Pelin Cengiz
Gezi Parkı bizim olsun, millet bahçeleri sizin
İsveçli 15 yaşındaki Greta Thunberg ve arkadaşları, iklim değişikliği mücadelesine dikkat çekmek ve destek olmak için bu hafta sonu Stokholm'de bir yolu trafiğe kapattı.
Dünyanın en genç iklim aktivistlerinden Greta, iklim değişikliğine karşı harekete geçilmesi talebiyle başladığı okula gitmeme boykotunun 13'üncü haftasında. Greta, okula gitmeyip parlamento binasının merdivenlerinde oturuyor.
Çevresindekiler ona okula gitmesi ve ders çalışması gerektiğini söylediğinde Greta, "Peki neden artık varolmayacak bir gelecek için çalışayım? Eğer politikacılar olgulara kulak asmayacaklarsa neden okulda bir şeyler öğrenmek için bunca zahmete katlanacakmışız?" diye soruyor haklı olarak...
Ve ekliyor: "Bunu yapıyorum çünkü başka kimse bir şey yapmıyor. Yapabileceğimi yapmak, benim ahlaki sorumluluğum. Politikacıların iklim sorununa öncelik vermesini, iklime odaklanmasını ve onu bir kriz olarak ele almasını istiyorum."
Fransa'da 10 binlerce kişi hükümetin akaryakıt zammını protesto etmek amacıyla çeşitli noktalarda otoyolları kapattı.
Araçlarda bulundurulması zorunlu olan reflektörlü sarı yelekleri giyerek eylem yaptıkları için kendilerini Gilets Jaunes (Sarı Yelekliler) olarak adlandıran protestocular, sosyal medya üzerinden örgütlenerek, havalimanlarına giden yolları, otoyol bağlantılarını, otoyol gişelerini ve kavşakları bloke etti. 2 bin ayrı noktada 124 bin eylemcinin protesto yer aldı belirtiliyor.
Endüstri devriminin beşiği İngiltere'de kendilerini Extinction Rebellion (Yokoluş İsyanı) olarak adlandıran iklim hareketinin aktivistleri bir süredir barışçıl iklim eylemleri gerçekleştiriyor.
Geçen hafta önce yerlere yatarak bir caddede trafiği kapadılar. Bir kısmı caddenin trafiğini engellerken bir bölümü de Enerji Bakanlığı binasına sprey boyayla slogan yazıp, personel giriş kapılarına ellerini zamklayarak içeri girişleri engelledi. Haliyle, gözaltılar da oldu ama onları yıldırmıyor.
17 Kasım İsyan Günü'nde ise Londra'da beş ayrı köprüyü ve yolları kapattılar, "isyan etmek hakkımız ve görevimiz" dediler, barışçıl bir iklim isyanının fitilini ateşlediler. Tabii, yine gözaltılar oldu, hatta protestocular polisleri de eylemlerine katılmaya çağırdı. Elbette, Yokoluş İsyanı'na Almanya'dan, Belçika'dan, Hollanda'dan yoğun destek vardı.
Sadece üç ülke, üç örnek... Hepsi çok yeni gerçekleşti.
Hepsinin ortak bir özelliği var, bu üç eylem de gerçek birer sivil itaatsizlik eylemi ve şiddetsiz birer protesto...
Türkiye'de ise bir grup akademisyen, sivil toplumcu, aktivist yeni bir sindirme dalgasıyla üstelik son derece akla hayale sığmayacak suçlamalarla göz altına alındı. Gözaltına alınanlar, "Anadolu Kültür'ün Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala ile hiyerarşik bir yapı içinde Gezi Parkı eylemlerini yaygınlaştırmaya çalışmakla" suçlanıyor.
İstanbul Emniyeti'nin suçlamaları arasında en dikkat çekici olanı, "Sivil itaatsizlik ve şiddetsiz eylem başlıkları altında Gezi Parkı olaylarının devamlılığını sağlamak için yurt dışından aktivizm eğiticileri, kolaylaştırıcılar ve profesyonel eylemciler getirttikleri. (Duran adam, piyano çalan adam, kırmızılı kadın vs.)" şeklinde ifade edilmiş olanıydı.
Türkiye'nin her köşesinde şiddet var, insan hakları ihlalleri, hukuksuz ve hak arayışındakilere yönelik inanılmaz bir saldırı sürüyor. İnsana, doğaya, yaşama ve ülkenin geleceğine dair ne varsa yok sayılıyor.
