Ragıp Duran
Faruk
Global ve yerli-milli yayınlarda elimden geldiğince medya eleştirmenlerini, ombudsmanları izliyorum. Eskiden de yerli ile yabancılar arasında çok fark vardı ama artık Amerikan-İngiliz ve Fransız gazetelerindeki meslekdaşların yazıp çizdikleri ile bizde çıkanlar arasında dağlar/uçurumlar ortaya çıkıyor. İçerik, biçim ve yaklaşım açısından tamamen farklı yazılar. Mesela Libération'un eski medya eleştirmeni şimdilerin Arrêt Sur İmage (Durdurun Görüntüyü) sitesinin kurucusu ve yazarı Daniel Schneidermann ya da Acrimed (Medya Eleştiri Eylemi) sitesinde yayınlananlar ile Washington Post'un eski medya yazarı Howard Kurtz'un yazılarını imrenerek hâlâ okurum. Çok şey öğrendim onlardan. Çünkü Batı dünyasında egemen medyanın kalem hokkabazları, haber, yorum yazarken, söyleşi ya da röportaj yaparken ne de olsa galiba mecburen, belki tam olmasa da bir dizi kurala bazı etik ilkelere saygı göstererek işlerini yapıyor. Oradaki okurun medya okur yazarlık düzeyi daha yüksek olduğu için, siyasi-kültürel kalibresi daha olgun olduğu için sahtekârın da daha becerikli olması lazım. Desinformation (Haber çarpıtma), Misinformation (Haber gizleme) Malinformation (Kötü haber) yaparken, nasıl söylesem, daha usturuplu, daha ince, daha gizli, daha kurnaz yol ve yöntemler kullanıyorlar. Hatta ilk okumada kolayca sezemeyeceğimiz/yakalayamayacağımız üç kağıtlar çeviriyorlar. Dolayısıyla da medya eleştirmeni, bunları teşhir etmek için, aynen onlar gibi, daha ince, daha zeki, daha uyanık, daha girgin olmak zorunda.
Bizde ise egemen medyanın haberci (?) ve yazıcılarında ne ilke var ne kural. İncelik, usturup, zekâ ise hak getire. Bildiğimiz anlamda açıkça akla, zekâya, mantığa meydan okuyup kocaman yalanlar üretiyorlar. Aslında çoğu zaman kendilerinin bile inanmadığı yalanlar üstelik. Şimdi bizim medya eleştirmeni bunları n'aapsın ki? Muhatabın dingo olunca sen onunla baş edemezsin. Onun düzeyinde, onun jargonuyla, onunla tartışamazsın ki... Ayrı dünyaların insanlarıyız. Aramızda bir iletişim kurulması bile mümkün değil. Adam ya da kadın, gazeteci bile değil ki! Kapıkulu!
Son günlerde Türk medya manzarasında dört önemli hadise vukubuldu: Flash TV'nin kapanması, TV5'in Çağlar Cilara'nın söyleşi programını yayından kaldırması, Hürriyet'te önce Washington muhabiri Cansu Çamlıbel'in sonra da gazetenin ombudsmanı Faruk Bildirici'nin görevine son verilmesi!
İlk üç olay hakkında Artı TV'de yayınlanan Artı Gerçek programında kısaca da olsa görüşlerimi açıklamıştım.
(Bkz. 29. dakikadan sonra).
Faruk Bildirici, tartışmasız bir şekilde Türk medyasının en iyi ombudsmanı idi. Dürüst, efendi, mesleğine saygı duyan bu meslekdaşımız/arkadaşımız Hürriyet gibi bir gayya kuyusunda yıllarca Okur Editörlüğünü başarıyla sürdürdü. Eğilmedi bükülmedi, siyasi iktidara ya da gazete patronuna göre tavır takınmadı. Genel Yayın Yönetmeni ve Yazı İşlerini gerektiği zaman karşısına aldı. Kimi zaman gazetenin yönetici ve star yazarlarının açıklarını yakalayıp yüzlerine vurdu. Aaa yağmur yağıyor!
