Koray Düzgören

Koray Düzgören

Erdoğan’ın muhalefetsiz seçim planı

Mesele, seçimlere muhalefetin tasfiye edilerek ya da iyice sindirilerek gidilmesi meselesi.

Gidişat, Hitler’in seçimle gelip, zaman içinde muhalefetin bir kısmını hapsederek, bir kısmını sindirerek tek başına iktidar olması örneğine çok uygun.


CHP, Çanakkale’de toplayacağı ‘Adalet Kurultayı’ ile uğraşıyor.

Kongre’nin 5 gün olmasını öngörüyor. Hükümet’in ise gönlünden kopan sadece 4 gün.

‘Adalet’ meselesini 4 gün konuşmanız yeter de artar bile demek istiyor.

CHP işin hamasetinde. Toplantı 30 Ağustos Zafer Bayramı’na kadar uzasın istiyor. Bunun için Hükümetle görüşmeler sürüyormuş.

Belki de ikna ederler kim bilir?

AKP Genel Başkanı Erdoğan ise önümüzdeki seçimlerin hesabı kitabı içinde. Cumhurbaşkanlığı seçiminde alması gereken yüzde 50’nin üzerindeki oydan başka düşüncesi yok.

Erdoğan, Doğu Karadeniz gezisinden bu yana seçimlere ilişkin endişesini dile getiriyor ve sürekli parti teşkilatını hem eleştiriyor hem de uyarıyor

Buna rağmen teşkilattan gelen haberler pek iç açıcı değil. Kendi yaptıkları anketlerde bile yüzde 45’i ancak bulabildikleri söyleniyor.

Bu nedenle bir yandan muhalefetin üzerine yükleniyor bir yandan da hamasi ve ayrımcı söylemini sertleştiriyor, dilini keskinleştiriyor.

İdamın Meclis’e getirileceğini ve kendisinin de bunu onaylayacağını söylüyor. Böyle bir karardan sonra Avrupa’dan dışlanmayı göze alır mı?

Almış gibi davranıyor ama belli olmaz. Bu sonucun seçimleri olumsuz etkileme ihtimali varsa gelsin oportünizm…

FETÖ ve terör sanıkları ile mahkumlarına tek tip elbise giydirmeye kararlı olduğunu duyuruyor.

Nitekim onun bu sözlerini emir kabul eden hükümetin sözcüsü dün yeni bir KHK ile tek tip elbiseyi getirmeye hazırlandıklarını açıkladı.

İktidar bu tek tip elbise kararı ile cezaevlerinin cehenneme dönebileceği ihtimalini sanki hiç hesaba katmıyormuş gibi davranıyor.

Ya da bu nedenle ortaya çıkacak gerilim ve çatışmadan da medet umuyor.

Çünkü, başta gazeteci ve yazarlar, yayıncılar olmak üzere ‘terör’ gerekçesiyle tutuklu ya da hükümlü bulunanların çoğunun bu elbiseleri giymeme kararında oldukları şimdiden biliniyor.

Buna rağmen bu kararın yürürlüğe sokulmak istenmesi, iktidarın bu insanlık dışı uygulamadan bile oy devşirmeye çalışacağına ilişkin iddiaları güçlendiriyor.

HDP’YE YÖNELİK ZORBALIK VE GÖZALTILAR

Erdoğan, yolsuzluk ve rüşvet batağına saplanmış partisinden arta kalan ne varsa onu toparlamaya çalışıyor. Herhalde böyle bir örgütle yeni bir seçim kazanmanın normal şartlarda -hile, hurda, YSK olmadan- kazanılmasının neredeyse imkansız hale geldiğinin o da farkında.

Böyle bir durumda ne yapılır?

Tabii karşınızdaki muhalefet saflarını zayıflatmak, mümkünse ortadan kaldırmak en kestirme yol.  OHAL’in ilanından bu yana yapmaya çalıştığı da bu aslında. FETÖ ile mücadele adı altında yapılanlar var ama esas amaç muhalefeti, muhalif güçleri ve muhalif gazeteci, yazar, çizeri susturmak. Tamamen tasfiye etmek.

Erdoğan aslında bunu 15 yıldır imkan buldukça yaptı. Bu sefer, 15 Temmuz’da ‘Yüce Tanrının bulunmaz bir lütfuna’ da mazhar olduğu için işi daha da kolaylaştı.

OHAL’i de arkasına alıp HDP’nin üzerine yüklendikçe yükleniyor. Parti yöneticilerine, üyelerine ve seçilmişlerine yönelik gözaltılar, tutuklamalar, mahkumiyetler durmaksızın sürüyor. Hatta daha da hızlanmış bulunuyor.

Milletvekillerinin biri alınıyor, ötekisi bırakılıyor. Sonra birkaç tanesi birden alınıyor. İş çocuk oyuncağına döndü.

Şimdi yolsuzluk ve bananecilik batağında debelenen bir partinin yeniden genel başkanı olduğu. Bu nedenle de yeni gözaltı, tutuklama, ev baskınları, polis zorbalığı furyası hız kazanmış bulunuyor.

HDP’nin İzmir’de başlayan ‘Vicdan ve Adalet Nöbeti ’ne yönelik baskı ve engellemeler had safhada. Nöbet alanında neredeyse her şey yasak.

