Koray Düzgören
Erdoğan, Trump'a Sarraf için ne verir?
Tayyip Erdoğan, -kendi açıklamasına bakılırsa- 15-16 Mayıs'ta nihayet ABD'ye gidip Trumpla görüşecek.
Belki de referandum sonucundan çok bu görüşmeyi merak eden Erdoğan neredeyse 100 gündür bu günü bekliyordu.
Türkiye tarafı bu görüşmeye çoktandır hazır. Erdoğan, Başkan Trump'a ne söyleyeceğini, neleri görüşeceğini hiç saklamıyor. Her gittiği yerde açıklıyor.
Konular malum:
"Şu PYD-YPG'yi bırakın. Biz daha iyi savaşırız. Rakka'yı bizim askerlerimizle ele geçirin. PYD-YPG ile bütün ilişkinizi kesin. İtibarımız iki paralık oluyor."
Suriye'de Türkiye'nin donatıp eğittiği cihatçı çetelerle ilgili meseleler de bu çerçevede ele alınacaktır mutlaka.
Fethullah Gülen'in, 'FETÖ'nün başı olarak iade edilmesi talebi meselesi var. Trump'a da aynen Obama yönetimine söylendiği gibi,"Bırakın canım şu hukukmuş, yargılamaymış, adaletmiş gibi kavramları, elden verin bize, halleşelim" deneceğini biliyoruz.
Buraya kadar olanlar uvertür sayılır. Sonra sıra, esas konuya gelecek.
Sarraf meselesine girilecek. Bunu Erdoğan, onun Adalet Bakanı ve diğer zevat zaten çeşitli kereler dile getirdikleri için biliyoruz. Hatta Trump'a neler söyleyeceğini de iyice öğrendik.
"Sarraf masum bir TC vatandaşıdır. Dosyasına baktık, tertemiz. Dolayısıyla serbest bırakın çoçuğu. Daha fazla tutmayın. Yargıymış, iddialarmış bunları fazla ciddiye almayın. Bu mesele siyasi zaten, hukuki değil. Biz aramızda anlaşırız" denilecek.
Sonra da hepimizin göğsünü kabartacak bir kararlılıkla, "Ne yapalım? Bir TC vatandaşının haklarını korumayalım mı?" diye de doğrudan Trump'ın suratına sorulacak...
Örtülü ödenekten çuvalla para ödenen Sarraf'ın yeni avukatları da aynı şeyi savunuyorlar zaten. "Sarraf'ın suçu ne ki? Silah ya da nükleer kaçakçılığı mı yaptı? Alt tarafı üçbeş kuruş parayı bir yerden bir yere transfer etti" diyorlar.
Aslına bakılırsa sadece Sarraf pazarlığı hayati bir konu Erdoğan – Trump görüşmesinde. Diğerleri garnitür.
Çünkü Sarraf davasında işler, giderek Erdoğanla ilintili bir hale geliyor.
Bu nedenle önce, bu davanın bilinenlerine ya da dava dosyasında neler var buna gözatalım.
Sarraf ya da Zarrab 19 Mart 2016 tarihinde Miami'de havaalanına adımını attığında banka dolandırıcılığı, kara para aklama ve ABD'nin İran'a yönelik ambargosunu delmek suçlamaları ile gözaltına alındı. New York'a götürüldü ve 75 yıla kadar hapis istemiyle tutuklandı. Hakkında 17-25 Aralık yolsuzluk davasına ilişkin -aralarında dört bakan ile üç bakan çocuğunun, Halk Bankası Genel müdürünün, ayakkabı kutularının "sıfırlayalım mı babacığım" kasetlerinin de bulunduğu- ayrıntılar dosyaya konuldu. 2013 yılında "istisnai kişiler" kapsamında Türk vatandaşı olan ve ve Rıza Sarraf adını alan bu kişinin İran'a yönelik ambargoyu delmek için yasadışı altın ticareti yaptığı, Tayyip Erdoğan'ın en yakın çevresinde olduğu, Emine Erdoğan'ın Sarraf ve şarkıcı eşiyle yardım toplantısında çekilmiş fotoğrafları da dosyada. Sarraf'ın serveti, özel uçağı, lüks otomobilleri ve milyonlarca dolar değerindeki sanat koleksiyonu listesi de mahkemenin bilgisi dahilinde.
Dolayısıyla, konu oldukça ciddi. Erdoğan, Sarraf tutuklandığından beri onu oralarda yalnız bırakmadığını, gördüğü her Amerikalı'dan Sarraf'ı sorduğunu her fırsatta dile getirdi. Dolayısıyla adeta Sarraf'a medya üzerinden mektup yolladı. Sarraf tutuklandıktan 6 ay sonra BM toplantısı için gittiği New York'tan dönerken uçağında gazetecilere, "ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ile yaptığım görüşmede Sarraf'ı da gündeme getirdim" dedi. Hızını alamayıp davanın savcı ve yargıcı için "Bunlar FETÖ'cü zaten" dedi.
Şubat ayı sonlarında Newyork'un eski belediye Başkanı Rudolph W. Giuliani ile George Bush döneminin Adalet Bakanı Michael B. Mukasey'in Türkiye'ye geldikleri, sarayında Recep Tayyip Erdoğan'la görüştükleri bilgisi önce Amerikan medyasında yer aldı. Ardından da dava dosyasına girdi. İkili, Sarraf'ın avukatlar ordusuna katılmış ve "Erdoğan ile ABD hükümeti arasında davanın diplomatik olarak nasıl çözülebileceğinin" yollarını aramıştı.
