma sahip değil. Buna rağmen, anlattığı bir olay oldukça dikkat çekici. Anlattığına göre, Meclis’teki “2. Grup” adlı muhalefet hareketinin lideri Ali Şükrü Bey, Mustafa Kemal’in ve hükümetin tepkisini çeken bir konuşma yapar. Mebuslardan İhsan Bey konuşmaya müdahale eder. “Meclisin moralinin bozulduğunu gören (Meclis’in morali bir konuşmayla bozuluvermiş! GZ) İhsan Bey’in müdahalesi, işi dövüşmeye kadar götürmüştü.” (s. 192) “Ali Şükrü Bey’le İhsan Bey arasında bu olayın meydana geldiği günün akşamı, Gazi Paşa, Keçiören’deki evime gelmiş ve yemeği arkadaşlarıyla birlikte bizde yemişti. Sıcak yaz günü olduğu için sofra bahçede kurulmuştu… Sofrada her zaman olduğu gibi açık ve samimi sohbetler oluyordu… Hazır bulunan milletvekilleri, Ali Şükrü Bey’in kürsüden Meclis’in moralini bozduğunu ve yanlış bir zihniyetin savunuculuğunu yaptığını belirtmeye çalıştılar. Gazi, Ali Şükrü Bey’in konuşmasını hiç beğenmemişti. Hatta çok üzülmüş, “Böyle konuşan insanlar gerçekten dövülmeye layıktırlar” (abç, GZ) demiş ve bu konu üzerinde uzun uzadıya durmuştu. (s. 192-193)
Bundan birkaç gün sonra Ali Şükrü Bey’in çadır bezine sarılmış cesedi bulunur, Meclis’te büyük bir tepki ortaya çıkar ve kısa sürede cinayetin Mustafa Kemal’in Muhafız Birliği komutanı Topal Osman tarafından işlendiği ortaya çıkar. Topal Osman, kendisini tutuklamaya gelen jandarmayla çatışmada öldürülür.
Kılıç Ali, her ne kadar olayı hükümet açısından yorumlamış ve Mustafa Kemal’in sorumluluğunu minimize etmeye çalışmışsa da anlatımında, Mustafa Kemal’in Ali Şükrü Bey için “dövülmeye layıktır” dediğini yazabilmiştir. Bu kadarını bile azımsamamak gerekir.
FİKRİYE HANIM İNTİHAR MI ETTİ?
Bir de Fikriye Hanım olayı var. Fikriye Hanım’ın kim olduğu, Mustafa Kemal’le ilişkisi vb. bilindiği için bu kısa makalede bunların anlatımına girmeyeceğim.
Kılıç Ali olayı anlatırken bir hayli yanlı davranmış ve Fikriye Hanım’ın köşke gelişindeki niyetin Mustafa Kemal’i ve eşi Latife Hanım’ı öldürmek olabileceğini ileri sürmüş. Kılıç Ali’nin anlatımına göre, Atatürk’ün başyaveri Rusuhi Bey, köşke aniden gelen Fikriye Hanım’ı bekleme salonunda tutmaya çalışır. Fikriye hanım tuvalete girmek ister. Tuvalette uzun süre kalınca şüphelenen Rusuhi Bey kapıyı açıp tuvalete girer ve “Fikriye Hanım’ın çantasını karıştırmakta olduğunu görür. Karıştırdığı şeyler arasında küçük bir browning tabanca gözüne ilişince… kendisine o gün Gazi ile görüşmesinin mümkün olamayacağını bildirir.” (s. s. 546)
Yani Fikriye Hanım, tuvalette o kadar uzun süre çantasını karıştırmak için mi kalmıştır? Hani bavul olsa, belki inanılabilir. Fakat başyaverin sabrını taşırıp bir kadının bulunduğu tuvalete dalmasına yol açacak kadar uzun süre sırf o küçücük çantayı karıştırmak için mi kalmış? Hiç inandırıcı değil.
Bundan sonra Fikriye Hanım köşkten çıkar. “Kapıda beklettiği açık faytona… biner, fayton hareket eder. Fayton köşkten ayrılarak yakında bulunan Fuat Bulca’nın köşkü hizasına geldiğinde… tabancasını çekerek kalbi hizasına ateş eder ve can havliyle kendini hemen faytondan dışarı atar, oracıkta yığılıp kalır.” (s. 546)
Tamam da, kadınlar tuvaletine dalmakta sakınca görmeyen başyaver silaha neden el koymamış, neden o silahla gitmesine izin vermiş, en azından Fikriye Hanım’ı alıkoyup Mustafa Kemal’e “ne yapalım?” diye danışabilirdi, nasıl olup da ondan habersiz Fikriye Hanım’ı göndermiş, bu ne inisiyatif! Ayrıca Fikriye Hanım, nasıl olmuştur da silahı göğsüne sıktıktan sonra faytonun kapısını açıp kendini dışarı atabilmiştir? Tabii ki, kitabın üst başlığında “Atatürk’ün sırdaşı” diye takdim edilen Kılıç Ali Bey, bu sır dolu soruları sormaya hiç gerek duymamış.
Zaten bu konuda ciddi bir devlet araştırması ve raporu olmadığı da anlaşılıyor.
AYIP DİYE BİR ŞEY
Bitirirken, İzmir Suikastı’ndan aranan ve polisin eline düşmemek için silahını şakağına sıkma yürekliliğini gösteren Kara Kemal’i anlatırken, “Kara Kemal, tavuk kümesinde İntihar etti” diye başlık atmanın ayıp olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Bu ayıbı yapan, Kılıç Ali mi, yoksa kitabı derleyen Hulûsi Turgut mu, bilmiyorum tabii.
Gün Zileli: 24 Ekim 1946, Ankara doğumlu. 1968 gençlik hareketinde yer aldı. 1990 yılında İngiltere’de sığınmacı oldu. 1992 yılında anarşizmi benimsedi. 2000’li yıllarda altı kitaptan oluşan otobiyografisini yazdı. Romanları, özellikle Sovyetler Birliği’ndeki Gulag kampları hakkında biyografik çevirileri var.