Özgün Enver Bulut
Doğayı ve doğadaki hayvanları rahat bırakın
Yaşar Kemal’in Üç Anadolu Efsanesi vardır. Köroğlu, Karacaoğlan, Alageyik alt başlığıyla yayımlanmıştır. Halil ve Zeynep’in öyküsünü de anlatır bu kitapta büyük romancı. Halil, Zeynep’le nişanlı, geyik avına düşkün, yakışıklı bir gençtir. Zeynep onun geyik avına olan düşkünlüğünden tereddüt duyar, korkar, gitmesini istemez. Çünkü köyün bilge kişilerine göre geyik avı insanın başına kötülükler getiren bir avdır.
Sonuçta acıklı sonla biter efsane. Halil düğün gecesi geyiğin sesini duyar ve onun sesine gider. Geyiği vurur vurmasına, durduğu yer uçurumun başıdır ve aşağı düşer. Bunu duyan Zeynep de kendini uçurumdan aşağı atar. Öldükleri yerde iki çiçek açar yan yana, ancak bu çiçekler birbirlerine kavuşmadan geyikler tarafından yenir.
Efsaneden şunu anlıyoruz. Doğadaki canlının yaşamına saygı duymayanı, doğanın cezalandırdığı gerçeğidir. Geyik gibi doğada özgürce yaşayan hayvanlara, onların yavrularına, yaşamına saygılı olmayanları doğa da bir şekilde cezalandırmaktadır. Eskiden insanlar birbirlerine böyle meseller anlatırlardı ve içlerinde bir ‘günah’ kavramı gelişirdi. Günah kavramı aslında vicdanla eş anlamlı bir duygudur. Vicdanın dinsel anlamdaki karşılığı olarak da okunabilir. İşte bu günah kavramını sorgulamadığımız sürece, doğaya karşı yapılan katliamları anlayamayız.
Sadece bireylerin değerleri yoktur. Toplumların da değerleri vardır. Bunların başında da inançları gelir. Hakkaniyet, yardımseverlik, eşitlik gelir. Dersim coğrafyasına baktığımızda her anlamda müthiş bir birikimi görürüz. O toprakların her yeri kutsal. Ziyaretlerle dolu. Xızır’ın eviyle, ormanıyla, gölüyle dolu. Buna karşın ayrımsız her mevsimde bu kutsal topraklarda bulunan canlılara, suya, toprağa, tarihi dokuya dadanan bir kesim var. İşte bunların bilmedikleri tek şey, toplumların değerlerine olan saygıdır. Dersim’de günah ve yetimliğin özel anlamı vardır. İnsanlarımız bir şeye, bir yere, bir canlıya günah kavramı yüklemişse oraya dokunulmaz, korunur, sahiplenilir. Keza bir kişi yetimse onun üstüne titrerler. "Sêwi" deyip, korumaya alırlar onu.
Hem zihinsel hem de duygusal olarak kendilerine saygı duymayan insanlardan değer, saygı, kadir kıymet beklemek iyimserlik gibi görülebilir. Ancak her durumda, her ortamda bu yanlışların yüzlerine vurulması gerekir ki, utanma duygusu içinde olsunlar.
Yaşar Kemal’den başlayıp, Dersime’e gelmek ilginç gelebilir. Bugünlerde Dersim’den yine kötü haberler geliyor. Coğrafyamıza dadanan bir takım insanlar hayvan katliamı yapıyorlar. Sadece Dersim’de olmuyor bunlar. Köpek zehirleyenler, kedi öldürenler, nesli tükenmekte olan vaşakları katledenlerin haberleri bitmiyor. Bunları yapanlar yakalanmıyor, yakalananlara da para cezası verilerek bırakılıyor. Son zamanlarda bu konuda ciddi bir duyarlılık oluşmadı değil. Ancak iş kentlerin dışına taştıkça durum daha da vahimleşiyor. Çünkü nesli tükenmekte olan hayvanlara kadar uzanan bir katliamla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.
Yeri gelmişken Dersim’e dair bazı gözlemlerimi de aktarmak isterim. Dersim’e zaman zaman gittiğimde çok şeyin hızla kirlendiğine, kirletildiğine tanık oldum. Dersimliler doğalarına, kültürlerine, inançlarına, kutsal yerlerine yapılan bu saldırılara sessizler. Özgürlük bira şişeleriyle fotoğraf çektirmek, o şişeleri sağa sola atmak olmasa gerek. Her dağın başında bira ve pet şişelerine rastlamak mümkün. Her ziyaret güzergâhında bulunan ağaçlarda ıslak mendiller, pet şişelerin üzerindeki ambalaj kâğıtları sallanıyor. Doğasına, kutsallarına bu denli bağlı insanlar neden oralara ritüeli bilmeden giderler? Bunlar işin bir yanı. Bunlardan da ciddi sorunlar geliyor topraklarımıza yavaş yavaş. Barajlar yetmedi, şimdi de madenler belası geliyor. Kararlar alınmış, baltayı taşa vurmak için uygun koşullar bekleniyor.
Suyun, toprağın, havanın, inançların hala kirlenmediği bu topraklara sahip çıkılması gerekir. En çok da orada yaşayanların tepki göstermesi, uyarması, örgütlenmesi ve karşı koyması lazım. Başka çözümü yok. Yanlış yapanlar lanetlenmedikçe, pervasızlık alıp başını gidecek ve o topraklarda yaşam kalmayacak. Buradaki endemik bitkiler yok olacak. Yangının yok edemediği ağaçlar bir daha gün yüzü görmeyecek Topraktan suya zehir taşınacak. Sularımızda balık kalmayacak. Gazeteler ve sosyal medyada parlatılan bir Dersim var. Estetik değeri olmayan, sıradan yerler doğa harikası olarak paylaşıldıkça, ulaşılmayan doğal göller duyuruldukça, yıkım çok daha erken ve vahim olacaktır.
Yaşar Kemal’den başlamışken yine onunla bitirmek en doğrusu. Bu Bir Çağrıdır’da şöyle bir cümle kurar büyük usta: "Anadolu toprağı hoşgörünün, kardeşliğin, çeşitli ögelerin kaynağı, demokrasinin boy atabileceği bitek bir topraktır. Ahmaklık yapıp da bu toprağın kültürlerine, hoşgörüsüne karışmayalım."