Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Gavura gavur deme hakkı!

Islahat Fermanı’na yöneltilen eleştirilerden ilki dış kaynaklı olması ile ilgili olarak anti-emperyalizme temel oluştururken, ikincisi haksız eşitliktir. Her iki durumda düşman gavurdur. Birincisinde emperyalist Batı/Avrupa ikincisinde ise Gayrimüslimler

Osmanlı-tipi kast sisteminin dönüşümü sırasında gündeme gelen tepkilerle ilgili en yaygın ve en özlü anekdot, Osmanlı Devleti’nin son resmî devlet tarihçisi sayılan Abdurrahman Şeref’in (1853-1925) Tarih Musahabeleri (Sohbetleri/Konuşmaları) adlı çalışmasında bulunabilir:

“Şurasını ekliyelim ki müslüman halk, bağnazlığın etkisiyle, bütün vatandaşların eşit olmaları durumundan birdenbire hoşlanmamıştı. Bu gücenme mülki ve uygar alandaki gelişmeye ket vuracak nitelikte olmamakla beraber halk arasında çeşitli öğelerin bir arada bulunması sorunu bu önemli emrin yerine getirilmesinde gecikmelere yol açmaktaydı. Bu konuda iki fıkra anlatmakla yetinelim.

Galata’daki Voyvoda karakolunda eski bir tabur ağası varmış. Hıristiyan halk ara sıra bir müslümanı yakalayarak karakola götürür ve ‘gavur dedi’ diyerek cezalandırmasını isterlermiş. Tabur ağası ‘Ay oğul anlatamadık mı? Şimdi Tanzimat var. Gavura, gavur denmiyecek. Söyliye, söyliye dilimizde tüy biti’ diye suçluyu azarlarmış.” (Abdurrahman Şeref, Tarih Konuşmaları, 1978, Kavram Yayınları, İstanbul, s. 50. abç, alıntıda imlaya dokunulmamıştır.)

Abdurrahman Şeref’in 1923 yılında basılan daha önce yayınlanmış gazete yazılarını topladığı kitabında, kaynağı belirtilmeden aktarılan bu teatral anekdot, özellikle Cumhuriyetin resmi tarihçilerinden Enver Ziya Karal’ın (1906-1982) klasikleşmiş Osmanlı Tarihi (V.-IX. Ciltler, TTK, Ankara, 1947-1996) çalışmasında yer bulduktan sonra, konuya ilgili en sembolik anlatı haline gelmiştir. Ancak aynı kitapta bunu takip eden ve insanlar asıl esere bakmayıp birbirinden kopyaladığı için pek bilinmeyen bir anekdot daha aktarılır Abdurrahman Şeref tarafından:

Bundan kırk beş sene evvel komşularımızdan hacı Süleyman efendi adında bir ticaret gemisi kaptanı vardı. Yetmiş yaşını geçkin okur-yazar bir kimseydi. Tepedelenli Ali paşanın ve Hâlet efendinin kesik başlarını seyrettiğini ve üstlerinde yazılan yaftaların kopyalarını aldığını söylerdi. Ve şaka olarak bize ‘Sizin Tanzimatınızın yüzünden bir kıyye (bir okka, dörtyüz dirhem ve 1282 gram karşılığı) nohutdan oldum’ derdi. Hacı Süleyman kaptan bir kıyye nohut alarak evine gelir iken Galata’da sandıkçılar içinde bir kalabalığa rastlayarak aralarına girmiş. Bir hıristiyan bir müslümana ‘Senin bana gavur demeğe hakkın yoktur’ diye karşı koyarak söyleniyor ve toplanan halk da iki kısma ayrılarak bir kısmı ‘Evet doğrudur, hakkı yoktur’ derken diğer kısmı ise ‘Ne olmuş ki!’ diyerek tartışmayı körüklüyorlarmış. Kaptan nohut mendilinin düğüm tarafını bükmeğe başlamış ve sabrı tükenerek mendili hıristiyanın başına vurmuş mendil patlayarak nohutlar yere dökülmüş.” (Abdurrahman Şeref, Tarih Konuşmaları, 1978, Kavram Yayınları, İstanbul, s. 50, abç, alıntıda imlaya dokunulmamıştır.)

