Ergun Babahan
Erdoğan’ın Kürt açılımı oyunu tutar mı?
Ekonomi hızla çökmeye devam eder ve seçim günü yaklaşırken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şapkada tavşan arayışı sürüyor. Tavşan bulmak zorlaştı çünkü dışarıda atacağı adım kalmadı. Irak Kürdistan’ında başlattığı savaş arzu ettiği gibi gitmiyor, Yandaş medya Zap’ta ne olup bittiğine kör ve sağır olmuş durumda. Zafer haberi gelmedikçe, oylar kımıldamıyor, kötü haberler ise özenle gizlenip sansürleniyor.
Erdoğan Tel Rifat ve Menbiç harekatlarını bir süredir ağzına almıyor. Milli Savunma Bakanlığı hazırlıkları tamamlar tamamlamaz harekete geçileceğini açıklamıştı ancak Washington’dan sonra Moskova’dan da yeşil ışık gelmeyince hazırlıklar bir türlü tamamlanamadı. Erdoğan da konuyu gündeme getirmiyor.
Yunanistan’la gerilim bir yere kadar tırmandırılabilir, daha ötesi büyük umut bağlanan turizm için felaket olmakla kalmaz, bütün Batı dünyası karşısına alınmış olabilir. O kadar afra tafrayla ortaya koydukları "Mavi vatan" projesi Fransa’nın bir uçak gemisi görmesiyle rafa kalktı, şimdi ki bir hamlede tüm Avrupa Birliği ve Amerika karşısında olacak. Batı dünyası bu konuda Atina’ya hem tam destek veriyor, hem de muazzam istihbarat akışı sağlıyor.
Bahçeli’yi yanına alıp Kuzey Kıbrıs’a gitti, "Maraş’ı açacağım" iddiasında bulundu ama tepkinin sertliğini görünce onu da yapamadı. Yani tam köşeye sıkışmış durumda…
Ya bir çılgınlık yapıp KDP ile birlikte Musul-Kerkük hamlesinde bulunmayı deneyebilir ama Zap’ta yaşanan sıkıntılar ve Batı ve Arap dünyasının tepkisi bölgeyi kaosa sokacak böyle bir hamleye de izin vermez.
Geriye sadece Kürtlerle sözde bir barış süreci başlatmak kalıyor. Yandaş kalemlerin giderek bu söylemi, Kürt-Türk kardeşliğini öne çıkarmaya başlaması Saray’da en azından bir fikir jimnastiği yapıldığını gösteriyor. Meclis Başkanı Mustafa Şentop’un başdanışmanı gibi bir titri de bulunan Habertürk yazarı Nasuhi Güngör’ün aşağıdaki satırları bir plan ve talimat çerçevesinde yazdığı anlaşılıyor:
"Bu tablonun ortasında Türkiye kendi güvenliğini ve istikrarını sağlamak için bugünkü adımlarını zenginleştirecek neler yapabilir?
Kürtlerle kader birliği yapmak dışında kalıcı bir çözüm olmadığını ve bunun, kendilerinin Türkiye’ye karşı bir tehdide dönüştürülmesine gönüllü olanlara rağmen yapılması gerektiğini yazarak tamamlayayım."
Bunun için MHP’de temsil edilen kesimlerin iknası gerekiyor elbette. "Köprüyü geçene kadar ayıya dayı dememiz lazım" denilerek oradan onay alınabilinir.
Mesele Kürtlerin iknasında…
Kürtleri için yeni bir çözüm veya barış sürecine ihtiyaç yok aslında…
Erdoğan’ın samimiyet sınavından geçebilmesi için öncelikle tüm tutsak Kürt siyasileri serbest bırakması, kayyım uygulamasına son vermesi, Kürt dili ve kültürü üzerindeki baskılara son vermesi, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu görevden alması, Rojava’ya yönelik işgal tehdidinden vazgeçmesi, insansız hava araçlarıyla Kürt ve Ezidi sivilleri hedef almaya son vermesi yeter…
Kurduğu ortaklık bunu yapmasına el vermeyeceği için muhtemelen Abdullah Öcalan kartına başvuracak ve İmralı üzerinden Kürt halkı üzerinde etkili olmaya çalışacak. Ancak hem Kandil, hem Kürt siyaset sınıfı hem de Kürt halkı artık çok iyi biliyor ki, Öcalan İmralı’da kaldığı sürece gerçek bir barış süreci mümkün değildir. Burada da elimizde Mandela örneği var.
Öcalan’ın kendisi 14 Ekim 2013’te bu hususun altını bizzat çizmişti:
"Mandela örneğine dönersek: 1990 yılının başlarında, Güney Afrika rejimi tarihi bir seçenekle yüz yüze kaldı: Ya iç savaşı derinleştirecek ya da çözüm için kapsamlı görüşmeleri başlatacaktı. Sadece bu iki seçenek mevcuttu ve bu ikisi arasında sağduyu ağır bastı. Savaşın daha da derinleşmesini önlemek için Mandela serbest bırakıldı. Benim durumum da aynı. Son dört yıldır benzer bir süreçten geçiyorum. Ya müzakere edilmiş bir çözüm veya iç savaş. Sorunlar, süreç ve ülkeler (Güney Afrika ve Türkiye) bu açıdan birbirine çok benziyor."
(Cengiz Çandar: Turkey’s Mission Impossible, War And Peace With Kurds… Sayfa 157)
Güney Afrika rejimi müzakerelere ciddi biçimde başlamış ve yürütmüştü. Bunu göstermek amacıyla Mandela 18 yıldır esir tutulduğu Roben Adası’ndan Cape Town şehrinin eteklerindeki Pollsmoor Cezaevi’ne sevk edilmişti. Burada kaldığı iki yılın ardından koşulları daha da iyileştirildi ve yarı-açık cezaevi uygulamasına geçildi. Cezaevinden çıkıp gezmesine izin verildiği gibi yabancı ülke temsilcileriyle görüşmeler gerçekleştirmesi de sağlandı. Sonunda da istihbarat yetkilileri değil, rejimin Adalet Bakanı gibi siyasi yetkililerle müzakerelere de başladı.
Kürtler muhtemelen ya hemen bir demokratik açılım ya da Abdullah Öcalan’ın devreye gireceği bir senaryoda Mandela benzeri koşullarda ısrar edecektir. Bu tabloda Erdoğan’ın Kürt kartı çok güçlü görünmüyor, tek şansı muhalefetin Kürt kartının bile olmayışı…