Gezi Parkı ve çevresinde yapılmak istenen yeni betonlaşma hamlesine karşı oluşan direniş, Türkiye'nin son 16 yıldır sürdürülen kalkınmacı neoliberal talan ekonomisi karşısında gerçekleştirilmiş en büyük sivil itaatsizlik eylemi olarak sembolleşmiş durumda...
Türkiye'de son yıllarda toprağını, suyunu, havasını, yaşam alanını savunanlar hakkında her fırsatta dava ve soruşturma açıldı, yüzlerce gözaltıyla birlikte idari para cezaları verildi, pek çok çevre direnişçisi taşlı, sopalı saldırılara maruz bırakıldı, halkın güvenliğinden sorumlu polis ve jandarma halkın üzerine saldırtıldı, bu insanlar itibarsızlaştırılmaya çalışıldı, "terörist" damgası vuruldu.
Türkiye, doğal varlıkları talan ederek, inşaat ve betonlaşma üzerine kurulu kalkınmacı ekonomik modele kilitlenmiş durumda. Bu inadın sonuçlarını tüm ülke olarak deneyimliyoruz. Buna bir de ÇED süreçlerinden muaf tutulan, hukuku hiçe sayan, denetimden, şeffaflıktan ve müzakereden uzak tek adam iktidarının "çılgın projecilik" ısrarı eklenince, makul olanı konuşmak giderek zorlaşıyor. Bu derece güç temerküzü, bu kadar denetimsizlik ve hukuksuzluk, iktidarda en iyi niyetli yönetimler bile olsa tehlikelidir.
Herkes sizin gibi düşünmek ve hareket etmek zorunda değil. Dolayısıyla kamuya açık alanlarda, şiddetsiz, barıştan yana sivil itaatsizlik ve itiraz eylemleri temel bir haktır, kriminalize edilemez, suç kategorisine sokulamaz.
Sivil itaatsizlik, temel olarak şiddeti dışlayan, haksız bir uygulamaya karşı tüm yasal yollar denendikten sonra başvurulan bir yöntem olarak benimseniyor. Bir eylemi sivil itaatsizlik eylemi haline getiren en güçlü faktör, toplumun bir kısmının hak ve özgürlüklerinin tehdit altında olmasıdır. Yine, kavramın en önemli unsurları arasında eylemin kamuya açık şekilde hareket etmesi, kişisel çıkar arayışının ötesinde herkesin "adaletsizlik" karşısında çözüm arayışına katılması, dolayısıyla sivil itaatsizliğin kitlesel olması yer alıyor. Bireyler açısından bakıldığında ise, vicdani bir düşünsel ve duygusal süreçten söz edilebilir.
Henry David Thoreau, "sivil itaatsizlik" (civil disobedience) kavramını siyasi literatüre ilk kazandıran kişi olması sebebiyle çok özel bir yere sahiptir. Ortaya atıldığı 1849'dan bu yana sivil itaatsizlik çok farklı biçimlerle, çok farklı kesimler tarafından kendini ifade etme yöntemi olarak kullanıldı, kullanılıyor. Thoreau'nun sivil itaatsizlik teorisinin temeli, "birey ahlaki ya da adil olduğuna inanmadığı yasalara itaat etmeme hakkına sahiptir" düsturuna dayanır.
Thoreau'ya göre, devlet bir makineye benzer ve bu makine zamanla çok fazla adaletsizlik meydana getirebilir. Makine, çok fazla adaletsizlik ürettiğinde insanlar, makineye müdahale etmek ya da makineyi durdurmak için bir direnç oluşturur. Bu da vatandaşın "sivil" olmasının gereği olarak, "şiddetsiz" şekilde gerçekleştirilir.
Gezi Parkı direnişinin özünde yer alan itirazı, muhalefet edileni anlayabilmek için yeni bir zihni yaklaşım gerekiyordu, görüyoruz ki bundan hala yoksunlar. Bunu zamanın ruhunu anlayamayan, içi boşalmış, modası geçmiş fikir ya da ideolojilerle açıklamaya çalıştığınızda Gezi size sadece bir öcü gibi görünür.
Milyarlarca ağacı kesip, en değerli ormanların kalbine köprü, otoyol, havalimanı hançerlerini saplayıp, şehrin göbeğindeki parkı betonla yok etmeye yeltenenler ancak millet bahçeleriyle göz boyamaya kalkar... Bu devasa rant ve talan çarkının, bu ekonomik darboğaz içinde tam da yerel seçimler öncesi size rantsız bahçe sunacağına inancı olan var mı? Tamamen çaresizliğin, vizyonsuzluğun ve tükenmişliğin resmi. O sebepten Gezi Parkı bizim olsun, millet bahçeleri sizin...