Diyarbakır’da bir ‘Son Mohikan’

Son günlerde ise yıkım kararı ile anılan Ali Paşa Mahallesi’nde bulunan Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi yaklaşık 1800 yıllık bir tarihe sahip.

1915 öncesinde nüfusunun yaklaşık yarısı Müslüman olmayan ahaliden oluşan Diyarbakır’da bugün şehirdeki en büyük Hristiyan topluluklardan biri olan Süryanilerin nüfusu yalnızca 50 civarında. Bu 50 kişinin büyük kısmı Sur dışında yaşıyor olsa da kalpleri diğer Diyarbakırlılar gibi Sur’da atıyor. Bunun bir sebebi Sur’un Süryanilerin de katkısıyla nakış nakış işlenen tarihi ve kültürel mirası, diğer sebebi ise Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi’nin bugün hâlâ Sur’da ayakta duruyor oluşu.

Diyarbakır’ın bugüne kadar çoğunlukla ‘şehir çocukları’ ve ‘qırıx’larıyla meşhur olan, son günlerde ise yıkım kararı ile anılan Ali Paşa Mahallesi’nde bulunan Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi yaklaşık 1800 yıllık bir tarihe sahip. Hıristiyanlıktan önceki yıllarda güneş tapınağı olarak kullanılan yapı, daha sonra Süryanilerin Ortodoks mezhebine ait bir kilise olarak kullanılmaya başlandı. Bir zamanlar Patrikhane olarak da işlev gören, Süryanilerin tarihinde bu derece önemli bir yere sahip olan kilise, Mardin Süryani Kadim Metropolitliği’ne bağlıdır.

1915’te Ermenilerle beraber Süryaniler de büyük bir katliama maruz kalmıştı. Bu nedenle epey azalmış olan nüfusları, Cumhuriyet kurulduktan sonra da yıldan yılda erimeye devam etti. Diyarbakır’da yaşayan diğer Müslüman olmayan topluluklar gibi Süryanilerin de çoğu İstanbul’a ve farklı ülkelere göç ettiler. Ermeniler ve Keldanilerin (Katolik Süryaniler) kiliseleri cemaatsiz, papazsız ve ayinsiz kaldı ancak Meryem Ana Kilisesi ibadete hep açık kaldı. Bunda kilisenin papazlığını bugün hâlâ yapmakta olan Yusuf Akbulut’un büyük bir rolü olmalı.

Meryem Ana Kilisesi, Diyarbakırlılar ve yolu oraya düşen ziyaretçiler için – ki iki yıl öncesine kadar her gün 200-300 kişi ziyaret ediyordu kiliseyi – kilisenin papazı Yusuf Akbulut ile özdeşleşmiştir. Aslında Yusuf Bey hem kilise hem de Diyarbakır Süryanileri demektir pek çoğumuz için. Kendisi Mardin’de doğup büyümüş olsa da geçen yıllar içinde Diyarbakırlı Süryanilerin sesi, nefesi oldu. 1993 yılında Diyarbakır’a gelerek kilisenin papazı olan Yusuf Bey, halen ailesi ile beraber kilisedeki lojmanda yaşıyor ve bin bir zorluğa rağmen Meryem Ana Kilisesi’ne gözü gibi bakıp sahip çıkıyor. Onun sayesinde kilisede her gün ibadet, her Pazar günü ayin yapılabiliyor.

Yusuf Bey ve Meryem Ana Kilisesi yalnızca şehirdeki Süryanilere ses ve nefes olmakla kalmadılar, diğer kiliselere bağlı Hristiyanların yardımına da yetiştiler hep. Yusuf Bey yakın zamana kadar, 40-50 yıldır papazı olmayan ve sadece 7-8 kişilik cemaate sahip olan Mar Petyun Keldani Kilisesi’nin tamamen ayinsiz kalmaması için aşağı yukarı her ay orada da ayin düzenlemekteydi. Sur’da çatışmaların başladığı döneme kadar bu fedakarlığı yaptı; Dört Ayaklı Minare’nin biraz ilerisinde yer alan, Surp Giragos Ermeni Kilisesi’ne komşu olan Keldani Kilisesi çatışmaların ortasında kalana, sokağa çıkma yasağı ilan edilinceye dek. Kilisenin bulunduğu bölgeye, dolayısıyla kiliseye bugün hâlâ giriş izni yok.

