İnci Hekimoğlu
Diyarbakır’a bakın geleceğinizi görün
Soçi mutabakatı açıklanan maddelere rağmen epey belirsizlik taşıyor. Çatışmaların büyük oranda durmuş olması, can kayıplarının önlenmesi en büyük kazanç elbette.
Kürtler bazı kazanımlarından geri çekilmiş olsa da yakın tarihlere kadar kimlik bile verilmeden yaşadıkları Suriye’de yalnız askeri başarılarıyla değil, izledikleri siyaset nedeniyle de dünya kamuoyu gözünde cihatçı ya da otoriter yapılara alternatif, seküler demokratik bir siyasi yapı olarak güçlü bir desteğe kavuştu.
Beşar Esad ise yıllardır süren çok boyutlu savaş sonunda, Suriye Devlet Başkanı olarak yeniden meşruiyet kazandı. Esad’a siyasi ve askeri olarak en fazla direnç gösteren Türkiye de sonunda, şu ya da bu şekilde Esad’ı tanımaya mecbur kaldı.
Kobani’ye kadar gidip bütün Kürt yerleşimlerini dümdüz etme, hatta Musul’a, Kerkük’e uzanma hayalleri duvara tosladı. Başından beri pazarlık konusu olan ‘Barış Pınarı’ harekâtı Türkiye’nin talebi yerine 30 kilometre ile sınırlandı.
Yani TOKİ projeleri de elde kaldı, "güvenli bölge" adı verilen TOKİ bölgelerine yerleştirilecek cihatçı ÖSO da. ÖSO’nun sessizce dağılacağını beklemediğimize göre, Suriye ve Türkiye’nin dış politikasına ilişkin tartışmalar da, Halk Bankası gibi, Erdoğan’ın mal varlığı gibi skandallar da öyle bir ‘muhtıra’yla sona erecek gibi görünmüyor.
Bu arada ilginçtir ki, ülke muhalefetinin yapamadığını Erdoğan’ın mal varlığı üzerinden ABD Başkanı Trump yaptı. Muhalefet "ülke onuru" falan derken "mal varlığı" ve Trump’ın, ülke cumhurbaşkanının hangi kişisel işlerini hallettiği konusu "teferruatlar" arasında kayboldu. ABD bir daha gündeme getirene kadar…
Tezkereye evet diyen muhalefetin hiç olmazsa bu konularda etkili ve ses getiren bir çalışma yapması beklenirdi ama işte bu konuyu da "milli menfaatler" arasında görüyorlar demek ki.
Erdoğan’ın Arap İslam alemine halife olamayacağını, Şam’da namaz kılamayacağını öğrenmesinin bedelini henüz ülke olarak ödemeye başlamadık bile.
Elektrik, doğalgaz, yiyecek, sağlık, eğitim v.s harcamalarına gelen ve katlanarak artacak zamlardan bahsetmiyorum sadece. Halen şikâyetçi olduğumuz bu hukuksuz, kanunsuz totaliter düzeni bile arar hale geleceğimizden söz ediyorum.
Anayasa ve yasalar bir yana kamuoyu önünde meşruiyet bulma kaygısını da terk etmiş, fiillerine ‘kılıf’ bulma zahmetine bile girmeyen, "ister beğen ister beğenme" usulüyle yöneten iktidarın bu cüreti bulduğu yer ne yazık ki Meclis!
Yoksa daha tezkerenin onaylanmasının ertesi, medyaya "en önemlisi ‘Millet İttifakı’nın parçalanması" deme rahatlığını gösterebilir miydi?
Örneğin CHP Grup Başkanvekili, yaptığı basın toplantısında, "Meclis yok sayılıyor" diyordu ama zannetmeyin ki HDP’li milletvekillerinin tartaklanması, parti binalarının kuşatma altına alınması, basın açıklaması yapmalarının engellenmesi, seçilmişlerin tutuklanması üzerine söylüyordu.
Ne HDP’li vekillerin Meclis’in duyarsızlığını protesto etmek üzere Diyarbakır’da başlattığı üç günlük oturma eylemi ne de "demokrasi için birlikte direnme" çağrısı vardı gündemlerinde.
