Erdoğan teslim, AKP rehin

Ortaya dökülenlere bakılırsa gladio eski ve yeni kadrolarıyla ittifak halinde ipleri ele almış görünüyor.

İNCİ HEKİMOĞLU

Hani Recep Tayyip Erdoğan sık sık söylüyor ya "Neredeeen Nereyee" diye, gerçekten doğru söylüyor.

AKP’nin henüz adını Ak Parti olarak tescil etme ihtiyacı duymayacak kadar ‘ak’lığından emin olduğu günlerdi.

2008 yılıydı. Metris Cezaevi’nde bir siyasi tutuklunun işkenceyle öldürüldüğü haberi düştü ajanslara. Adı Engin Çeber’di. Malum, o sıralar medya henüz havuza bağlanmamıştı.

Olayın kamuoyuna mal olması üzerine hiç beklenmedik ve o güne dek hiç tanık olmadığımız bir şey oldu. Şahsen ben ve benim gibi körü körüne  AKP düşmanı olmayan herkesin heyecanla izlediği o anı tarihe geçiren, dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’di. Şahin basının karşısına geçti, Engin Ceber’in işkenceyle öldürüldüğünü doğrulayarak şunları söyledi: "Devletim ve hükümetim adına yakınlarından özür diliyorum. Sorumluları kimse, sonuna kadar gidilecektir. Kimsenin şüphesi olmasın."

Devlet ilk kez işkenceyi resmen kabul ediyor ve özür diliyordu.

Yanılmıyorsunuz aynı AKP ve aynı Mehmet Ali Şahin’den söz ediyoruz. Yani başkanlık anayasasını savunacak makul ve mantıklı bir ‘evet’ gerekçesi bulunamadığından Kılıçdaroğlu’na "Evet deyip evlenmeseydin üç çocuğun olmayacaktı" diyecek kadar saçmalayan kişi.

Artık, cezaevlerinde domuz bağı ile işkence iddialarının ayyuka çıktığı, çırılçıplak işkence fotoğraflarının bizzat devlet eliyle servis edildiği günlerdeyiz.

2008 yılındaki yolsuzluk- yoksulluk- yasaklarla mücadele etme vaadinden, ülkeyi yolsuzluk-yoksulluk-yasaklar içinde boğma noktasına getiren servet-koltuk-güç hırsı AKP’yi bir uçurumun kenarına getirip bıraktı.

Son sekiz yılda bütün ittifaklarını harcadı. Önce liberal ve demokrat kesimleri kaybetti. Yol arkadaşlarını birer birer saf dışı etti. İktidar ortağı Gülen cemaatiyle nikah bozdu. Yanlış dış politikaları nedeniyle Batı’nın açtığı krediyi tüketti.

İçinde yüzdüğü para ve kan deryası, iktidarı bırakmasına engel olan tek pranga şimdi. O söküp atmak zorunda olduğunu söylediği pranga tam da bu. İktidardan inerse hesap vermek zorunda olduğunu biliyor.

Hepsi bu da değil. Ortadoğu’daki yeni paylaşım savaşında Türkiye’nin bir ‘tek adam’ın iki dudağının arasında olması meşhur "üst akıl"ın da ilk tercihi niye olmasın?

Tam da Erdoğan’ın dediği gibi, asker-sivil bürokrasiyle, meclis onayıyla, yargıyla falan uğraşmak zorunda kalmadan hızlı biçimde hareket ederek, "üst akıl"ın verdiği her rol kolayca yerine getirilebilir.

Tersi durumda, "üst akıl"ın hangi dosyaları devreye sokacağı, hangi tehdit araçlarını kullanacağı bilinmez. Üstelik onca kurumu devreden çıkarmaya çalışmak zordur ama bir tek adamı devreden çıkarmak kolaydır.

Aynı şey yalnız "üst akıl" için mi geçerli?

Gelelim bugün hakim olan "devlet aklı"na. Orası daha da karışık. Devlet içinden istihbarat alabilen yazarlara bakılırsa, Erdoğan adeta eski gladio kadrolarına teslim olmuş durumda.

Devlet Bahçeli elbette ki temsil ettiği kesim nedeniyle bir fikir veriyordu ama bu isme Mehmet Ağar’ın eklenmesi tabloyu tamamlıyor. İddiaya göre Süleyman Soylu’nun bakanlığını yaptığı İçişleri’ne ‘davet üzerine’ Mehmet Ağar el koymuş.

Yarın "Yeşil" piyasaya çıksa, zaten protokolde ağırlanan Veli Küçük’e resmen görev verilse şaşırmayız.

Sedat Peker’in Alaattin Çakıcı’nın yeraltı dünyasından siyaset dünyasına geçtiğine tanık olduğumuz günlerde, Ağca’nın özel izinle Çakıcı’yı niye ziyarete gittiğini, görevi kimden aldığını da bir gün öğreniriz.

Öte yandan MHP’li Sinan Oğan ve Ümit Özdağ’dan kan dondurucu bilgiler akıyor.

Özdağ "kontrollü bir kaos" planlandığını, bu bahaneyle ‘hayır’cıların toplanacağını veya sindirileceğini söylerken, Oğan "esnafa AKP kamplarında silah eğitimi" verildiğini ve muhaliflerin üzerine salınacağını açıklıyor.

Hatırlanacağı gibi Akit yazarı Abdurrahman Dilipak 15 Temmuz gecesi  ‘birilerine’ attığı tweet’lerle "silahlarınızı alın sokağa çıkın’ çağrısı yapıyordu.

Dilipak’ın SADAT bağlantısını da önemle not etmek gerekir. SADAT 2012 yılında Aydınlık gazetesinde şu haberle tanıtılmıştı: "Suriyeli ve yabancı militanlar, AKP Hükümeti’nin özel bir şirket olarak kurdurduğu SADAT tarafından eğitiliyor ve silahlandırılıyor."

SADAT’ın danışmanları arasında Dilipak da bulunuyor.

Bu iddiaların her biri için savcıların derhal harekete geçmesi gerekirken yargı acıklı biçimde üç maymunu oynuyor.

Belki daha da önemli bir iddia da HDP’li Garo Paylan’dan geliyor. Paylan AKP milletvekillerinden "Hayatından endişe ettiğini, baskı, tehdit altında olduğunu söyleyen oldu. Herhangi bir şekilde ‘Kral çıplak’ diyemediklerini, bunu deme durumunda başlarına her türlü şeyin gelebileceğini söyleyen oldu" diyor.

Ortaya dökülenlere bakılırsa gladio eski ve yeni kadrolarıyla ittifak halinde ipleri ele almış görünüyor.

Bu kez, Erdoğan’ın eski müttefiklerine yaptığı gibi, işi bitince kolayca harcayamayacağı bir karanlık koalisyondan söz ediyoruz.

AKP’nin ise artık parti olduğunu kimse söyleyemez. İradelerini teslim alan bir yapıya, belli ki ‘zorunlu nedenlerle’ partiyi feda ettiler.

Artık AKP’nin bittiğini söyleyebiliriz. Ama ne yazık ki AKP’nin bitişi demokrasiye kazandırmadı. Tersine ‘Susurluk’ yıllarına geri dönüyoruz.

Keşke AKP 2008’deki vaatlerini tutsa ve hep birlikte kazansaydık.

Ülkeyi de kendilerini de uçuruma sürüklüyorlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi