Fehim Işık
AKP'nin İslamcı soslu Kemalizm'i
DBP’li 103 belediyeden 83’üne kayyum atanmış. Atanan kayyumlar işi gücü bırakmış Kürtlere ait ne iz varsa bu belediyelerden silmek istiyor.
Türklük ve İslamcılık adına ne varsa bu kayyumların marifetleri arasında görebilirsiniz.
Kürt çocuklarını Türklük kokan, her tarafıyla red, inkar ve asimilasyona hizmet eden merkezlere taşımalar; Kürdistan’da belediyelerce açılan çocuk, kadın ve eğitim merkezlerini sadece İslamcı yetiştiren birer fabrikaya dönüştürmeler; televizyon, gazete ve dergilerinde "deniz görünce göklere uçan Kürt çocuklarını resmederek" insanların onuruyla oynamalar; "hepsi yoksul ve cahil" diyerek "medeniyet taşıdıklarını" iddia etmeler...
Daha neler var neler...
Tüm bu çabalar akla sadece 1925’lerin Türkiye’sini getiriyor. Yeni bir toplum inşa etmek için yola çıkanlar o yıllarda işe yeni kemliğin inşası ile başladılar. Bu kimlik Türklük’tü ve Türk olmayanlara sadece kölelik hakkı tanınıyordu.
Herkes Türk oldu, Türk ettirildi. Türklüğü içine sindirmeyen, reddeden, mücadeleyi hiçbir zaman bırakmayan Kürtlere de kölelik ve bu köleliğin eziyeti, cefası, ölümü, katliamı kaldı.
Çok uzatmak gerekmiyor.
Kürtler reddettikleri kimliğin karşısında mücadele ettiler. Hem de öyle bir ettiler ki yüzbinlerce canlarına mal oldu, bu mücadele. Nihayetinde, dişleriyle, tırnaklarıyla kazıdıkları kuyuların en derin dehlizlerinden yok edilmek, bitirilmek istenen kimliklerini çıkarıp tüm dünyaya da ilan ettiler; "Ben buyum, bitirmek istedikleri bu kimlik, bu dil, bu kültür benimdir" dediler.
Şimdi bu mücadeleyi, bunca ödenen bedeli görmezden gelen AKP hükümeti, bir kez daha aynı politikalara yöneliyor ve Türklük kimliğine İslamcılık sosunu da ekleyerek Kürtlere dayatıyor. Adeta, "Kemalizm eksik bıraktı, onu ben tamamlarım" dercesine, gaspettiği belediyeler üzerinden, Kürdistan’a atadığı valiler, kaymakamlar, daire müdürleriyle, bu yetmez, devşirdiği çakma Kürtlerle Kemalizm’in eksik bıraktığını tamamlamaya çalışıyor.
Hükümet "eksik bırakılanı tamamlamaya çabalarken" en çok da yargıdan yararlanıyor. Hükümete bağlılıkta kusur işlemeyen "hukuk insanları" öyle iddianameler hazırlıyor ki bırakın hukuku, hukukun ‘h’sini bile bu iddianamelerde görmek mümkün değil.
Belediye eş başkanlarına "sözde eş başkan" diyen savcılar, mensubu olduğu partinin eş başkanlarına, yöneticilerine, üyelerine sahip çıktığı için "terör örgütünden talimat almakla" suçlanan siyasetçiler, yazdığı haber nedeniyle "terörist", "hırsız", "katil" ilan edilen gazeteciler; açlıkla terbiye edilmeye çalışılan akademisyenler, kamu emekçileri...
Tüm bunlar, bize bir kez daha geçmişin İstiklal Mahkemeleri’ni hatırlatıyor.
Bir tek İstiklal Mahkemeleri’ni mi?
Rayberleri, Zeynelleri, Kasımları da hatırlatıyor.
Komşusunun evi yıkılırken alacağı ihaleyi düşünen, bunun için olmadık yalakalıklar yapan müteahitler mi; bir kaymakamdan aferin alabilmek için olmadık şaklabanlıklar yapan siyasetçiler mi; "efendim" diye diye dilleri felç olmuş şekilde ortada dolaşan hokkabazlar mı; ne ararsan var ve hiçbiri Rayber’den, Zeynel’den, Kasım’dan az değil.
Tüm bunların üstüne bir de 80 yıl önce benzer yöntemler uygulayarak bitiremediklerini bitireceğine ve kendine biat ettireceğine inanan bir iktidar var.
Başkaları gibi "Gün gelecek, devran dönecek" diyecek değilim. Zaten dönen bir devran var ve o devran da, o devranın insanı da bitmedi; bitiremediler...
1960’lardan sonra inkarı adım adım tarihin çöplüğüne atan; 1970’lerin ilk yarısından itibaren adıyla, kimliğiyle yeniden siyaset sahnesine çıkan; 1980’lerin ortalarından itibaren özgürlüğü uğruna her türlü zorluğu yenmeye yeminli, bedel olarak da canını vermeye hazır olan; en önemlisi de her kazandığının bedelini takır takır ödeyen bir devran insanı var artık.
Bu devran insanını ne kayyumlar, valiler, kaymakamlar, jandarmalar, ne de Rayberler, Zeyneller, Kasımlar inancından vazgeçirebilir. Bu devran insanını o hukuku katleden iddialarıyla tarihi tersine çevirmeye çabalayanlar da bitiremez.