Ragıp Duran
Gazetecilik tartışmasında 4 nokta
Gazetecilik konusundaki tartışma sürüyor. Kitabı ve söyleşileriyle tartışmanın başlamasını sağlayan Kadri Gürsel de nihayet uzun bir yazıyla konuya müdahil oldu.
Kadri'nin ince, nüanslı ve sofistike gibi görünen yazısı aslında eski fikirlerinin tekrarı. Güzel çelişkiler de barındırıyor. Ama şimdi kendi aramızda polemik zamanı değil.
Ben bugün sadece 4 nokta üzerinde duracağım:
- Tartışmanın ana konusu gibi görünen ''Ana akım medya nedir?'' ve ''Profesyonel gazeteci kimdir?'' konuları bence pek anlamlı değil. Bu iki sorunun yanıtı Batı'da da bizde de hem akademik/teorik hem de pratikte çoktan verildi. Ana akım, Baba akım, Teyze akım... Ya da namuslu dürüst gazeteci... İyi insanlar... bizim bugünkü sorunlarımızın çözülmesine tayin edici bir katkı sunmuyor. Gazeteciliğin siyasi/ideolojik öz ve muhtevasını inkâr etmiyorsak, iktidar yanlısı basın ve bağımsız basın olarak ikiye ayrılıyor medya dünyası. Tiraj, sürdürülebilirlik, etik kurallara uygunluk... vs... gibi kriterler önemli olsa da başat olamaz. Bu kriterleri esas alan bir kategorilendirme teknik düzeyde kalır. Apolitiktir.
- Bu tartışma aslında geç başladı. Yandaş medyanın açık bir şekilde çöküş/iflas işaretleri vermesini beklememeliydik. Ya da Doğan grubunun düşürülmesini. Belki de ortam elverişli iken Gezi'den hemen sonra bu konulara girmeliydik. Ne var ki bizde garip bir dönüşüm/değişim mekanizması var: Uzun yıllar yandaş medyada ya da ana akım medyada çalışırken mesleki sorunlara pek ilgi duymayan bazı gazeteciler, maaşları kesilip işsiz kalınca medya eleştirmenliğine soyunuveriyorlar. Basın özgürlüğü kahramanı olanlar bile var bunların arasında. Kiminin kişisel kiminin mesleki engellerden yola çıkıp, gazeteciliğin Türkiye'deki sorunlarını deşmeye/eleştirmeye başlaması kuşkusuz olumsuz bir tutum değil. Yine de ''Keşke bunları daha önceden gündeme getirseydin, ya da konuyu gündeme getirmiş olanlara destek vermiş olsaydın, bugünkü konumun daha ikna edici olurdu'' demekten de alıkoyamıyorum kendimi.
- Konu hakkında meslekdaşlar, akademisyenler anlamlı, olumlu yazılar yazdılar. Herhalde hepsini okudum. Ne var ki, atomize olmuş bir sanal medyada bu tür yazılar, gerçek anlamda canlı, derin, karşılıklı etkileşimi sağlayacak bir ortam oluşturamıyor. Oysa ki bizim Gazeteciler Cemiyeti, Gazeteciler Sendikası, Çağdaş Gazeteciler Derneği gibi mesleki kurumlarımız var. Ayrıca son rakamlara göre Türkiye'de 30'u devletin olmak üzere toplam 58 İletişim Fakültesi var. Dolayısıyla meslek örgütleri ve/veya iletişim fakülteleri, bu konuyu seminer, sempozyum, forum, konferans formatında gündeme getirmeli. Uzmanları, akademisyenleri, gazetecileri ve tabii ki medya okur-yazarlık bilinci olan yurttaşları bir araya toplayıp, doğru başlık ve alt başlıklar belirleyip, tartışma akışını iyi yönlendiren bir moderatörlükle toplantılar organize etmeli. Yazmakla konuşmak farklı edimler. Bir tartışma toplantısında, sıcağı sıcağına çeşitli fikir ve tutumlar daha somut, daha anlaşılır bir şekilde açılabilir/değerlendirilebilir.
- Nihayet esas itirazım ana tartışma konusuna. İlk başta ben de umutluydum, bu tartışma bizi iyi bir yere götürür, diye bekliyordum. Ama olmadı. Bu nedenle, olumsuz anlamda akademik ve soyut bir şekilde teorik tartışmalardan kaçınıp, işin esasına odaklanmamız gerekiyor. Dolayısıyla ana tartışma konusu ''Bugünkü koşullarda gazeteci olarak ne yapmalıyız? Neler yapabiliriz?'' sorularına somut cevaplar aramak durumundayız. ''Gazeteci'' derken, herhalde anladınız, A. Hakan'ı, A.Selvi'yi ya da benzerlerini kastetmiyorum.
Ben vakti zamanında ''Gazeteciler Meclisi''ni yeniden kurmayı önermiştim. İlk başta biraz heyecan, ilgi yarattı. Sonra söndü. Tek başına yapılabilecek bir iş değil bu. Kollektif bilinç ve meslek vicdanı olanların gerçekleştirebileceği bir girişimdi. Biraz da akıl ve cesaret lazımdı.
Kısa bir dönem de olsa Türkiye'de yaşamış ve Galatasaray'ı çalıştırmış Hollandalı antrenör Frank Rijkaard'ın şahane bir gözlemi vardır: ''Türkiye'de her şey var, ama hiçbir şey tam değil!''