Ergun Özbudun’un ardından

Ergun Hoca her zaman, liberal-demokratik anayasal devlet idealinin gerçekleşmesinden, bu idealin gerçekleşmesinin önündeki engellerin kaldırılmasından yana olmuş, politik tavrını da, değişen dönemlerde, o dönemlerin koşullarına göre kendisi tâyin etmiştir

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde akademik yıl, diğer bütün yüksek öğretim kurumlarından farklı olarak, 5 Kasım günü başlar ve bütün bir yıl devam eder, Haziran ayındaki yıl sonu sınavlarıyla sona ererdi. Benim bu fakültedeki ilk dersim de, o zamanki akademik takvime uygun olarak, 5 Kasım 1976’dan sonraki Pazartesi gününe tesâdüf etmiş olmalı. Günü çok net hatırlamıyorum ama, aklımda kaldığı kadarıyla, o zamanki 1-B sınıfı olarak ilk dersimiz Anayasa Hukuku, hocamız da Ergun Özbudun idi. O yıl 1. sınıflar, Fakülte’nin ana binâsının arkasında yeni yapılmış olan amfilerde ders görmekteydi. Biz de, hevesli öğrenciler olarak ön sıralarda yerimizi almış, elinde siyah bond tipi bir çanta ile amfiye giren ve çantasını açarak içindeki kitapları kürsüye yerleştiren, eskilerin “müşekkel” diye niteleyecekleri boylu poslu genç bir adamı dinlemek için sabırsızlanıyorduk.

O ders yarım kaldı. Amfinin tepesinden başlayan bir itiş kakış ve yumruklaşmaların gürültüsüne gayri ihtiyârî dönüp baktıktan sonra tekrar gözlerimiz kürsüye döndüğünde, Ergun Hoca’nın kitaplarını toplayıp gitmiş olduğunu gördük. Zâten okul da tâtil edilmişti. Yakın târihin belki de en çalkantılı, en yoğun ve en yaygın sokak şiddetinin ortasına düşmüştük. Solcu grupların hâkim olduğu Fakülte’ye rahat vermek istemeyen, Fakülte’ye komşu Kurtuluş semtindeki Kredi ve Yurtlar Kurumu’na bağlı yurtlardan gelen “ülkücü” öğrencilerin saldırıları, derslerin sürdürülmesini imkânsızlaştırıyordu.

HAYLİ KİŞİSEL BİR BİYOGRAFİK NOT

Yarım kalan o dersten sonra, ciddî ciddî ders görebildiğimiz günler sayılıdır. Me’zun olduğum 18 Aralık 1980 tâihine kadar, hayli kesintili ve devamlılığı olmayan bir öğretim hayâtım oldu Fakülte’de. Ergun Hoca’yı da bir daha kürsüde görme imkânım olmadı, başka pek çok hocam gibi. 1976-1977 akademik yılı boyunca okul sürekli olarak bir açılıp bir kapanıyordu ve nihâyet, Mart ayında birgün Fakülte’nin ana kapısına yıl sonu sınavlarının Mayıs ayından îtibâren yapılacağını bildiren bir duyuru asıldı. Bundan sonraki yıllarda da durum çok değişmedi. Ergun Hoca’ya arada bir komşu Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki arkadaşlara uğradığımda rastlardım ama, tabiî bir lisans öğrencisi olarak hiçbir temasım olmamıştı.

1987’nin Aralık ayında doktora tezim kabûl edildi. Tez savunmamda bulunmak üzere Boğaziçi Üniversitesi’nden SBF’ye gelen merhum Şerif Mardin Hocam, benim çalışmamda o dönem Nokta dergisinde çalışmakta olan Ruşen Çakır’a bahsetmiş, “böyle ilginç, Kemalizm’e eleştirel yaklaşan bir tez var, senin ilgini çekebilir” diye. Ruşen Çakır da, hem beni arayıp bir röportaj yapmak istemişti. Bu arada, benim tezde eleştirdiğim ana eserlerden birinin yazarı olan Ergun Hoca ile görüşerek, onun da fikrini almış.

