Ömer Faruk Gergerlioğlu
Gömdürülmeyen cenaze ne düşündürmeli?
Evvelsi akşam Türkiye çok tehlikeli bir olay yaşadı. HDP milletvekili Aysel Tuğluk'un cenazesinin toprağa verilmesi mezarlıkta taşkın gösteriler yapıp sloganlar atan bir grup gösterici tarafından engellendi.
Hayatta çok az olayda bir tabiri kullanırım. İnanılmaz derecede vahim, yürek yakan, insani duyguların kaldıramayacağı olaylar olur bazen. Tuğluk'un annesinin cenaze olayında da bunu kullandım ve kendi adıma toplumun durumu için ciddi endişe yaşadım. Bu nasıl bir insanlık dışı hal, nasıl bir faşistlik, nasıl bir zalimlikti..! Böylesi durumlara tüm insanlar çok öfkelenirken yaratıcının öfkelenmemesi düşünülemez. O halde niye bu tür olayların olmasına izin veriyor, niye bu derece insanlık dışı canlıları bir azap ile cezalandırmıyor? Bu ve benzeri sorular sanırım çok kişinin aklına geliyor, evvelsi gün bu olay duyulduğunda da mutlaka gelmiştir. İslami terminolojide böylesi durumlar için bir söz vardır. "Allah imhal eder (mühlet verir), ihmal etmez." Demek ki Müslümanlar yaşamış oldukları dünyada karşılıksız kalan çok suçun karşılığı için böyle kafiyeli bir deyişle yüreklerini öte dünyaya kadar serinletmeye çalışıyor. Ama bu, dünyadaki sorumluluğumuzu hafifletecek mi? "Suçların cezası nasıl olsa verilecek" diye gönül rahatlığıyla kaygılarımızı azaltma hakkımız var mı?
Bu topraklarda hangi suçun karşılığı verildi ki? İşte 100 yıl öncesinde kalmasına rağmen halen yok edilememiş tüm hatıralarıyla Ermeni soykırımı. Dersim katliamı, Kürt meselesinde her bir bireyin mutlaka hayatının bir anında veya çok zamanında hissettiği acılar. Müslüman dindarları "makbul vatandaş" kılmak için değişime zorlamak ve yasaklarla, dayatmalarla hayattan dışlamak, Süryanilerin, Yahudilerin, Rumların kitlesel nümayişlerle yağmalanan malları, mülkleri. Hiçbirinin hesabı verilmedi, özür dilenmedi ve günümüze gelindi.
Bu ülkede öylesine bir karşılık hasreti var ki bu bir ateiste bile cehennemi arzulattırıyor. Geçtiğimiz günlerde Ahmet Şık "ateistim ama bu kainatta zalimleri cezalandıracak bir cehennem olmasını çok arzu ediyorum" demişti. Bir ateist böyle bir feryat ile bu dünyanın adaletinden vazgeçmiş ve inanmasa bile şiddetli bir hasretle cehennemi arzulamışsa orada adeta dağların ve göklerin yarılacağı dehşetli bir durum var. Bu hasret çok ağır bir hasreti ve çileyi dillendirmektedir, buna tüm insanların kulak kabartması gerekir. Ahmet Şık haklı, çünkü bu dünyada ne kadar uğraşılsa haksızlıkların tam cezası verilmedi, verilmiyor, verilmeyecek. Peki bu dünyada karşılığı verilme ihtimali az olan bir sürü suç varsa biz hep öte dünya hasreti, avuntusuyla mı vaktimizi geçireceğiz?
Elbette ki hayır..! İnsanoğlu suçun cezasını verme konusunda aciz kalıyorsa suçu azaltmalıdır. En yapabileceğimiz olumlu, somut icraat budur. Peki bu noktada doğru bir teşhisimiz var mıdır? Bu noktada maalesef yine karamsarlaşacağız, çünkü bu konudaki en hassas olması gereken kurumlardan biri olan, ülkedeki büyük çoğunluk olan Sünni vatandaşların dini vazifelerini tanzim eden Diyanet işleri başkanlığı da gerekeni söyleyemiyor, yapamıyor. Diyanet işleri başkan vekili Ekrem Keleş "bu gibi olayların dinen kabul edilemez" olduğunu söylemiş. Böylesi vahşi bir olayda başkan vekili bu kadar mı söz söylemeliydi? Büyük hastalığı teşhis için hiç mi sorumluluğu yok? Bir devlet ideolojisi olan çoğunluk Türk milliyetçiliği ideolojisinin nasıl da dini ve milli unsurlarla bezenerek bir cenaze anında korkunç bir gayri insaniliğe dönüştüğünü görmüyor mu? Bu hal ona ciddi bir muhasebe yapmasını öğütlemiyor mu? Çünkü bu göstericiler kendi kimliğinden olmayan gördüklerine (Türk ve Müslüman görmüyorlar) bu vahşi muameleyi din ve millet adına yapıyor. Diyanet görevlisi umursamadığı bir yanlış ideoloji ve dayatmanın onu ilgilendiren "yerli ve milli" referanslardan güç alarak nasıl korkunç bir linç girişimine döndüğünü görmüyor mu? Diyanet başkan vekili cezaevindeyken annesini kaybetmiş ve ancak cenazeye katılma izni alabilmiş acılı bir kadına böylesi bir kötülüğü insani, dini ve milli kabul edilebilirlikle yaptığını düşünen kişilere söylenmesi, anlatılması gereken çok önemli şeyler olduğunu düşünmüyor mu? Dini anlatımını yeni baştan gözden geçirmesi gerektiğinin farkında değil mi? İtiraz etmeyi hiç düşünmediği bir devlet ideolojisinin oluşturduğu çatışma ortamının insanları nasıl bir canlıya dönüştürdüğünün hasbihalini yapmıyor mu?
Son olarak bu gayriinsani davranışı hiç kimsenin bir ırk nefretiyle değerlendirmemesi gerektiğine vurgu yapmam gerekiyor. Zira bir ırka, mezhebe yönelmiş bir kötülüğün karşılığı aynı kötülük olamaz. Olayı ırk düzleminde zıtlaşmayla değil, insaniyet ortak paydasındaki demokrat duruşlarda aramalıyız.