Ergun Babahan
Erdoğan’ı demokrasi için birleşik cephe korkutuyor
Yandaş yazarların tavırlarından belliydi. Bu yazarlar, Saray’dan belirlenmiş konular doğrultusunda talimatla yazarlar. Kabataş palavrası sırasında beş-altısı aynı başlıkla bir yazı kaleme almış ve tarihin en büyük kitlesel yalanlarından birine sahip çıkmışlardı.
Adalet yürüyüşü başladıktan sonra CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu doğrudan hedef alan, terörle-FETÖ ile eşleştiren yazılar yazdılar.
Yine talimat doğrultusunda yürüyüş güzergahındaki kimi belediyeler katılımcılara su vermekten imtina etti, konaklama yerlerine gübre döktürüldü. Elinde silahla katılımcıları tehdit eden, yürüyüş güzergahına mermiler atanlar oldu…
Ama katılım her geçen gün büyüdü. Kemal Kılıçdaroğlu’nun tek kişilik Adalet yürüyüşü devleşmeye başladı. Kanun Hükmünde kararname kurbanları, gazeteciler, Barış Akademisyenleri, sanatçılar, anne-babası sudan gerekçelerle tutuklanmış çocuklar, adaletin ırzına geçilmesinden dolayı vicdanı sızlayan kitleler yürüyüşe destek verdi.
Cehennem sıcağında, inişli-yokuşlu bu uzun yürüyüşe katılım her geçen gün arttı, artıyor.
Sonunda Erdoğan kalemşörlerin, yandaşların çabalarının yetersiz kaldığını görüp doğrudan topa girme ihtiyacı hissetti. Dağarcığı sınırlı olduğu için yine aynı söylemi tutturdu: FETÖ, teröristlerle işbirliği, hendeklere gömme, ezme, yıkma…
Bir ülkenin yöneticisinin ağzından sadece nefret ve öfke dolu sözler çıkıyor olması, o ülkenin içler acısı halinin en açık göstergesi aslında. Sevgiden, empatiden yoksun bir lider ve söylemi, ülkenin içinde bulunduğu parçalanmışlığından derinleştirmekten başka bir sonuç vermiyor. Fay hatlarının kırılganlığını artırıyor.
Erdoğan, Adalet Yürüyüşü’nün ‘Hayır’ Cephesi’nin saflarını sıkılaştırma potansiyeli taşıdığının farkında. Yürüyüşten çok sonuçlarından korkuyor. CHP’nin her türlü frenine rağmen Kürtlerin böyle bir cepheye vereceği desteğin işini çok ama çok zorlaştıracağını görüyor.
Üzerinde uzaklaşılacak ilkeler atla deve değil çünkü: Toplumsal sorunların çözümünde şiddet kullanımına karşı olmak, demokrasiye inanmak ve saygı duymak, hukukun üstünlüğüne sahip çıkmak ve Avrupa Birliği ilke ve standartlarını hedeflemek...
Hasan Cemal abimiz altını çizmiş yazısında:
‘‘Kemal Kılıçdaroğlu'na ve bütün adalet yürüyüşçülerine selam olsun.
16 gündür yürüyorlar.
268 kilometre geride kaldı.
Ve yürüdükçe büyüyorlar.
İki haftada 15 bin kişiye ulaştılar.
Adalet çığlığı çölde atılan nafile bir çığlık gibi boşa gitmiyor.
Büyüdükçe büyüyor, ses getiriyor.
Çünkü adalet çığlığı vicdan sahibi herkesin içinde, yüreğinde bir şeyler kıpırdatıyor.
Hangi görüşte, hangi inançta olursa olsun vicdanı olan herkese ulaşıyor adalet çığlığı.
Çünkü adalet çığlığı herkes için atılıyor.
Hak hukuk için atılıyor.
Demokrasi için atılıyor.
Özgürlük için atılıyor.
Eşitlik için atılıyor.
Bu yüzden çölde atılan çığlık gibi boşa gitmiyor adalet çığlığı.
İnsanlar görüşlerinden dolayı eziyet görmesin diye atılıyor adalet çığlığı.
Baskı görmesin diye atılıyor.
Zulüm görmesin diye atılıyor.
Hapse girmesin diye atılıyor.
İşinden gücünden olmasın diye atılıyor adalet çığlığı.
Bunun için de boşa gitmiyor.
Ve yürüdükçe büyüyor adalet yürüyüşçüleri.