Polis valinin emriyle sarı basın kartı olmayan gazetecilerin nöbet alanına girişini yasakladı.

Ülkede sarı basın kartı olan gazeteci sayısı iyice azalmışken bu kısıtlama

zaten son derece zor koşullarda çalışan medya çalışanlarını görevlerini yapamaz hale getirdi. Bugünkü koşullarda medya çalışanlarının çok azının sarı basın kartı olduğu, kartı olanların çoğunun ise kartlarının iptal edildiği biliniyor.

Ayrıca bu uygulama ile iktidar, "Size basın kartı veren biziz, eğer bizim istediğimiz gibi çalışmazsanız kartlarınız iptal ederiz" diyor.

Aslında, "kartınız sizin olsun" demek gerekir ama iktidar, "Benim verdiğim kartı olmayana gazetecilik yaptırmayız" dayatmasıyla halkın haber alma hakkını bir de bu şekilde engelliyor.

KILIÇDAROĞLU’NA DA TUTUKLANMA GÖZDAĞI

Erdoğan, geçenlerde, ‘Suriye’ye gönderilen MİT silahları’ davasında uyduruk bir gerekçeyle tutuklanan Enis Berberoğlu’nun hapisten, "Buradan çıktım, çıktım. Çıkmadım, açıklamalarda bulunacağım" diye Kemal Kılıçdaroğlu’nu tehdit ettiğini söyledi.

Böyle bir iddiayı bir ülkenin Cumhurbaşkanı niçin dile getirir?

Enis, ‘casusluk’la suçlanıyor. Böyle bir bağlantıyı bahane ederek CHP’nin Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da ‘casusluk’la suçlanabilir.

Ve hapse atılabilir (mi?).

Bu iddiayı tersinden okuyun.

Cumhurbaşkanı Enis’e diyor ki, "Genel Başkan’ın hakkında konuşursan, TIR’daki silahlarla ilgili belgeleri, fotoğrafları ondan aldığını söylersen seni hapisten çıkarırım."

Tabii Enis bu teklifi de, eşi aracılığı ile CHP genel merkezini arattığına ilişkin iddiaları da reddediyor. Yazılı bir açıklama ile "hukuksuz bir şekilde iki aydır bir koğuşta tek başına olduğunu, ailesi dışında sadece avukatları ve CHP milletvekilleriyle görüştüğünü, neler görüştüğünün de onlardan sorulabileceğini" söylüyor.

Ve ekliyor: "Adaletin tecelli etmesi engellenebilir, hukuken aklanmam gecikebilir, çektiğim eziyet uzayabilir. Ama hiçbir halde benden suçlu, iftiracı ve ortada bir suç olmadığı için itirafçı çıkmaz."

Enis’in, içerdeki Cumhuriyetçilerden bazılarının arkadaşı olmakla övünen bir ‘Ankara’ gazetecisi, Murat Yetkin’in bu konudaki değerlendirmesi harika.

"Cumhurbaşkanını çevresi yanıltmış olabilir" diyor.

Hani yandaş gazeteci bile bu kadarını yapamazdı.

"Cumhurbaşkanı,‘FETÖ’cüler tarafından  hep yanıltıldı, aldatıldı. Bu sefer de Enis konusunda onu aldattılar" demek istiyor adeta.

Kapıkulluğunun bu kadarına pes doğrusu…

Hani neredeyse Cumhuriyetçi arkadaşlarının da kendi istekleriyle zindana girdiklerini söyleyecek. Çünkü bir türlü onları içeri tıkan iradeden bahis yok.

O da farkında, söz etmediği iradenin Kılıçdaroğlu’nu da Demirtaş’ın yanına gönderme niyetinde olduğuna.

Ama yine de şunları yazıyor:

"Bu iş yalnızca Enis Berberoğlu’nun "eziyetini uzatmakla" kalmaz, ucu ana muhalefet CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun hapse atılması girişimine dek varabilir, o da ne Cumhurbaşkanı Erdoğan, ne de Türkiye için gurur verici bir gelişme olur. Zaten HDP Eş-Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın hapiste olduğu ortamda ne Türkiye, ne Cumhurbaşkanı Erdoğan muhalif liderlerin hapiste tutulduğu bir ortama layık görülmeli."

Mesele, Murat Yetkin’in Ankara gazetecisi diplomatlığı ve çaktırmadan yandaşlığı ile ifade etmeye çalıştığı, "Bu işler ne Türkiye’ye ne de Erdoğan’a layık görüntüler değil" diyerek geçiştirilemez. Mesele ciddi.

Mesele, seçimlere muhalefetin tasfiye edilerek ya da iyice sindirilerek gidilmesi meselesidir.

Böylece gidişatın, Hitler’in Almanya’da seçimle gelip, zaman içinde muhalefetin bir kısmını sille tokat hapsederek, bir kısmını sindirerek tek başına iktidar olması örneğine çok uygun bir şekilde cereyan etmesi sağlanmış olacaktır.

CHP’de birçok aklı başında milletvekili durumun vahametinin farkında. Ama üst yönetim dahil büyük çoğunluk hala Çanakkale Kongresi’ne odaklanmış vaziyetteler.

"Kongreyi 30 Ağustos’a kadar uzatıp mı toplasak, yoksa iktidarın lütfettiği 4 günle sınırlayıp mı toplasak" hesapları içindeler.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Koray Düzgören Arşivi