Farkında mısınız, ülke iki grup başkanının elinde

'AKP' denilince görünen de, anlaşılan da tek ruh, tek yüz, tek söz, tek makam Recep Tayyip Erdoğan’dır. Seçilmiş seçilmemiş, seçilememiş seçtirilmiş fark etmez

Ülke yönetimi radikal İslamcı ile radikal ırkçı iki grup başkanının yönetiminde belirsizliğe doğru tam gaz sürükleniyor.

Her gün yüzlerce yöneticisinin, üyesinin istifa ettiği, bir o kadarının da istifasının beklendiği MHP artık bir partiden ziyade sınırlı sayıda partililerden oluşan küçük bir gruptan ibaret.

Devlet Bahçeli ise artık niceliksel olarak bir partinin değil bir grubun başkanı.

Niteliksel olarak da, 17 Haziran seçimlerinden bu yana MHP diye bir parti kalmadı.  O güne kadar kitlesine verdiği bütün sözleri yutan,  iddia ettiği bütün politikaları terk eden, fahri ortak olarak Erdoğan’ın koltuk değnekliğiyle yetinen bir tabela partisinden ibaret MHP.

MHP böyle de AKP farklı mı?

AKP diye bir parti de yok. Parti dediğin aynı ideolojik hedefler doğrultusunda bir araya gelmiş insanların ortak akılla yürüttüğü bir organizmadır.

Oysa  "AKP" denilince görünen de, anlaşılan da tek ruh, tek yüz, tek söz, tek makam Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Mesele Erdoğan’sa gerisi teferruat yani.

Hepsi Erdoğan için varlar.

Seçilmiş seçilmemiş, seçilememiş seçtirilmiş fark etmez.

"Ulan" da deseler, tekme-tokat dayak, yakası açılmadık küfürler de yeseler, tehdit de edilseler, şantaja da uğrasalar ‘gık’ demezler.

Nedenlerini siz bilin artık.

Bu AKP tablosu içinde tahammül edemeyip kenara çekilenler, mecburiyetten AKP’li gibi görünmeye devam edenler, bir de Erdoğan kaybederse kesin kaybedecekler var.

Kulislere yansıyanlara göreyse, Erdoğan’a ve politikalarına diş bileyip, zamanı gelene kadar dişini sıkan da çok var.

Kısaca artık AKP, parti değil,  tek kişinin etrafında var olmaya çalışan küçük bir grubun, diğerlerini çeşitli yöntemlerle susturduğu garip bir organizasyon.

Türkiye bu iki grup başkanının körlemesine yol aldığı Okyanus’taki şişme bot gibi o dalgadan bu dalgaya, o kıyıdan bu kıyıya çarpıp duruyor.

Amerika’da ucu Erdoğan ve ekibine uzanacağı anlaşılan Zarrab davası yalnız muhataplarına değil ülkeye ağır bedel ödetecek.

Batı’yla ipler çoktan koptu, ekonomik sonuçlarını görmeye başladık ama ‘bu daha başlangıç’.

Bahçeli ve Erdoğan sayesinde, Suriye krizi başladığından beri sınırında dolaştığımız, ortasına atlamak için uygun zamanı beklediğimiz Ortadoğu ateşine elimizi soktuk.

Eh, bundan iyi zaman olamazdı. 

Seçimler yaklaşıyor, Erdoğan oy kaybediyor, zorla alınmış referandum sonuçlarından biliyorlar ki, adı ‘Pirus’ bile olsa bir zafere ihtiyaçları var.

 "Kılavuzu karga olanın…"   misali, Perinçek ve temsil ettiği odakların Rusya’ya yanaştırmaya çalıştığı bu şişme bot, battı batacak.

Başka bir ülkenin toprağında, Batı yerine bu kez Doğu’daki bir küresel gücün temizlikçisi olarak iş görmenin zafer değil olsa olsa yeni ölümler, yeni şiddet dalgası ve yeni bir ekonomik maliyet çıkaracağı açık.

Ancak savaşa sarılmaktan başka çareleri de yok.

Ekonomik krizi de, yolsuzlukları da, içerideki faşizan uygulamaları da  gerekçelendirecekler ve de üstüne iktidarlarını korumaya devam ederek,  hesap vermekten azade kalmaya devam edebilecekler.

Hesap bu. Tutar mı tutmaz mı o ayrı mesele.

Kesin olan şu ki; halkın sorunlarıyla iktidardakilerin sorunları tamamen ayrışmış durumda.

Bizim temel sorunumuz ne ekonomik kriz, ne Kürtlerin kendi kaderleri ile ilgili tercihleri ne de "ne ABD ne Rusya".

Bizim temel sorunumuz başımıza bu işleri açan, çıkmaza girdikçe ülkenin başına daha beter belalar sarabilecek bir azınlık koalisyonunun iktidarda olması.

Bir de ana muhalefet partimiz var ki, o da adeta Erdoğan’ı düştüğü yerden kaldırmayı ülkeyi kurtarmaktan daha önemli görüyor.

Ülkenin geldiği bu halden, CHP de onlar kadar sorumludur.

15 Temmuz, AKP için müthiş bir kırılmaydı.

Koalisyon kurduğu cemaatin bir suç örgütü olduğu ortaya çıkmıştı.  Hukuken de siyaseten de gırtlağına kadar batmıştı.

CHP’nin sorumlu muhalefet görevini yerine getirememesi Erdoğan’ın manevra kabiliyetini artırdı ve suç örgütüyle ortaklıktan, tepe tepe kullanacağı yeni bir mağduriyet yarattı.

İkinci önemli sıkışmışlığı, HDP’nin üçüncü parti olarak Meclis’te yer almasıyla başladı. Hem hakiki bir muhalefet örneği gösterdikleri,  hem de Selahattin Demirtaş’ın liderlik karizmasının Erdoğan’ın çok üstünde olması gerçek bir rakip yaratmıştı.

HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılarak Meclis’ten atılmasında, CHP’nin desteği iktidar için bir tür ‘bonus’ oldu. Meclis’in fiilen kapatılması, işlevsizleştirmesi bunun ardından geldi.

CHP şimdi ‘ortada meclis kalmadı’ diye şikayet ediyor ama inandırıcılığı yok.

Tıpkı Kılıçdaroğlu’nun, savaş tezkeresine destek  verip sonra da "Şehitler gelirse sorumlusu sizsiniz" demesi gibi.

Muhalefetmiş gibi yapan CHP ile sandıktan çıkmış gibi yapan iki grup başkanının elinde kalmaya layık mı bu ülke?

Değil…

Çareyi Rıza Türmen hep anlatıyor da CHP, partisinin en eski ve en saygın hukukçusunu ya duymuyor ya niyeti yok ya cesareti.

"Yeni bir Türkiye’ye doğru" başlıklı son yazı, Türkiye’yi karanlıktan çıkaracak yol haritası niteliğinde.   

"…baskıcı, otoriter iktidarlar toplum üzerindeki egemenliklerini iki yoldan sağlarlar: Gerçeklerden uzak, sahte bir dünya yaratarak ve demokrasiyle bağdaşmayan bir değer sistemini topluma kabul ettirerek. O zaman, bu tür iktidarlara karşı yürütülecek bir demokrasi mücadelesinin başarılı olabilmesi için bunun tam tersini yapmak gerekir.

Yani, topluma şırınga edilen dar, şoven, dışlayıcı, milliyetçilik dalgasına kapılmayarak gerçekleri dile getirmekten çekinmemek ve evrensel değerlere dayanan, yeni, demokratik bir değer sistemini topluma sunabilmek."

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi