Ergun Çağatay

Büyük usta meselenin sadece görsel olmadığını, foto muhabirinin çektiği sahnenin tarihini, kültürünü de çok iyi bilmesi gerektiğini anlatmıştı.

Dev gibi bir adamdı. Kocaman gözleri vardı. İran asıllı Fransız meslekdaşı Reza'nın dediği gibi ''En iyi objektif gözdür, göz!'' ilkesini benimsemişti.

Onu en son, yaklaşık iki yıl önce Röportaj Atölyesinde konuşmacı olarak ağırlamıştık. 5. kattan Tarlabaşına bakan bir dairedeki 78'liler Girişiminin salonuna girdiğinde, büyülenmiş bir şekilde pencereye doğru yaklaştı ve ''Burada bir fotoğraf var!'' dedi. Haliç ve gerisi tabak gibi ortadaydı. ''Yarın gelip resim çekeceğim''.

Sonra bizim stajyerlere unutulmaz bir fotomuhabirliği sunumu yaptı. Ortadoğu'dan Güney Doğu Asya'ya Amerika'dan Fransa'ya fotomuhabirliği yaptığı yerlerde başından geçen olayları anlattı. Ağır ağır, sözcüklerini seçerek duru bir Türkçeyle konuşuyordu. Fotomuhabirliğinin sadece görsel ve teknik bir uğraş olmadığını, resmini çekeceği konuyu sahaya inmeden önce mutlaka okuyup araştırma gerekliliği üzerine durdu.

Ben aslında onu Paris'te iken tanımıştım.

''Ergun Çağatay, 15 Temmuz 1983'de Paris Orly Havalimanındaki terörist saldırıya uğrayana kadar Türkiye'nin en önemli fotomuhabirlerinden biriydi. O saldırıda ağır yaralandı, aylarca yanık tedavisi gördü. O dönemde ben de Hürriyet gazetesinin Paris muhabiri idim. ( Hiç kimse mükemmel değildir). Ergun'u hastanede birkaç kez ziyaret ettiğimi hatırlıyorum. Bu ziyaretlerden birinde Ergun, başından geçen, mesleği ilgilendiren, bence çok derin bir şekilde algılanması gereken bir olay/bir sahne anlattı: 'Ben de kuyruktaydım. Bomba kulakları sağır edercesine patladı. Havada uçtum galiba. Sonra küt diye bir sütunun ayağına düşmüşüm. Kendimden geçmek üzereyim. Hayal meyal hatırlıyorum. Sırtım kolona dayalı, her yerim kan içinde. Ayağa kalkacak takatim yok. Etraf çığlık çığlığa... O sırada irkildim. Flu görüyorum. Ama bir flaş çaktı tam karşımda ve yakınımda. Biraz dirilir gibi oldum ya da bir uyarıcı etkisi yaptı o flaş bende. Şimdi flaş diyorum ama o sırada parlayan bu ışığın flaş mı yoksa başka bir bomba mı olduğunu bilmiyorum. Sonra bir başka flaş daha çakınca, flu resim biraz daha netleşti. Karşımda, taş çatlasa, 50 santim önümde, genç bir foto muhabiri resmimi çekiyor benim. Çocuğun yüzünü göremiyorum, makineyi görüyorum sadece, zoomlu, motorlu bir Nikon. Flaşlar arttı. Flaş aralarında objektifi görüyorum. O objektifin yansısında, benim daha önce Afrika'da, Orta Doğu'da çatışma, savaş alanlarında çektiğim fotograflar geçiyor. Çok ilginç. Tabi sonradan da çok düşündüm bu sahneyi. Ben ki, daha önce, şimdi karşımda çömelip benim kanlı yüzümü/vucudumu çeken foto muhabirinin yerindeydim, avcıydım bir bakıma, ama şimdi av olmuştum. O sırada tabi öyle derin felsefe yapacak halim yok ama sonra çok düşündüm bu sahneyi. O çocuğun çektiği resimlerin bazılarını da çok sonra gördüm. Acaip bir şey yani...'. Ergun, genç meslekdaşını suçlayan bir tek sözcük kullanmamıştı. O sadece görevini yapıyordu. Sağlık ekibinden önce, büyük bir ihtimalle tesadüfen olay yerindeydi. Mesleği foto muhabirliği idi. Doktor olmadığına göre de o sırada orada Ergun'a ilk müdahale yapacak hali yoktu. Genç foto muhabiri, işini yaparken, flaşları patlatırken de, Ergun'u mesleki geçmişiyle olumlu anlamda yüzleştirmenin dışında, kimseye bir engel oluşturmuyordu.''

''Savaş Alanlarında Foto Muhabirliği'' başlıklı bu yazının tarihi 18 Ekim 2011

Paris'te Val-de-Grâce hastanesinde yatarken, SİPA ajansının sahibi rahmetli Gökşin Sipahioğlu ve birkaç arkadaş, Ergun abiyi ziyarete gitmiştik. Bembeyaz sargılar içindeydi, bir ayağı da askıda. Bakışları yorgun ama huzurlu. Henüz konuşamıyordu. Biz de camın arkasından el-kol işaretleriyle anlaşıyorduk. Ben moral vermek için yumruğumu sıkıp havaya kaldırdım. Başını zar zor sallayarak mesajı aldığını anlattı. Gökşin abi ise özel bir parmak işaretiyle Ergun'un bir organının çalışıp çalışmadığını sordu. Ergun ona da gözleriyle olumlu cevap verince, Gökşin abi rahatladı.

Çok çekti o dönemler. Neyse ki Fransız hükümeti tedavi ve tazminat konusunda yardımcı oldu. Ergun, patlamada hayatını kaybedenlerin aileleri ve yaralılarla tek tek uğraştı. (8 ölü 56 yaralı)

1937 İzmir doğumlu. Robert College'den sonra Istanbul Hukuk'ta okumuş. Biraz reklamcılıkta çalışmış. Sonra hep gazetecilik, fotomuhabirliği yapmış. AP, Gamma, Time/Life gibi önemli kurumlarda çalışmış.

ASALA saldırısı nedeniyle gazi olunca, aktif ve aktüaliteyle bağlantılı fotomuhabirliğini fiziki nedenlerle sürdüremeyeceği için uzun vadeli projeler üzerinde çalışmaya başlamıştı. Türkçe konuşan halklar üzerine müthiş bir çalışma yayınladı. 150 bin km. katedip 40 bin kare fotoğraf çekmişti. Orta Asya tarihi eserleri konusunda da güzel bir albümü var. Aral Gölünde ekolojik felaket resimleri de önemli. Son olarak Balkan Türkleri üzerine çalışıyordu.

Ergun abi tam bir gazeteciydi. Yani meraklı, araştırmacı bir insandı. Şan şöhret peşinde koşmadı. İktidarperver olmadı hiç. Hep iyi ve yeni işler yapmak derdindeydi.

Kemalistti ama dogmatik değildi. Babası CHP Senatörü olmuş.

Fotograf arşivi çok değerli. Herhalde iyi bir şekilde korunur, meraklıların erişimine açılır. Ama daha değerli olan bizzat kendisiydi. Belki 60 yıllık mesleki yaşantısında çektiği fotoğraflar, yazdıkları, anlattıkları, yazamayıp anlatamadıkları ile çekemediği fotoğrafların ötesinde ağırbaşlı, efendi, bilgili, kültürlü, mütevazı, hoşsohbet bir meslek büyüğümüzü kaybettik.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi