Sibel Hürtaş
Erken Cumhurbaşkanlığı yarışı baskın seçimin habercisi
Önce Muharrem İnce’nin çıkışı…
Ardından CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhuriyet Gazetesi’nde Abdullah Gül ile ilgili söyledikleri…
Ve son olarak İyi Parti’den Cumhurbaşkanlığı yarışı ile ilgili gelen demeçler.
Ankara’da erken Cumhurbaşkanlığı yarışı başladı.
Ne oldu?
CHP eski Milletvekili Muharrem İnce, CHP Kurultayının hemen ardından "Bin Günde Memleket" hareketini başlattığını açıkladı. İnce’nin siyasi kariyeri yönünden kendisi için yapabileceği en iyi hareket buydu. Bu hareket önümüzdeki dönemde ya partileşecek, ya İnce 100 bin imzayla Cumhurbaşkanı adayı olmanın yolunu arayacak ya da CHP Genel Başkanlığı için yeniden şansını deneyecek. Hiçbiri olmasa bile siyasetin aktif bir figürü olmaya devam edecek. Zira böyle bir çıkış olmasaydı, Cumhurbaşkanı adayı olduğu için milletvekili olmayan İnce’nin pratik siyasetten tasfiyesi gündeme gelebilecekti.
İnce’nin yarattığı tartışma ortamı CHP’yi de erken bir Cumhurbaşkanlığı tartışmasına sürükledi. İnce, açıklamasında isim vermeden Abdullah Gül’ü işaret etmişti. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet Gazetesi’nin "Abdullah Gül, sizin partinizden cumhurbaşkanı adayı olur mu" sorusuna, "Bu konuda bize gelen bir şey yok. Olmayan bir konuda düşünce beyan etmenin mantığı yok. Soru şu: Abdullah Gül’den neden bu kadar korkuyorlar’" dedi. Gelen bilgilere göre, Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamalarına CHP içinde destek veren de var, tepki gösteren de…
İyi Parti ise Abdullah Gül gündemini "yapay gündem" olarak nitelemekle yetindi. Peki "İyi Parti Lideri Meral Akşener cumhurbaşkanı adayı olabilir mi?" Partiden bu soruya da net yanıt gelmedi.
Tartışmalar daha sürecek…
Seçimler zamanında yapılırsa tarih 2023. Ama Ankara’da şimdiden bir Cumhurbaşkanlığı tartışması başladı bile. Cumhurbaşkanlığı yarışının şimdiden başlaması da Başkentteki baskın seçim senaryolarını bir kez daha gündeme getiriyor.
Hazine geçtiğimiz günlerde memleketin kasası hakkında son rakamları açıkladı. Çizilmeye çalışılan pembe tabloya karşın, her gün tablo çok çok daha kötüye gidiyor. Temmuz ayı itibariyle bütçe açığı 139 milyon lira… Oysa yıl sonu bütçe açığı tahmini 138 milyon olarak açıklanmıştı. Rakamlara bakılırsa, kasada "seçim yapacak bile para yok!"
Hal böyleyken, 2023’e kadar vakti olan bir iktidar neden baskın seçim ya da erken seçim konusunu gündeme alsın.
Bunun birkaç nedeni var:
Biri artan ekonomik kriz nedeniyle yükselen tepkiler. Diğeri de yaklaşan ABD seçimleri.
ABD Başkan Adayı John Biden’ın 8 ay önce söylediği sözlerin hem de Cumhurbaşkanı İletişim Başkanı Fahrettin Altun tarafından ısıtılarak bugün servis edilmesi de buna yorumlanıyor. 3 Kasım çok erken bir tarih… Öncesinde baskın seçim ihtimali olabilir mi?
Neden olmasın?
Zira yasada belirlenen seçim takvimi buna müsaade ediyor. Yasaya göre seçim kararı alındıktan sonra 45 gün ila 90 gün arasında seçim yapılabiliyor. ABD seçimleri dikkate alınarak bir çıkış yapılacak ise 15 Eylül’e kadar böyle bir çıkış gerçekleşebilir.