Bu durumu, Ergun Hoca beni telefonla aradığında öğrendim. Bu, yarım kalan 1976’daki ilk dersimizden sonraki ilk temastı ve tabiî herhangi bir 1. sınıf öğrencisinin amfiden Hoca’yı görmesi gibi de değildi, doğrudan ve birebir ve akademik bir talep içeriyordu. O târihlerde Türk Demokrasi Vakfı’nda (TDV) Başkanvekili konumunda olan Ergun Hoca, Vakıf’taki düzenli yapılan Cumartesi seminerlerinde çalışmamı sunmamı istiyordu. Hocam’ın doktorasını yeni vermiş ve hem de tez çalışmasında kendisini eleştirmiş olan bir öğrencisine gösterdiği nezâkete bakar mısınız? Seve seve kabûl ettim, tabiî ki!

Bu seminer, Ergun Hoca ile birebir mesâi yaptığımız uzun yılların başlangıcı oldu. TDV’nın Cumartesi seminerlerinin düzenlenmesinde, bu seminerleri de içeren bir Vakıf bülteninin yayınlanmasında bana aktif rol verdiği gibi, Hoca’nın gayretleriyle yeniden canlandırdığı Türk Siyâsî İlimler Derneği’nin yayın faaliyetinde hem ayrı ayrı, hem de bireysel olarak kitap ve makale çevirileriyle, aslında akademik literatüre bir hayli eseri kazandırma imkânı bulduk. Ergun Özbudun ile ortak imzâlı eserlerde yer almanın o zaman da, bugün de benim için bir gurur vesîlesi olduğunu ifâde etmek isterim.

BİZİ BULUŞTURAN ŞU MEŞHUR "VESAYET"

Ergun Hoca ile şahsen tanışmama ve onun nâzik, mütevâzı ve âlicenab kişiliğinin sonucu olarak, birlikte uzun yıllar mesâî yapmamıza vesîle olan doktora tezim, ilk kez 1990 yılında İletişim yayınlarından kitap olarak çıktı. Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi başlığını taşıyan bu kitaptaki temel tezim, Türkiye’de tek-parti döneminin hâkim ideolojisi olarak Kemalizm’in, yerli ve yabancı akademik çevrelerdeki baskın görüşün aksine, demokrasi ile bağdaşmazlığını vurguluyordu. Ergun Hoca, Ali Kazancıgil ile birlikte editörlüğünü yaptığı, Atatürk, Bir Modern Devlet Kurucusu (Ataturk. Founder of a Modern State) adlı İngilizce eserde yer alan “Kemalist Siyâsî Rejimin Doğası” başlıklı yazısında, Kemalist rejimin kalıcı bir tek-parti sistemini öngörmediğini, Kemalizm’in nihâî amacının Türkiye’de demokrasiye geçişi sağlamak olduğunu ileri sürüyordu.

Benim tezim, Ergun Hoca’nın siyâset biliminde o dönem baskın paradigma olan modernleşme teorilerinin etkisi altında üretilmiş bir yaklaşım olduğu ve bunun doğru olmadığı yönündeydi. Bir diğer deyişle, Ergun Hoca’nın, literatürde Tarık Zafer Tunaya ve Müurice Duverger’den başlayarak pek çok önde gelen siyâset bilimci, târihçi ve kamu hukukçusu tarafından savunulan “vesâyet” tezinin geçersiz olduğunu göstermek istemiştim.

Malûm, vesâyet tezi, Türkiye gibi, ekonomik gelişmişlik ve kültürel düzey bakımından demokrasiye uygun olmadığı düşünülen toplumların, önce demokrasi için gereken ekonomik ve kültürel koşulları sağladıktan sonra demokrasiye, yâni kendi kendilerini yönetmeye geçiş yapabileceklerini ileri sürüyor ve Kemalist rejimin de Türkiye’de böyle bir modernleşme programını ortaya koyduğunu savunuyordu. Bense bunun otoriterliği meşrûlaştırıcı bir teorik yaklaşım olduğunu, ayrıca Kemalizmin kendi içinde demokratik bir nitelik taşımadığını, dolayısıyla Türkiye’de Kemalist rejimin tasfiyesi olmadan demokratikleşmenin sağlanamayacağını vurgulamak istiyordum.