Siyasal tarihimizde bir ilki yaşatıyorlar Türkiye'ye.
Herhangi bir parti bayrağı olmaksızın, herhangi bir görüş ayrımı olmaksızın, bu memlekette vicdan sahibi herkesi adalet bayrağı altına çağırıyorlar.’’
Burada bir başka T24 yazarı Oya Baydar’ın söylemine dikkat çekiyor ve aşağıdaki satırlarına aynen katıldığımı belirtmek istiyorum:
‘‘Adalet Yürüyüşü’nü, Kılıçdaroğlu’nun ertesi gün yürümeye başlayacağını açıkladığı andan itibaren ama’sız destekledim, destekliyorum. Kimin başlattığının, kimlerin katıldığının, kimlerin katılmadığının; başlatanın ve yürüyenlerin hangi ideolojiden, hangi inançtan, hangi partiden olduklarının; geçmişteki hatalarının, sevaplarının, kimilerine göre günahlarının (günahsız olan, ya da kendini günahsız sanan ilk taşı atsın) önemi yok benim için. Madem ki adalet talebiyle yollardalar, önceleri adaletsizlik yapmış bile olsalar, bugün geldikleri noktanın bir çeşit özeleştiri de olduğunu düşünüyorum.
Ancak, adalet kavramının ve sloganının siyasî ve kişisel emeller uğruna araçsallaştırılmaması, tekele alınmaması, yani herkes için adalet olarak içselleştirilmesi şartıyla…
O/onlar oradaysa ben/biz yokuz, ya da şunun veya bunun katılmaya hakkı yok, ya da o/onlar önce özeleştiri yapsın/lar türünden ama’lı yaklaşımlar adaleti sadece kendisi, kendi grubu, kendi partisi, kendi ideolojisi, kendi doğrusu, kendi egosu için istemenin örnekleridir.’’
Üzerine birleşmemiz gereken nokta basittir: Her türlü haksızlığa, hukuksuzluğa; mağdurun kimliğine bakmadan karşı durmak. Bölündükçe daha kolay lokma haline geliyoruz çünkü…
Diktaya, faşizme karşı durmanın yolu, demokrasi için birleşik cephe kurmaktan geçiyor.
Dünkü yazımda bu gerçeğin altını çizmiş ve özellikle Cemaat mensuplarının uğradığı haksızlıklara mesafeli durmamak gerektiğini vurgulamıştım. Fehim Işık arkadaş, Artı Gerçek’e haksızlık yaptığımı düşünmüş.
Haklı olduğu bir nokta var… Artı Gerçek ekibi çok zor şartlarda, çok az insanla iş yapıyor. Bu şartlarda gerek haber portalını, gerek televizyonu getirdikleri yer mucizevi. (Bu arada bizi insan hakları avukatı olduğunu söyleyerek kandıran Erdal Doğan'ın aslında müthiş bir gazeteci olduğunu keşfettik!)
Artı Gerçek gerek yurt içinde, gerek yurt dışında güvenilir, itibarlı bir haber kaynağına dönecek.
Bu konuda hiç bir kuşkum yok.
Artı Gerçek haber seçimi, yazar yelpazesiyle benim arzuladığım, içselleştirdiğim çoğulculuğun, çok sesliliğin önemli bir temsilcisi. Yaptığı hizmetin önemi bu karanlık günler bitince daha iyi anlaşılacak.
Ama benim vurguladığım gerçek bir başka: Gerek Erdoğan’ın söyleminden, gerekse geçmişte yaşananlardan dolayı Cemaat’e ve mensuplarına yönelik yaklaşımın yanlışlığı.
Cemaat’in yanlışlarını kendi mensuplarının kimi yazıyor, tartışıyor. Aralarında hala hep haklı olduklarını savunanlar da var, Kürt meselesinde Erdoğan’la neredeyse aynı noktada duranlar da var…
Ama Oya Baydar’ın dediği gibi, bugün dünün hesabını sorma günü değil. Yarını kurtarma günü.
Bunu yapmanın yolu, adalet kavramındaki, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ama’sız, noktasız, virgülsüz, sahip çıkmak. Zulmün hedefindeki mağdura Adalet’in gözü bağlı heykeli gibi yaklaşabilmek.
Bu kaostan, kargaşadan, içinde yaşanabilinir bir toplum yapısı çıkarabileceksek; bunu yapmamız şart.