Ragıp Duran
Faşizm'de Gazetecilik
‘’Arada sırada haber atlasak da, burada, halen sahada olmamız çok önemli. İktidarın yasakladığı bir fotoğrafı yayınlayarak, bütün ajansın olduğu gibi mahvolma riskini göze alamayız. Memnun olduğum sanılmasın: Sansürden nefret ederim ayrıca bildiğimiz her şeyi yayınlayamamaktan da ifrit oluyorum. Ama, ifade özgürlüğünün sınırlı olduğu bir ülkede, tayin edici olan, mümkün olduğu kadar uzun süre burada kalabilmektir. Bazı muhabirler ve foto muhabirleri sınırdışı edilme riskini göze almışlarsa, bu onların sorunu. Ama bizim ajansın müşterileri, bence, bizim burada kalmamızı ister’’
Bu alıntı, faşist bir ülkede görev yapan, yabancı bir haber ajansının büro şefinin sözleri.
İlginçtir, bu büro, faşist rejim altında inleyen ülkedeki haberleri, hükümetin resmi Basın-Yayın-Enformasyon Genel Müdürlüğünün sağladığı bilgi ve fotoğraflarla oluşturuyor. Dahası, faşist hükümetin emri üzerine, büroda çalışan belirli bir etnik ve dini gruba mensup gazetecileri işten çıkartıyor. Ve hükümetin gönderdiği listeden yeni ‘’gazetecileri’’ istihdam ediyor.
Şimdi bu büro şefinden bir önemli açıklama daha:
‘’Buradaki mevcut rejimi bir olgu olarak kabul etmemiz gerek ve yeni rejime bir şans tanımamız lazım. Sansasyonel ya da ürkütücü haberler geçmemek gerekir. Belki bir tek, bu tür haberlerin kaynakları, haberi kamuoyu önünde açıkça sahiplenirse yayınlayabiliriz. Rahatsız edici olsa da, gazetecilik ideallerine aykırı olsa da, ülkenin kanun ve kararnamelerine saygı göstermeliyiz. Bir de şunu aklımızdan hiç çıkarmayalım: Bizim ajansın burada hep bir bürosu olması lazım’’
Bir süre sonra, faşist ülkedeki tüm yabancı basın mensupları sınırdışı edilip, yabancı gazete, radyo ve haber ajanslarının büroları da kapatılıyor. Ne var ki bir istisna ile: Sözkonusu yabancı haber ajansının bürosu tam olarak kapatılmıyor, ancak ismi ve yöneticisi değiştiriliyor ve büronun başına şef olarak, faşist ordunun foto-film merkezinden üst düzey ‘’yerli ve milli’’ bir asker atanıyor. Ve bu büro, eskisi gibi ajitasyon ve propaganda içerikli ‘’haber ve fotoğrafları’’ geçmeye devam ediyor.
Taviz vermekle, faşizmle işbirliği yapmakla hedefine ulaşamıyor bu büro temsilcisi.
Bu zihniyet, yani gazetecilik ilkeleri yerine, ne pahasına olursa olsun haber ve fotoğraf geçmek için faşist rejimle iyi geçinme anlayışı, kaçınılmaz olarak gazetecilik ile propaganda arasındaki derin uçurumu somut olarak, günlük habercilik faaliyetinde gündeme getiriyor. Bu yaklaşım nedeniyle de, söz konusu yabancı haber ajansı, faşist ülkedeki baskıları görmüyor, haberleştirmiyor, tam aksine bu ülkeyi güllük gülistanlık bir memleketmiş gibi haber geçiyor. Ajans devletin propaganda broşürlerine fotoğraf sağlıyor. Muhalifleri, azınlıkları, rejim mağdurlarını en az faşistler kadar kargılıyor, karalıyor. Çünkü, bu yabancı haber ajansının ilkesi, ‘’Doğru Haber, Özgür Haber’’ değil, ‘’Önce biz geldik, en son biz gideceğiz’’ şeklinde. Gerçi, evet, sona gelmeden onlar da gidiyor, sınırdışı ediliyor ama arşivler ortada. Sözkonusu yabancı haber ajansının, üstelik bütün dünyaya yayın yapan haber ajansının, en az dört yıl boyunca faşist rejimin halkla ilişkiler/reklam ajansı gibi yayınlar yaptığı belgelenmiş durumda.
Aktardığım olaylar dizisi, 1933 ila 1945 yılları arasında, Amerikan Associated Press (AP) haber ajansının Nazi Almanya’sındaki sorunlu ve mutsuz hatta utanç verici serüveni. Harriett Scharnberg ve Norman Domeier adlı iki Alman tarihçi arşivlere dalıp bu rezaleti gün ışığına çıkarmış. Hiçbir kötülük ilelebet gizli kalmıyor ya…
Karanlık ve lanetli geçmişinin teşhir edilmesinden haliyle rahatsız olan AP yönetimi, 163 sayfalık bir rapor yayınlayarak, yarım ağızla da olsa özür diliyor. Gerçi raporda, AP’nin Nazilerle işbirliği, rejime verdiği destek ve tavizler küçümsenmeye çalışılmış ama bu arada Alman tarihçilerin bulamadığı bazı olumsuz ayrıntılar da etrafa saçılmış.
Alman tarihçilerin çalışmasından öğreniyoruz ki, İngiliz ‘’The Guardian’’ gazetesi daha 1935’de Nazi karşıtı yayınları nedeniyle Almanya’da yasaklanmış. Aynı yıl, AP ajansı, Berlin’den şakır şukur Hitler fotoğrafları ve Nazi propaganda belgeleri geçerken, Berlin hükümeti New York Times’ın bürosunu kapatmış.
Temel sorun şu:
Bugün Kuzey Kore, Rusya, İran, Suudi Arabistan… - bir ülke daha var, onu herhalde bilirsiniz-, gibi basın özgürlüğünün mevcut olmadığı ülkelerde yabancı medya büroları ve muhabirleri ne kadar özgürce çalışabiliyor? Yabancı gazeteciler baskıcı hükümetlerle nasıl ve ne kadar uzlaşıyor?
Alman tarihçilerin çalışması en az üç açıdan önemli:
• Faşist rejimler, vatandaşı olan gazeteci ve habercileri çok daha kolay bir şekilde denetleyebildiği için, hem kendisi açısından olumsuz gerçekleri haberleştirebildikleri hem de uluslararası kamuoyunu bilgilendirme olanakları olduğu için yabancı gazetecilere/muhabirlere karşı da acımasız davranıyor.
• Yerli ve milli ya da tamamen ecnebi gazetecilerin/muhabirlerin, faşist ülkelerden geçtikleri haberler, önünde sonunda bir akademisyenin, bir uzmanın eleğinden geçecektir. Baksanıza AP ajansını neredeyse 70 yıl sonra rezil etmişler. Yarın çocuklarınızın, torunlarınızın yüzüne kendinizden emin hatta onurlu bir şekilde bakmak sizin elinizde. Tersi de geçerli!: ‘’Baba, kusura bakma ama, sen ne biçim haberlere imza atmışsın yahu… Meslekdaşların hapislerdeyken yazılacak şeyler mi bunlar yani!’’.
• Bir de, 1930’lar 40’lar ile bugün, sadece iletişim teknolojisi ve aygıtları açısından değil, siyasi-ideolojik ortam olarak da çok farklı. Global medyada bugün, Kuzey Kore liderini, Putin’i ve diğer diktatörleri övmek oldukça zor bir girişim. Öven olursa da hesabı 70 sene sonra değil en geç 7 gün içinde sorulur. Değil mi Ahmet?