Ergun Hoca’nın yüce gönüllülüğü, benim bu tezlerimi sükûnetle karşılamasının ötesinde, bunları ciddîye alması, üzerinde düşünmesi ve hattâ süreç içinde değiştirmesinde yatıyor. Bir açıdan insanın kendisini de eleştirel bir biçimde sorgulaması anlamına gelen böyle bir yaklaşımı, Ergun Hoca’nın konumundaki bir kişinin gösterebilmiş olması, 1 Kasım 2023 günü yitirdiğimiz değerin büyüklüğünü de, hazin bir biçimde de olsa, ortaya koymaktadır.

ORTA DOĞU'DAN AVRASYA'YA "DEMOKRASİNİN KÜRESEL YÜKSELİŞİ"NDE ERGUN HOCA

Ergun Hoca ile birlikte tercüme ettiğimiz bir kitabın adı Demokrasinin Küresil Yükselişi idi. Marc Platter ve Larry Diamond’un editörlüğünü yaptıkları bu kitap, 1990’ların başında, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra beliren ve Orta Doğu’dan merkezî ve doğu Avrupa’ya, oradan Orta Asya’ya uzanan anayasal demokrasi düzenlerine geçiş süreçlerini konu almaktaydı. Ergun Hoca ile birlikte de, önce Antalya’da, sonra da İstanbul’da iki büyük uluslararası konferansı düzenleme görevini üstlenmiştik. İlki neredeyse tümüyle akademik, ikincisi ise o zamanlar yeni kurulan Venedik Komisyonu’nun da katkısıyla, daha pratiğe dönük konferanslardı.

Ergun Hoca’nın çeyrek asır boyunca üye olduğu Venedik Komisyonu’nun bu süreçteki katkılarını, Hoca’nın akademik katkılarıyla birlikte, politik süreçlere dâhil olma, bu süreçleri etkileme arzusunun da sonucu olarak değerlendirmeliyiz. Ergun Hoca, gerçekten, nitelikli akademik eserlerinin yanında, gündelik siyâsî ve hukukî sorunlara aktif olarak katılmakta hiçbir tereddüdü olmayan bir kişilikti. Bir anlamda eserlerini “fildişi kulesinde” masa başında üretmek diye târif edilen bir akademik insan olmamıştı, en azından benim 1987’den bu yana yakından tanıdığım Hocam böyle değildi.

2007 "SİVİL ANAYASA" TASLAĞI

Herhâlde unutulmamıştır, 2007’deki ünlü “367 Krizi” sonrasında, zâten çeyrek asırdır yeni bir anayasa ile değiştirilmek istenen 1982 Anayasası’nın yerine yeni, “sivil ve demokratik” bir anayasa yapılmasını elzem olarak gören AKP, böyle bir süreci başlatabilmek için öncelikle bir taslak oluşturmak istemiş ve Ergun Hoca’yla temas kurmuştu. Parlâmenter sisteme bağlı kalmak kaydıyla böyle bir çalışma yapabileceğini vurgulayan Ergun Hoca’nın, yine bir telefonla arayıp ekibinde yer almamı istemesi üzerine benim de dâhil olduğum bir ekip, 2007 Eylül’ünde bu taslağı tamamlayıp AKP yetkililerine sunmuştu.

Bu çalışma, öncelikle, Ergun Hoca’nın yukarıda vurgulamaya çalıştığım, akademik faaliyetlerini güncel politik ve hukukî gelişmelerden ayırmayan kişiliğinin en iyi göstergelerinden biri olarak görülmelidir. Çalışmanın muhtevâsı ve niteliği ise, kuşkusuz ayrı bir değerlendirme konusudur ve bugüne kadar çeşitli vesîlelerle bu tür değerlendirmeler yapılmıştır, bundan sonra da yapılacaktır.