Hürriyet'in eksiklik ve hatalarını, okur mektuplarından gelen uyarılar üzerine teşhir ederken hep ciddi bir araştırma yaptı. Hatanın kökenine indi, gerekçelerini sergiledi. Anlayan için, kıymetini bilen için, Faruk, sadece Hürrriyet açısından değil, bütün gazeteciler için son derece başarılı bir haber hocasıydı. Üstelik her eleştirisini belirli bir haber üzerinden somut nedenlerle yapıyordu. Haberi yazan muhabirin, yayınlayan editörün de görüşünü alır, hatta bazen haberin kaynağına da başvurur onun da görüşünü yazısına eklerdi. İşin teorik, akademik yanını da es geçmeden. Evet resmî sıfatı Okur Temsilcisi idi ama o, pratiğiyle Gazeteciliğin de Temsilciliğini üstlenmişti. Gazetecilik yapılmayan bir mekanda.
Son olarak yayınladığı ''Günahlarımızda Yıkandık'' başlıklı kitabında Hürriyet'deki ombudsman yazılarından bir derleme yapmıştı. Bugünkü Türk medyası hakkında yazılmış, somut örnekli en iyi medya eleştiri kitabıdır desem, abartmış olmam.
Ben Cumhuriyet'in İstanbul merkezinde çalışırken o da aynı gazetenin Ankara bürosunda başarılı bir muhabirdi. Dolayısıyla haberin nasıl takip edilip nasıl yazılıp sunulacağını kendi pratiği ile zaten öğrenmişti. Bu sayede muhabirlik yapmış bir gazetecinin haber eleştirisi çok daha kıymetli ve önemliydi. Faruk, yumuşak ruhlu bir arkadaşımızdı ama ilkeleri yani gazeteciliği savunma konusunda da demir leblebiydi.
Faruk, Cumhuriyet'ten sonra Sabah ve Hürriyet'de Parlamento muhabirliğinden Haber Müdürlüğüne hatta Ankara temsilciliğine kadar çeşitli görevleri de alnının akıyla yerine getirdi. CV'sine baktım: 21 yılda 10 kitap yazmış. Tansu Çiller'i anlattığı ''Maskeli Leydi'' ile Leyla Zana'yı anlattığı ''Yemin Gecesi''ni okumuştum. Başarılı. Faruk, İletişim Fakültelerinde dersler vererek de bildiklerini, tecrübelerini öğrencilere aktarmış bir meslekdaşımız.
39 yıllık gazeteci Faruk'un hep güncellenmiş, çok zengin ve düzgün bir web sitesi de var.
Ben bu ombudsmanlık meselesi hakkında 1999 yılında ABD'de ilginç ve önemli bir şey öğrenmiştim. Harvard Üniversitesi'nin Gazetecilik Okulu Nieman'da okurken bizim mektebin müdürü Bill Kovach, bizden önce, Amerikan medya eleştirisi dergisi Brill's Content'in ombudsmanı idi. O anlatmıştı: ''Ombudsmanlığı kabul ederken birkaç şart koşmuştum. Benim yazımı, patron dahil herkes, ancak dergi yayınlandıktan sonra okuyabilecek. Patron ya da yazı işleri müdürü okurun şikâyet konusu ise yöneticilere mutlaka söz hakkı vereceğim. 10 yıllık sözleşme isterim. Bu dönem içinde patron beni işten çıkaramayacak''.
Ombudsman'ın patrondan ve Yazı İşlerinden tamamen özerk hatta bağımsız olması gerektiği için, ayrıca hiçbir müdahaleye yer vermemek ve ihtilaflı durumlarda işten atılmamak için yukarıda söylediği şartları koşmuş, patron da Kovach gibi ünlü ve değerli bir gazetecinin bu koşullarını kabul etmişti. Kovach'ın Türkçe'ye çevrilmiş bir kitabı da mevcut: Gazeteciliğin Esasları (Bkz.).
Şimdi Hürriyet, Faruk'u görevden aldı. Ne oldu? Hürriyet, Faruk'u kaybetti. Gazeteciler ve okurlar da kaybetti. Ama Faruk da hürriyetini kazandı.