Aynı günlerde savcı Preet Bharara'nın Trump yönetimi tarafından Obama döneminin bir çok savcısı ie birlikte görevden alınması Erdoğan'ı umutlandırdı.
Ancak, Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Atilla'nın Sarraf davasıyla ilintili olarak New York havaalanında tutuklanması ise dava açısından yeni bir şüreci başlattı. Atilla'nın kurban seçildiği ve Sarraf'la görüşme yapması için tutuklanacağını bile bile ABD'ye gönderildiğini iddia edenler de oldu.
Başta Erdoğan olmak üzere AKP iktidarı Sarraf'ı medya önünde savunmaktan hiç geri durmadı. ABD'nin yeni yönetiminin Türkiye'ye ilk ziyaretçisi Dışişleri Bakanı Rex Tillerson'dı. Mehmet Atilla'nın tutuklanmasından 1 gün sonraki ziyaretinde Erdoğan ile Tillerson arasında neler konuşulduğu açıklanmadı. Ancak bu kez de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu bu boşluğu doldurdu ve "tutuklama politiktir" mesajını yolladı.
Savcılık ve mahkeme heyeti şimdi israrla bu yeni iki avukatın davada üstleneceği rolü ve bir de bu ikilinin rekor ücretlerinin kimin tarafından ödeneceğini soruşturuyor. Mahkeme heyeti, "Hadi diyelim ki Sarraf bu parayı ödeyebilir ama Mehmet Atilla nasıl ödeyecek" sorusuna yanıt arıyor. Tabii bir de diplomatik çözüm derken neyi kastediyorlar onu sorguluyor.
Buraya kadarki bölüm, durumun hukuki cephesiydi. Biz bir de olayın siyasi tarafına bakalım.
Erdoğan başından beri, Sarrafla Türkiyeyi yönetenler arasındaki ilişkiler ortaya dökülmeden meseleyi nasıl kapatabileceğinin yollarını aradı. Bunun için çeşitli lobi şirketlerine milyonlarca dolar ödedi -ki bu şirketlerin yasadışı lobicilik faaliyetleri yüzünden Trump'ın da başı belada-.
Ve şimdi hileli referandumla elini güçlendirdiğini düşünen Erdoğan için pazarlık günü yaklaşıyor. Erdoğan ne isteyeceğini açıkça ilan etti. Peki karşılığında ne verecek? Önemli olan bu. Erdoğan iyi bezirgansa karşısındaki Trump da çaylak bir politikacı olabilir ama aileden emlak tüccarı. Herşeyi 'bunu verirsem ne alırım'la ölçen bir gökdelen taciri.
Yapılan pazarlıklarda, pardon görüşmelerde, Erdoğan taleplerini bildirdikten sonra elbette ki Trump'ın da karşı talepleri olacak.
Belki de pek bir şey demeyecek. Erdoğan'ın bu talepler karşısında ne vereceğine, nelere razı olacağına bakacak.
Rakka meselesi ve Gülen'in iade edilme konusunun çok önemli olmadığını Trump da biliyor. Rakka'da zaten operasyon çoktan Suriye Demokratik Güçleri ile başladı, devam ediyor. Tabqa düştü bile... Bu konunun pazarlık yapılacak bir tarafı yok.
Gülen'in iade meselesi için de karşı taraftan herhangi bir yeşil ışık yanmış değil.
Zaten Erdoğan açısından hayati olan da Sarraf davası.
Savcılık her vesile ile Sarraf'ın suçlarından ve suç ortaklarından söz ediyor, elinde kuvvetli deliller olduğunu açıklıyor. Buna karşılık Erdoğan, Sarraf'ın avukatlığına soyunup, "Biz dosyasına baktık. Suçu yokmuş çocuğun" diyebiliyor.
Bu durumda Trump da, " Peki sen Sarraf'ı istiyorsun da elinde ne var görelim" demez mi? "Sen bize ne vereceksin?" diye sormaz mı?
Meselenin püf noktası bu. Trump, güçlü, otoriter Türkiye Cumhurbaşkanı'nın bütün bölgesel ve iki ülkeye ilişkin önemli meseleleri bir yana bırakarak bir karapara aklayıcısı rüşvetçiyi canhıraş savunması ve onun bırakılması için ricacı olmasındaki sakatlığı farketmez mi?
Trump'ın Erdoğan'dan ne isteyeceği konusunda bir çok projeksiyon var. Bunları burada sıralamaya şimdilik gerek yok.
Böyle bir durumda Trump Erdoğan'dan birçok şey isteyebilir.
Trump ve yakın çevresinin başkanlık seçimi öncesi ve sonrasındaki Rus yönetimiyle ve Putinle ilişkileri ABD istihbarat kurumları tarafından ulusal güvenlik meselesi olarak değerlendirilmişti. Bu tartışmalar ve soruşturmalar hala sürüyor.
Erdoğan'ın Sarraf davasındaki rolü, duruşmalarda ortaya çıktıkça korkarım benzer bir tartışma bizde de gündeme gelebilir.
Erdoğan'ın Sarraf hassasiyeti ve davaya ilişkin vahim açıklamaları bu endişeleri pekiştirmeye yardım ediyor.