Ancak, burada bir hususa dikkat çekmek isterim: Ergun Hoca ile birlikte hazırladığımız bu taslak, muhtelif internet sitelerinde erişime açıktır ve ayrıca Legal hukuk dergisi tarafından da gerekçeleriyle birlikte yayınlanmıştır. Okunduğu zaman görülecektir ki, 2007’nin “Sivil Anayasa Taslağı”, “iki kamaralı parlâmento” dışında, özünde ve pek çok ayrıntısında, 1961 Anayasası’nın ilk hâline neredeyse tümüyle denk düşmektedir. Bu noktayı vurgulamamın sebebi, Taslak hakkında, içeriğine hiç bakılmaksızın, kâh “federasyon”, kâh “şeriat” getiriyor gibi temelsiz suçlamaların yapılabilmiş olmasını hatırlatmaktır. Kaldı ki, AKP de bu taslağı benimsememiş ve kendisi anayasa taslağı olarak sâhiplenmemiştir.

ERGUN HOCA'NIN LİBERAL DEMOKRATLIĞI

Ergun Hoca’yı bu kadar kısa bir yazıya sığdırmak elbette mümkün değil, kimsenin de böyle bir şeye cür’et edebileceğini sanmıyorum. Hoca’nın akademik değeri, ulusal ve uluslararası çapı, eserlerinde fazlasıyla ortaya konmuş durumdadır. Dünyâ ve ülke politikasına aktif müdahale etme isteğinin arkasında, tıpkı “vesâyet” yaklaşımında olduğu gibi, bir “liberal-demokrat hukuk insanı”nın durmakta olduğu açıktır. Bu çerçevede, son zamanlarda dünyada ve Türkiye’de yükselen sağ otoriter dalga karşısında, “anayasacılık” terimi yerine “anayasalcılık” terimini yeğlemesini ve bu konuyu küçük hacimli ama yüksek nitelikli bir eserle, Anayasalcılık ve Demokrasi başlığıyla yayınlamış olmasını dikkatinize sunarım. Gerçekten de, bugün iyice açığa çıkmıştır ki, anayasası olan her devlet, anayasaya bağlı bir hukuk devleti biçiminde yönetilmiyor.

Bu da bir kez daha gösteriyor ki, Ergun Hoca her zaman, liberal-demokratik anayasal devlet idealinin gerçekleşmesinden, bu idealin gerçekleşmesinin önündeki engellerin kaldırılmasından yana olmuş, politik tavrını da, değişen dönemlerde, o dönemlerin koşullarına göre kendisi tâyin etmiş, idealin bir bağnazlığa dönüşmesine izin vermemiştir. Bu dogmatizmden uzak kişiliğin özellikle memleketimizde endir-i nâdirattan olduğunu belirtmeme gerek var mı?

Dîvân edebiyâtına bîhakkın vâkıf, güfte, beste, makam gibi tüm aslî öğeleriyle Türk san’at musıkîsini çok iyi bilen, Şevki Bey’i de, Rahmi Bey’i de, daha çağdaşımız Osman Nihat Akın kadar seven, güzelliğin her türüne meftûn olduğunu her zaman etrâfına hissetiren bir insandı Ergun Hoca. Allah rahmet eylesin.


Levent Köker: Ankara Hukuk Fakültesi mezunu (1980). Yine Ankara'da, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Siyaset Bilimi doktorası yaptı (1987). Gazi Üniversitesi'nde, Siyasal Teoriler doçenti (1990) ve Genel Kamu Hukuku profesörü (1996) oldu. ODTÜ, Bilkent, Atılım ve Yakın Doğu üniversitelerinde öğretim üyeliği yaptı. 1997'de Yakın Doğu Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin Kurucu Dekanlığını üstlendi. Oxford , Princeton, New School for Social Research ve Northwestern (2017-18) üniversitelerinde konuk araştırmacı olarak çalıştı. Barış İçin Akademisyenler'le birlikte "Bu Suça Ortak Olmayacağız" beyanında bulunduğu için, Yakın Doğu Üniversitesi'ndeki görevinden uzaklaştırıldı (2016). Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, İki Farklı Siyaset, Demokrasi, Eleştiri ve Türkiye adlı kitapların yazarıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Levent Köker Arşivi