Oysa KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, Murat Sabuncu’ya verdiği röportajda şunları söylüyor:
"CHP, 23 Haziran'da Kürtlerden aldığı desteği zor alır. CHP'nin bu süreçteki pozisyon alışı, bu süreç bittiğinde CHP içindeki önceki arayışları ve gerilimleri yeniden tetikler. Kürtlerin dünyasındaki duygusal kırılmaların ülkeye ve geleceğimize bir bedeli olacaktır."
Bunun yalnızca siyasi bir bedel olmayacağı da açık.
Diyarbakır halkının yüzde 65’le seçtiği Belediye Başkanı Selçuk Mızraklı da diğer seçilmiş belediye başkanları gibi görevden uzaklaştırıldı, jandarma baskınıyla alınıp tutuklandı. Tutuklanma gerekçesi, diğerlerinden farklı değil ama biraz daha ‘kılıfsız’.
Gülen cemaatinden miras uygulama "gizli tanık"lık yine yangında ilk başvurulan demirbaş olarak rol almış.
Mızraklı’nın tutuklanmasına neden olan itirafçı H.A’nın ifadesi 31 Mart 2019 yerel seçimlerinden 10 gün önce alınmış. İktidarın seçim hazırlığı olarak…
26 Mayıs 2016 tarihinde Mardin’de teslim olan H.A. üç yıl boyunca Mızraklı aleyhinde tek kelime etmemişken, seçimlere 11 gün kala birden yeni iddialarla ifade veriyor.
Hadi bunu geçelim, ifadesinin de tutar yanı yok. Söylediğine göre, Mızraklı Diyarbakır’da çalıştığı özel bir hastanede bir örgüt mensubunu ameliyat ederek ertesi gün de taburcu etmiş. İtirafçı bu ifadeyi, kendi tanıklığına da dayandırmıyor. Birisinden duyduğunu söylüyor.
Mızraklı suçlamaya yönelik olarak "Kıdemli cerrah olmam sebebiyle icap nöbetim bulunmamaktaydı. Benim böyle bir ameliyata katılmam söz konusu olamaz. Ayrıca tanık beyanlarında hastanın bağırsağının kesilip alındığından bahsedilmiştir. Tıp kuralları gereği böyle bir ameliyat geçiren bir kişinin ertesi günü taburcu olup gitmesi hayatın olağan akşına aykırıdır. Bu durum bile tanık beyanlarının gerçeği yansıtmadığını göstermektedir" diyor ama tutuklanmasına engel olmuyor.
Savcılık, ne ameliyat olduğu iddia edilen kişiyi araştırıyor ne o gün ameliyatta bulunanlardan ne hastanede çalışanlarından H.A’nın ifadesini doğrulatma ihtiyacı duyuyor.
Bu adaletsizliğe, haksızlığa, hukuksuzluğa karşı yükselen çığlık copla, gazla, kalkanla Diyarbakır’a hapsedilmeye çalışılırken ‘muhalefet’ partilerinden zevahiri kurtaracak açıklamalar bile gelmiyor ama "Meclisin işlevsizleştirilmesinden" yakınıyorlar.
İstanbul Belediye Başkanı, türlü oyunla Haydarpaşa Garı’nın elinden alınmasına -haklı olarak- isyan ediyor ama jandarma zoruyla koltuğu alınan, cezaevine tıkılan belediye başkanları için somut tek bir adım atmıyor.
Muhalefet ellerinden alınanların ihalelere sınırlı kalacağını zannediyorsa yanılıyor. Bütün totaliter rejimlerde olduğu gibi "son muhalif"i de bertaraf edene kadar devam edeceklerini bilmek için insanlık tarihine bakmak yeterli.
Yani bu daha iyi günleriniz, diyeceğim de olan hepimize oluyor.
İktidar güçleri muhalefeti sıraya dizdi ve anayasa referandumundan başlayarak sandıkta kaybettiği bütün seçimleri tabiri caizse bir kere daha sahada kazandı.
Demokratik muhalefeti parçaladı, güçten düşürdü, moral avantajını yok etti.
‘Suriye harekâtı’nın Soçi’de değilse de Ankara’da kazandırdığı açık.