****

Osmanlı modernleşmesinin ilk döneminde, kısaca Tanzimat Dönemi (1839-1876) dediğimiz devirde, öncelikle siyasi çerçevede temel meselelerden biri, erk ilişikleri bağlamında karar süreçlerine katılımda değişim, yani hiyerarşik ilişkilerde dönüşümdür.

Yukarıdaki anekdotlar, bu dönüşüme özellikle Islahat Fermanı (1856) sonrası sıradan Müslüman halkın verdiği tepki ile ilgilidir.

Tarih tersleri bağlamında asıl mesele, benzer şekilde eşitlik karşıtı tepkilerin aydınlar arasındaki daha rafine ve sofistike yansımasıdır. Kuleli Vakası ve Genç Osmanlılar gibi ‘sivil’ muhalif girişimlerden başlamak üzere neredeyse tüm muhalif Müslüman hareketlerin bu anlayışa sahip olduğunu sonraki yazılarda göstermeye çalışacağım.

Reinhart Koselleck’in deyişiyle “Sattelzeit” (geçiş dönemi) olarak değerlendirebileceğimiz, bu devrin dönüm noktaları olan Tanzimat (1839) ve Islahat (1856) Fermanları tüm ‘anayasal metinler’ gibi, öncelikle karar süreçlerine katılımda erk dağılımı ile ilgilidir. Ancak bu bağlamda sadece devlet-toplum-birey ilişkisini değil, bireyler ve toplulukların kendi aralarındaki ilişkileri de düzenler, gözetler ve mümkünse belirler. Yani, sadece siyasi değil aynı zamanda toplumsal ve kültürel ilişkileri de tanımlamaya adaydır.

Benim bu köşede paylaştığım tarih terslerinde bir süredir öne çıkan kolektif kimlikler bağlamında bu fermanların vaadi, en kısa ifadesiyle eşitliktir. Kastedilen, karar süreçlerine katılımda daha eşitlikçi politikalar izlenmesi vaadidir ve dolaylı olarak adalettir

Bu sadece millet sistemi hiyerarşisinde, yani Osmanlı-tipi kast sisteminde yer alan farklı topluluklar ile devlet arasındaki ilişkiler çerçevesinde eşitlik anlamına gelmez. Ancak konumuz bu düzlem olduğu için oraya odaklanıyoruz ki bu bağlamda eşitlik vaadi/söylemi en iyi şekilde II. Mahmut’a atfedilen Tanzimat öncesi döneme ait ifade ile özetlenebilir:

"Ben tebaamın Müslümanını camide, Hıristiyanını kilisede, Musevisini havrada farkederim. Aralarında başka bir gûna fark yoktur. Cümlesi hakkındaki muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi hakiki evlâdımdır." (Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Cilt VII, 1995 [1956], s. 298, alıntıda imlaya dokunulmamıştır.)

Önce Tanzimat Fermanı aracılığıyla ilan edilen yurttaşlık anlayışından sonra, asıl Islahat Fermanı aracılığıyla sunulan eşitlikçilik manifestosu, devrim niteliğindeydi.

Daha önce sözünü ettiğim üzere, bu adıma ihtiyaç duyulmuş olması bile geleneksel ‘millet sistemi’nin ya da Osmanlı-tipi kast sisteminin eşitsizliklerinin zımni itirafı niteliğindeydi: Fermanda … ahalisi bütünüyle bir mezhepte bulunan şehir ve kasaba ve köylerde ayin yapılmasına mahsus olan binaların ve gerek mektep ve hastahane ve mezarlık gibi diğer yerlerin asli özellikleri üzere tamir ve onarımlarına hiçbir şekilde engeller konulmayacağı ilan edilmesi, modern-öncesi döneme ait (zaten bilinen) engellerin resmen bir kez daha itirafı anlamına gelmektedir.

Ancak Islahat Fermanı’nın asıl özelliği, fermanın sahibi olarak Sultanın o tarihten sonrası için dile getirdiği, mezhep, lisan veyahut cinsiyet bakımından halkımın sınıflarından bir sınıfın diğer sınıftan aşağı tutulmasını çağrıştıran bütün resmi yazışma tabir ve kavramlarının sonsuza kadar ortadan kaldırılıp silinmesi vaadiydi.

