Yiğit Bener
Gerçeğin Artısı?
Gerçeğin bir de Artısı çıktı demek. İlginç.
Benim zamanımda bir tek Gerçek vardı. Karşısına da zıt anlamlı çeşitli kavramlar yerleştirilebiliyordu: Yalan, yanlış, hata, gerçek dışı, yanılsama, düş, sanrı.
"Yalnızca gerçekler devrimcidir" diye düşünen Bolşevikler, 1913’te Gerçek (Pravda) isimli bir gazete çıkarmışlardı. Gazete "resmileştikçe" Gerçek’e artı olarak "propaganda ve ajitasyon" eklendi. Başta maksat sanırım bazı gerçekleri öne çıkarmak, daha güçlü şekilde vurgulamak ve bu gerçekler etrafında insanları harekete geçmeye teşvik etmekti.
Bürokratik yozlaşmayla birlikte kantarın topuzu kaçtı: İstenilen sonuca ulaşmak için sadece gerçeğin yetmediği yerlerde gerçeklere artı öğeler eklenmeye başlandı: Propagandanın dozu gitgide arttı, hatta zamanla gerçekler eğilip bükülür oldu, köşeli kutuya sığması için fazlası törpülendi, eksiği şişirildi, rahatsız edeni gölgelendi.
Sonunda bürokratik diktatörlük yıllarında gerçek kılıktan kılığa sokuldu, resmiyetten dili şişti, düpedüz tahrif edildi, yerine arsız yalanlar, iftiralar, karalamalar serpiştirildi. O kadar ki, muhalif devrimcilerin izlerini silmek için tarihi gerçekler bile baştan yazılıp kurgulandı, fotoğraflar günün ihtiyacına göre rötuşlandı, sahte belgeler yayınlandı, tek adamın propagandası dışında Gerçek’te gerçek kalmadı.
Öte yandan, gerçeğin yerine kocaman bir yalanın ikame edilmesine dayalı propaganda yöntemini asıl zirveye taşıyan isim Joseph Goebels’tir, yani "büyük yalan" kavramının mucidi ve Nazilerin "Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı."
O gün bugün çeşitli iktidarlar gelişen teknolojinin de yardımıyla bu yöntemi enikonu geliştirdiler. Goebels’in yerli ve milli taklitlerinin marifetlerini bilmeyenimiz mi kaldı?
Zaman içinde gerçek yeni tamlamaların eklenmesiyle çoğalarak çeşitlendi: Acılaşabildi, katılaştı, nesnel olduğu söylendi, bilimsel olmaya çalıştı, görece oldu. Bir ara post-modern oldu, sanal oldu, simülakr oldu, bilinçdışından fırlayıp ruhsal bir boyut kazandı, yer yer duygusallaştı. Sanatla tanıştı, roman gerçeği ya da kurgusal oldu. Olacak iş değil ama askerisi ve ilahisi dahi icat edildi.
Gün oldu gerçeğin sahicisi fazla geldi, kısmi ya da eksik, belki de kışkırtıcı ve rahatsız edici bulundu. Çeşitli grup, ideoloji ya da inançların çıkarlarına göre bazı gerçekler caiz oldu, ötekiler aforoz edildi. Algı diye küçümsendi, işimize gelmedi mi örtbas edildi.
Her toplum, her kesim, gerçeğin sadece işine gelen kısmına sahip çıktı, yalnızca bir ucundan tutarak tarif etmeye kalkıştı. Hatta sadece çoğunluktakiler değil, azınlıklar da kendi gerçeklerini yarattı, başka gerçek tanımaz oldu.
Sonuçta gerçek devlet marifetiyle "resmi", muhalefet marifetiyle de "siyaseten doğru" oldu. Yani kaskatı, tek boyutlu, güdük oldu. Bugünkü ya da yarın yerini alacak olan alternatif iktidarın hizmetine girdiği oranda kendine yabancılaştı, kendinden uzaklaştıkça uzaklaştı, yerini salt propaganda aldı.
İşte o zaman gerçek, iktidardan ırak ve iktidarsız, iktidar tanımaz ve her tür iktidara muhalif niteliğini, yani masumiyetini yitirdi: İşlevsel, yani satın alınabilir oldu.
Zaten işin içine ticaret ve kâr amacı bulaşınca adı bile değişti, yerini reklam aldı (günümüzde buna kibarca "tanıtım" diyorlar). Sonunda gerçek süslenip püslendi, abartıldı, karikatürleştirildi. Derken arttırılmış gerçek girdi devreye, hatta bilgi kirliliğine alet edilebilmesi için gerçek "zenginleştirildi." Sonunda "gerçek sonrası" ve "alternatif gerçek" adı altında günümüzde toptan yok edildi.
Her neyse, konumuz bu değil ama şimdi bir de gerçeğin "artı"sı çıktı başımıza, bunu nasıl yorumlamalı?
Artı Gerçek’teki değerli dostlarımın (ben aslında isimlerini de yazmıştım ama daha ilk yazımda sansür uyguladılar, haydi hayırlısı!) ısrarlarını kıramayıp bana cömertçe açtıkları sayfalara bir şeyler karalamaya niyetlendiğimden beri bunu tartmaktayım: Ben şimdi ne yapacağım? Yani buraya ne yazacağım?
Sonuç olarak burası bir internet gazetesi, bense kendi halinde bir edebiyatçıyım. Gündeme sıklıkla Fransız kalıyor, yandan bakıyorum. Olan biteni tamamen kendimce, edebi sandığım bir mesafeden yorumluyorum. Kendi ezberlerim çoktan bozulduğu için yanıtlarını bazen kendim de bilmediğim sorular soruyorum. Yani sonuçta kendi köşemde aklıma ne eserse onu karalıyorum, yazacaklarımı ne gerçeğe uydurmak ne de artısını eksisini düşünmek zorundayım: Okurlarım "ediptir ne yapsa yeridir" derler diye umuyorum.
Ama Artı Gerçek’te öyle mi? Bu mecranın kendi gerçekleri, bu gerçeklere göre şekillenmiş bir okur kitlesi var, bu okurların gerçek alışkanlıkları var. Alışılagelen bağlantıyı tıkladıklarında karşılarına bir de benim çıkmamdan hoşnut kalacaklar mı bakalım? Benden beklentinin ne olduğunu dahi tam kestiremiyorum gerçekten.
Uzunca bir süre -ama epey önce- muhalif siyasi basın organlarında kendi çapında gazetecilik yapmış olmakla birlikte, kırkından sonra azıp hasbelkader edebiyata heves etmiş bir birey olarak kaleme alacaklarım nasıl bir artı değer katabilir ki bu sayfalardaki gerçeklere? Buraya yazarken gerçeğe bir tür "artı" katmam mı bekleniyor? Yoksa asıl sunulmak istenen artılara kendi gerçeklerimi mi yedirmeliyim?
Sonuç olarak, yalın gerçeklerin insanda neredeyse yalnızca isyan duygusu uyandırdığı bir ülkede yaşıyoruz: Sadece gerçekleri dile getirmek neyimize yetmiyor? Buna bir de kendi halinde bir edebiyatçının düşünü, fantezisini, kurgusunu ve bireysel yorumunu katmanın ne gibi bir artısı olabilir? Olabilir mi?
"Olur, bal gibi olur" dedi adlarını ne yazık ki anamadığım dostlarım. Onların yalancısıyım yani.
Demem o ki işin gerçeği bu: Artısına eksisine de siz karar verirsiniz artık!