Şehirde kalan ve Ermeni kimliğiyle bilenen son kişiler olan Sarkis Amca ve Bayzar Teyze’ye ise Meryem Ana Kilisesi yuva, Yusuf Bey ve yakınları da aile oldu.

Yusuf Bey’i en son elinde beyaz bayrakla, Sur’dan dışarı çıkmaya, çatışmaların yaşandığı bölgeden uzaklaşmaya çalışırken görmüş olmalısınız. O yokken "Sur’daki kiliseden cephane çıktı" diye başlık atmaktan imtina etmedi bazı gazeteler. O beyaz bayraklı fotoğrafın üzerinden dört ay geçtikten, yani ortalık durulduktan sonra kiliseye döndü ailesiyle beraber, ancak şimdi yine kaygı içinde. Ali Paşa Mahallesi’nde yıkım kararından sonra bölgede neler olup biteceğini ve restorasyon çalışmalarının ne kadar süreceğini bilmiyor. Oradaki günlük hayatın, komşularının değişecek olması veya Sur’un başına gelenler değil Yusuf Bey’in tek endişesi. "Çevrede insanların, komşuların olması az da olsa rahatlatıyor insanı" diyor. Yıkım-restorasyon çalışmaları sırasında Ali Paşa’nın tenhalaşmasından endişe duyuyor. En nihayetinde zaman zaman saldırıya uğrayan bir kilise, tenhada saldırganların insafına kalabilir, değil mi? O da tekrar tekrar, "Kimseyi incitmek istemiyorum" diyerek bu kaygısını paylaşıyor benimle. Restorasyon çalışmaları boyunca başka bir semtte yaşamanın en iyisi olacağını düşünüyor. Bunun için yetkililerin bir tedbir almasını, çözüm bulmasını bekliyor.

Bu ülkede pek çok konuda olduğu gibi yerleşim yerleriyle ilgili hayati kararlar alınırken, orada yaşayan insanlara danışmak hemen hiçbir zaman yetkililerin aklına gelmiyor. Bir danışma prosedürü devreye sokulduğunda ise genellikle yeterince kapsayıcı ve etkili olmuyor. Ve daha kötüsü, o yerleşim yerlerinde ‘azınlıkta’ olanlar en az danışılan, sesi en az duyulanlar oluyor. Oysa pek çok durumda gelişmeler zaten dezavantajlı durumda olan azınlıkları daha da olumsuz bir şekilde etkileyebiliyor. Ali Paşa’daki yıkım da bir yandan orada yaşayan insanları yerinden edip evsiz bırakırken, bir yandan da –kimsenin aklına gelmeyecek şekilde – kadim Meryem Ana Kilisesi’nin komşusuz kalacak olan sakinlerini bir süre tenhalaşacak olan mahallede ‘can derdi’ne düşürebiliyor. Yıkım konusunda olduğu gibi, inşa edilecek olan ‘çakma’ Sur konusunda da kimseye bir şey danışıldığı yok zaten. Ne diyelim, burası Türkiye. Mevzubahis rant veya çoğunluk olunca, gerisi teferruat oluyor hep!

Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi, tartışmasız, Diyarbakır’ı Diyarbakır yapan en önemli değerlerden biri. Devlet nasıl bir tasarrufta bulunursa bulunsun, bölgede neler yaşanırsa yaşansın, kiliseye sahip çıkmak, Süryani olsun olmasın bütün Diyarbakırlıların, en çok da siyasetçilerin, sivil toplum örgütlerinin ve insan hakları savunucularının görevi. Kiliseyi sık sık ziyaret edip hâl hatır sormak kadar kolay bir eylemi de içeriyor bu görev.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Nurcan Kaya Arşivi