Gelecek mi? Ne istenebilir ki?

Venezuela'da altın madenlerini dolaşıyordum. Bir evin bahçesinde karı-kocanın kendi kuyuları vardı. Hiçbir şey yasal değildi ama zaten bu gerekmiyordu da.


Çıkrık sesini çok iyi hatırlıyorum. Her dönüşü ip kopuyor sesi veriyordu. Bolivya'da gümüş madeninin dibinde bir yerdeydim. Daha da derine bir kuyuya iniyordum. Her çıkrık dönüşü ip kopması gibi geliyordu; çünkü beni indiren madenci uyarmıştı. 15 yaşındaydı. İp kopması sesini duyduğunda kollarını bacaklarını açıp duvara tutun, seni oradan alırım demişti.

3-4 çıkrık sesinden sonra aldırmamaya başladım. Zaten yapabileceğim bir şey yoktu. 50 metre kadar derinliği olan bir kuyuya düşerken, duvarına tutunanabileceğimi pek sanmıyordum. Bu yüzden dert etmemek en iyisiydi. Uçakta uçuş korkusu gibi bir şeydi bu. Korkmak bir şeyi değiştirmiyordu.

Tabii ki her şeyi şansa bırakmadım. Güvendiğim şeyler vardı. Madene girerken önce madenciler Azize'nin önünde haç çıkarma töreni oluyordu. Zayıf, bodur bir azizeydi. Alçıdandı. En azından azize gümüşten olmalıydı diye düşünüyordum. Gümüş madeniydeydik çünkü. Sonra belki Azizeyi de satarlar diye alçıdandır diye düşündüm ama üstü bütün gümüş tozuydu.

Madenci üstleri ve yüzleri, boğazları ve akciğerleri gibiydi. Bazı yerleri kırılmıştı. Alçı gümüşlenmeyi bekliyordu kırıklarda. Madencileri koruduğu söyleniyordu ama ona pek güvenmiyordum. Haç çıkarmadığım ya da çıkarmayı bilmediğim için değildi bu. İstesem öğrenirdim zaten. Ne olacak iki el hareketi. Bilmem kaç rekat değil ki.

Tio-Amca’ya güveniyordum ben. Girişten 50 metre kadar daha aşağıdaydı. O da kısaydı ama bence yakışıyordu ona bu. Çanak çömlek toprağından yapılmıştı ve bir yanağı şişti. Koka yaprağı çiğniyordu. Önünden geçerken sigara ya da koka yaprağı bırakılması gerekiyordu. Belki bu yüzden ona güveniyordum, en azından sadece el hareketi yapmıyorsun. En az 2-3 koka yaprağı bırakmıştım. Kuyuya düşmemi engellerdi sanırım. Gerçi tahta çıktık meselesini bilseydim haç da çıkartırdım… Öğrenirdim…

Venezuela'da altın madenlerini dolaşıyordum. Bir evin bahçesinde karı-kocanın kendi kuyuları vardı. Küçük bir bakkal dükkanı gibiydi. Bir 12 metrelik kuyuları ve henüz 3 metrelik başka bir kuyuları vardı. Hiçbir şey yasal değildi ama zaten bu gerekmiyordu da.

Chavez eğer kooperatif kurarsanız size bedava petrol veririm diyordu. Legal ve güvenli olursunuz. Pek kimse yanaşmıyordu. Çünkü herkesin kafasında, bir sabah kalktığında 100-200 bin dolarlık bir altın kayası bulma umudu vardı. Ben hiç bulana rastlamadım ama bu zaten bir şeyi değiştirmiyordu. Olmayan altın kayası, olan bir kooperatiften daha gerçek geliyordu.

Evin kadını Maria 'Altın sizin için süs eşyası, bir takı ama benim için ekmek' diyordu.

Bolivya'da kuyuda, madenciye, ‘gelecekten ne istiyorsun diye sordum, dedim ya 15 yaşındaydı; ‘Gelecek mi? Ne istenebilir ki’ dedi.

Sonra maden çıkışına doğru yürüdük. Azize ve Tio bizi bekliyordu…


Metin Yeğin kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; Gazeteduvar, dünyada, Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Metin Yeğin Arşivi