Candan Yıldız
Devlette devamlılık ve Maraş katliamı
Karanlık bir yıldan başka bir karanlık zamana geçerken, gazeteci Ahmet Şık 2018’e de tutuklu giriyor. Cumhuriyet davasının son duruşmasında Ahmet Şık savunma hakkını, "siyasi" bulunduğu gerekçesiyle kullanamadı. İddianamesinden mahkeme sürecine kadar baştan sona siyasi bir dava olan Cumhuriyet davasında artık sanıksız yargılama aşamasına geçildi. Bir gece yarısı yayımlanan 696 No’lu Karartılan Haklar Kararnamesi (KHK) son duruşmada test edildi. Davanın bir sonraki duruşması, "tek tip elbise" kararının uygulanacağı tarihe ertelendi. Kariyer planlamasını Ahmet Şık’ın "ehlileşmeye" karşı direncini kırmak üzerinden yapanlar "mış" oyunundan yine vazgeçmedi.
Başkanlık sistemine -2019’a gelmeden- geçişin payandası yapılan KHK’larla devam edelim. 696 No’lu KHK’nın bir maddesi cezasızlık sisteminin aynası, itirafı niteliğinde. Bu KHK, Meclis Başkanlığı’nın "kaba" tanım olarak nitelediği bir katliamı; Maraş katliamını hatırlatıyor. "Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır" diyen 696 No’lu KHK, resmi sıfatı olmayan kişilerin de, resmi görevi olanlar gibi, fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğa tabii olmayacağını söylüyor. 696 No’lu KHK’nın 121. Maddesi devlet aklındaki sürekliliği faş ederken, Maraş katliamının üzerinden geçen 39 yıla rağmen, suskunluğun bir yüzünü daha iyi anlatıyor. Zalimler korunurken, zulme uğrayanların suskunluğunu…
Katliamın yaşandığı Yörük Selim Mahallesi’ne götürmek istiyorum sizleri. Yoksulluğun hemen hissedildiği, evlerin bacalarından kömür dumanının tüttüğü mahallede, kış ve soğuk açıklamıyor ıssızlığı. Şehrin tepelerine kurulan mahalleye katliam anmasının ruhu sinmiş. Sokakları terk edilmiş gibi, sokak başlarında ise polis bariyerleri. Temsilciler düzeyindeki anmaya, katliamda canı yanan mahalleli katıl(a)mıyor.
Şehrin muktedirleri yaşananları yok saydığı için konuşmuyor, zulme uğrayanlar ise hatırlamanın ağırlığı ile susuyor. Birbirini duymayan iki farklı gerçeklik. Şehrin yoksul tepelerinde yaşayanlar zamanın hiç ilaç olamadığı başka bir zaman gerçekliğinde nefes alıyor. "Bir avuç kalmışlar, bunların canı yine kan istiyor" cümlesine maruz kalabiliyor. Hasbelkader bir iş bulduğunu söyleyen Alevi bir kadın, iş yerinde maruz kaldığı ayrımcılığı anlatıyor. Katliamın izleri ruhlarda geziniyor. O dönem 16 yaşındayken babasının ağır işkence izlerini gören bugün 60 yaşına merdiven dayamış başka bir Alevi kadın, "Maraş’ta durmak bile korkudur. Ölmekten korkmaktan söz etmiyorum. Hep senden küçüğünü öldürecekler korkusu sözünü ettiğim" diyor. Kendinden küçük yani sana ihtiyacı olan birini koruyamamanın ağırlığından söz ediyor. Öğrenmek zorunda bırakıldığın çaresizliğin ağırlığından…
Gençlerin azlığı gözümden kaçmıyor Yörük Selim’de. Maraşlı üniversite öğrencisinin anlattıkları ise 39 yıl sonra sorunun sadece unutmak ya da unutturmamak olmadığını hatırlatıyor. Zira konuştuğum genç, Sünni arkadaşlarının Alevilerin saldırdıklarını, Sünnilerin ise kendilerini koruduklarını anlattıklarını söylüyor. Yüzleşememek, eşitsizlikler ve açılmayan arşivler gerçeğin başka türlü kurulmasına cevaz veriyor. İnkar değil, sessizliği besleyen yok sayış Maraş’ı karartıyor. Babasının vücudundan sızan kanları hatırlayan Salman Bayır belki de bu yüzden babasının ve yakınlarının kemiklerini uzun yıllar sonra aramaya cesaret edebiliyor. Geçmişin yükünden kurtulabilmek, rahatlamak, Maraş’la barışabilmek için kayıp mezarları bulmak zorunda olduğunu anlatıyor. Babasının, akrabalarının öldürüldüğü Serintepe Mahallesi’ne o tarihten sonra hiç gitmeyen Salman Bayır’ın sorunu değil bu sadece. Yüzde 80 Alevi nüfusunu kaybeden Maraş’ın ruhunu dindirmesi için de şart.
Elektrik idaresinden, tapu kadastrodan geldiğini söyleyenlerce evleri işaretlenen Maraşlı Aleviler, haftalar önce Malatya’daki çarpı işaretlerini hatırlatırken, devlet aklındaki sürekliliği faş eden 696 No’lu KHK düşüyor aklıma. Hem yerli hem milli, muhalefetten her daim rahatsız, "resmi görevi olmayan" bu toprakların öz vatandaşlarının ellerine aldıkları palalar, benzinler, silahlar, satırlar, döner bıçakları canlanıyor zihnimde…Sizce Maraş uzak mı?