Melis Alphan
Et yemeyi neden bıraktım?
Bir daha asla hiçbir hayvanın etini tüketmeme kararını aniden verdim.
"Bir film izledim, hayatım değişti" derler ya?
Benim hayatımın değişmesi için bir fragman yetti.
Temmuz sonunda bir pazar sabahı, sarsıcı bir şeyin gelmekte olduğunu hissederek bastım ‘Oynat’ tuşuna.
Endüstriyel hayvancılığın maskesini düşüren belgeselin 4 buçuk dakikalık fragmanı sona erdiğinde, artık et yememeye karar vermiştim.
Bu kararı birkaç dakikada alsam da, şüphesiz yıllardır kafamda pişirdiğim bir düşünceydi. Farkında olmadan, kendimi bugüne hazırlıyordum galiba.
İnsanın her zaman, her koşulda ve her konuda tutarlı olması çok zor. Bu, erişmesi epey güç bir ideal. Ama işte, kimi tutarsızlıklar da insanı kendinden soğutuyor; ortadan kaldırmak gerek.
"Bazı hayvanlar sevilir, bazı hayvanlar yenir" düşüncesiyle hayvanları hem sevip hem de yiyor olmak bana göre, hayattaki en büyük tutarsızlığımdı ve beni kendimden soğutuyordu.
Bir köpeği veya kediyi evlat gibi sevip bir koyunu nasıl yiyebiliyordum mesela? Benim gözümde neden köpek sevilmeye, koyun yenmeye layıktı?
Bugüne kadar yediğim tüm hayvanlar gözümün önünden geçti.
Koyun, tavuk, balık, hindi...
Bıldırcın, ördek, tavşan, antilop... Farklı farklı coğrafyalarda önüme gelen hiçbir et için "Yemem" dememiştim.
Bugüne kadar dünyanın etini yemiştim. Belki de bu yüzden kararım ani oldu. Yeterince vakit kaybetmiştim.
İnsan dünyanın efendisi, hayvan hizmetkârı
Fragmanını izlediğim, Chris Delforce’un ‘Dominion’ belgeseli insanların hayvanları istedikleri gibi kullanmaya hakları olduğu fikrine meydan okuyor. İnsanlığın bu üstünlük kompleksinin onun aynı zamanda en karanlık ideolojilerini tamamladığını, ırkçılık, cinsiyetçilik ve türcülük arasındaki benzerlikleri fark ettiriyor.
İnsanlığın kendini dünyanın efendisi, hayvanları da hizmetkârı gibi gördüğünü, hayvanları sömürdüğünü kimse inkâr edemez.
İnsanların hayvanları kendinden ne kadar aşağıda gördüğünü–eylemleri bir yana- en başta dili ele veriyor. Hakaret ederken ‘hayvan, öküz, ayı, domuz, çakal’ sözcüklerinin sıklıkla kullanılması tesadüf değil elbette.
Endüstriyel hayvancılık dünya üzerindeki en vahşi ve sırlarla dolu sektörlerden biri.
Avustralya’da domuzculuk sektörünün gerçek yüzünü ortaya çıkaran, Delforce’un 2015’teki ilk belgeseli ‘Lucent’in gösterime girmesinin ardından, yönetmenin evini polis basmış, evin altını üstüne getirmişti.
Ama onu susturamadılar. Delforce bu kez de, drone’lar ve gizli kameralar yardımıyla bir öncekinden daha da sarsıcı olan ‘Dominion’u çekti.
Kendimle yüzleşmem için ‘Dominion’un fragmanı bile yetti.
İhtiyacım olduğu için değil, zevkim için et yediğimi iyice idrak ettim.
Eti artık canım istemiyor mu, diye sorarsanız...
Kıymalı makarnanın kokusunu aldığımda canım çekiyor çekmesine. Ama ben et yemeyi tadını sevmediğim veya et yemekten bıktığım için bırakmadım. Benimkisi, politik ve ahlaki sebeplerle verilen bir karardı.
Üstelik söz konusu olan sadece hayvanlar da değil...
Endüstriyel hayvancılık hava kirliliğinin, kaynakların tükenmesinin, iklim değişikliğinin önde gelen nedenlerinden. En basitinden, et de yiyen birini bir yıl boyunca doyurmak için gereken arazi, bir vejetaryeni doyurmak için gereken arazinin 6 katı. 226 gramlık bir hamburger köftesi için sığıra verilen samanın üretiminde 3 bin 500 litre su harcanıyor.
ET HALA BİR TABU
Et yememeye başladıktan sonra, çok kısa bir süre içinde, ‘ortamlarda’ insanlarla bu konuda tartışmamam gerektiğini öğrendim. Vegan hareketin etkisiyle son dönemde eskisi kadar dokunulmaz olmasa da, et hâlâ bir tabu.
Siz neden et yemediğinizi anlatmaya kalktığınızda, epey bir insan üst perdeden size neden et yemeniz gerektiğini, sağlıklı olanın bu olduğunu, 7.5 milyar insanı doyurmanın endüstriyel hayvancılık dışında bir yolu olmadığını ve eğer doğru şekilde yapılırsa endüstriyel hayvancılığın hayvanlara asla zarar vermediğini dikte ediyorlar. Ve susmuyorlar. Sonunda siz susuyorsunuz. Siz susunca onlar tartışmadan galip çıktıklarını düşünüyorlar.
Herhangi bir tabuyu tartışmaya açtığınızda ne oluyorsa onlar oluyor işte.
"Endüstriyel hayvancılık ‘doğru’ yapılırsa..." diye başlayan cümleleri duyunca insanın aklına Adorno’nun önermesi geliyor: "Yanlış hayat doğru yaşanmaz."
Düşünen ve hisseden canlıların sömürülmesi ve öldürülmesi ‘doğru yöntemlerle’ ve ‘acısız şekillerde’ yapılınca yanlış doğruya dönüşmüyor.
Bir hayvanın yeşil geniş arazilerde özgürce dolaşıp güzel bir hayat yaşadıktan sonra ‘insanca’ kesilip tabağıma geldiğini bile bilsem, artık bana yetmiyor.
Daha az kötücül olması bir eylemin kötücül olmadığı anlamına gelmiyor.
40 yıla yakın süre et yemiş biri olarak, et yiyenleri yargılayabilecek son insanımdır.
Ama bırakmak isteyene de hararetle tavsiye ederim; insan kuş gibi hafifliyor.