AKP iktidarının ortada hiçbir tartışma yokken Ayasofya’yı Camii’ye dönüştürüp, görkemli bir açılış yapması zaten yaklaşan seçim kararının ayak sesleri olarak okunuyordu. Ama ardı ardına gelen adımlar da yabana atılacak cinsten değil. Futbol liglerinde küme düşmenin kaldırılmasından fındığa yüksek fiyat verilmesi, kıdem tazminatına ilişkin düzenlemenin rafa kaldırılıp İstanbul Sözleşmesinin yeniden tartışmaya açılmasına kadar Türkiye’nin konuştuğu her gündem, AKP’nin kendi kitlesini konsolide edebilmek için hazırladığı seçim senaryolarına yorumlanıyor. Bir de aşı çalışmaları var tabii… Dünyadaki tüm sistemlerde olduğu gibi Türkiye’de de Covid-19 aşı ve test çalışmaları, siyasal iktidarın güvencesi olarak servis ediliyor.
AKP’nin normalleşme adımlarının atılmaya başlandığı 1 Hıaziran’dan bu yana hemen her gün kendi seçmen kitlesini konsolide etmeye çalışmak için attığı adımlar, muhalefet tarafından da "baskın seçim" beklentisiyle izleniyor.
Muhalefette iki görüş var:
Biri AKP iktidarının pandemi sürecinde büyük bir güç kaybettiği ve olası bir erken seçim karşısında iktidarını kaybedeceği ve bu nedenle 2023’e kadar olan vaktini kullanacağı,
Diğeri ise Gezi olaylarından bu yana biriken tüm toplumsal enerjiyi neredeyse her yıl yaptığı seçim ya da referandumla sandığa yönelten AKP iktidarının aynı taktiği deneyeceği; anketlerde önde görünen Demokratların adayı Biden'in karşısına halk desteğini alarak çıkmak istemesi...
Ankara’da her zamanki gibi Baskın seçim senaryolarının sonu yok. Rejim artık tek kişinin kararlarına terk edildiğinden, böyle bir senaryoyu olasılık dahilinde konuşmaktan öte geçemeyen bir siyaset var.
Asıl soru, muhalefetin böyle bir senaryoya ne kadar hazırlıklı olduğu?
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, temmuz sonundaki Kurultay’da "Dostlar ittifakı" diyerek, Millet İttifakını da aşacak büyük bir birliktelikten yana tavrını koydu. Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği Abdullah Gül röportajı bu büyük çıkış karşısında çok erken bir açıklama olarak görünüyor. "Dostlar ittifakı" için cesaretli bir çıkış yapılamaması, hem sokakta hem Ankara’da ittifak adımlarından önce adaylıkların konuşuluyor olması muhalefet için hem yorucu hem de dağınık bir görünüm ortaya koyuyor. Bu görüntü de seçim gündeminin eksik olmadığı ülkede, ana muhalefet partisinin başarı şansını azaltıyor. Belki de ana muhalefet, yeni rejimi hala anlayamadı! Zira bu rejim, Cumhur İttifakında olduğu gibi sandıktan sandığa değil, mezara kadar bir ortaklık dayatıyor. Bu ilkesel olarak kabul edilebilir olmayabilir ama sokaklardan, fabrikalara; sivil toplumdan sendikaya; hak ve özgürlükler açısından asgari ilkelerde buluşabilecek ve sürekli hale getirilebilecek çok güçlü bir muhalefeti örmenin önünde bir engel var mı?
Bugün Ankara’da başlayan erken Cumhurbaşkanlığı tartışması, baskın seçim beklentisinin bir sonucu; ama görünen o ki bu beklentiye karşılık, muhalefet sadece tartışma yürütmekle yetiniyor!