İşte, bu yazının başında aktarılan anekdotlara konu olan tepkiler, kendisini millet-i hâkime üyesi olarak gören Müslüman halkın tam da bu vaade ve özellikle uygulamalarına karşı sergilediği tepkiyle ilgilidir: “Sözün kısası Müslümanlar için, Hıristiyanlar kâfir veya gâvur idi. Ve İmparatorlukta onlarla eşit haklara sahip olmak asla bahis mevzuu olamazdı.” (Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Cilt VII, 1995 [1956], s. 297)

*****

Eşitlik meselesinin aynı zamanda Gayrimüslim milletlerin kendi içindeki ilişkilerle ve karar süreçlerine katılımla ilgili boyutu vardır ki Müslüman aydınların tarih çalışmaları ve tartışmalarında bu boyut yeterince ele alınmamıştır. Bu dönüşümün sonucu olarak 1860’lı yıllardan itibaren farklı milletler tarafından hazırlanmış olup Avrupa dillerine ‘anayasa’ olarak çevrilen nizamnameler, sınıf düzleminde kast içi erk ilişkilerindeki dönüşümü anlamak için daha sonra ele almak istediğim bir meseledir. Sekülerleşme anahtar kavramıyla ifade edilebilecek bu dönüşüm sonucunda Gayrimüslim elitlerin kast içi sınıfsal ayrıcalıklarını kaybetme korkusuna dayalı tepkisi, eşitsizlikler haritasını ve bu bağlamda modernleşmenin getirdiği eşlikçi dönüşüme tepkileri daha karmaşık bir mesele haline getirmektedir.

Kısaca, bu yazının konusu olduğu için Fermanların eşitlikçi politikalarına ‘tepkiler’ meselesini ele alırken genelde çoğunluğu ve üst kastı oluşturan Müslümanların tepkilerine odaklanılmaktadır. Ancak özellikle sınıfsal düzlemde, alt kastların kendi içindeki dönüşüme karşı kastın üst kesimlerinin (sınıflarının) tepkisi, ayrıca tartışılması gereken önemli bir mesele olarak tarih terslerinde ele alınmayı bekliyor.

*****

Islahat Fermanı’na yöneltilen eleştirilerden, hazırlanış nedeninin ve sürecinin dış kaynaklı olması ile ilgili olan birincisi, bir ergenlik hastalığı olarak anti-emperyalizme temel oluştururken, ikincisini oluşturan haksız eşitlik eleştirisi, günümüze kadar süren egalofobi hastalığına temel oluşturur.

Her iki durumda düşman gavurdur: Birincisinde emperyalist Batı/Avrupa olarak gavur, ikincisinde ise haddini bilmesi gereken ‘Gayrimüslimler’ olarak gavur.

Birincisini ileride anti-emperyalizm terslerinde uzun uzun anlatmak isterim; ancak şimdi konumuz ikincisi, yani Osmanlı tebaası olan ‘gavura gavur deme hakkı’!

*****

Gavura Gavur Diyemediğimiz ‘Politik Doğruculuk’ Günlerinde

Bitirmeden önce, iki örnek vaka üzerinden bu anlayışın günümüzde nasıl devam ettiğini göstermek istiyorum.

Bincisi, yakın zaman önce YGS sınavında sorulan bir soru bağlamında gündeme gelmişti:

Bence bu vakanın bugün tuhaf yanı, bu sorunun sorulması değil, zamanın ana akım medyasında konunun “YGS’de skandal soru” başlığıyla haber yapılmış olmasıdır. Bu topraklarda kültürel çoğulculuk umudunun yükseldiği zamanları bugün bize yeniden hatırlatması açısından da bu örnek, ilginçtir.

Diğer yandan, Hrant Dink Vakfı tarafından 2017 yılında yayınlanan Medyada Nefret Söylemi ve Ayrımcı Söylem başlıklı raporda yer alan, Prof. Dr. Arus Yumul ve Ezgi Kan tarafından kaleme alınmış “Yazılı Basında Gavur Söylemi” başlıklı bölümün, günümüze kadar devam eden gavura gavur deme iştahının yazılı basındaki yansımasına çok iyi bir örnek olarak okunmasını tavsiye derim.


Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (İletişim için: [email protected])

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bilmez Hocadan Tarih Tersleri Arşivi