Hayat dediğin şey, yürüyen merdiven...

Yoksulların bu mutena kente, alışveriş merkezine girememesi daha da fazla iki yanlı çekim merkezi haline sokar orayı; girebilen ayrıcalıklılar ve onlar gibi olmaya çalışan yoksullar. Bu durum plazaları, alışveriş merkezlerini bir ibadethaneye dönüştürür.

Bütün dünya birbirine benziyor artık. Brezilya ile İngiltere ya da Türkiye arasında, bir AVM’nin döner kapısından içeri girerseniz, yolculuk yapmadan, vizesiz, sınır bekçilerinin olmadığı bir başka ülkenin benzerine, pardon aynısına gidebilirsiniz. İçerdeki markaların çoğu bile aynıdır. Sizi karşılayan yürüyen merdivenler size bu dünyayı anlatır. Hiçbir yere gitmez aslında, bir aşağı, bir yukarı, kendi kendine, kendi etrafında döner, aynı makus hayatımızın, ayaklarımızın altından akıp gitmesi gibidir.

Yoksulların bu mutena kente, alışveriş merkezine girememesi de daha da fazla iki yanlı çekim merkezi haline sokar orayı; girebilen ayrıcalıklılar ve onlar gibi olmaya çalışan yoksullar... Bu durum plazaları, alışveriş merkezlerini bir ibadethaneye dönüştürür. Üzerinizdeki markalarla abdestli olmazsanız, yani sahte de olsa “marka” giymiyorsanız giriş kapısından zor geçilebilir. Bu sanıldığının aksine ibadethaneyi daha kalabalık ve güçlü kılar. Dahil olunması zor olan masonik yeminlerin yerini alır bu, ne giydiğiniz, bir başka anlamda ne satın alabildiğiniz. Yine garip olan, gecekondu sakinlerinin giremediği bu yerde, genellikle gecekondu sakinleri çalışır.

Bir başka ilginç durum, plazalarda, alışveriş merkezlerinde çalışanların sahip olduğu en önemli ayrıcalık, o ürünleri indirimli olarak satın alabilmeleridir. Yani kazandığı çok düşük ücretin çok büyük bölümünü, yine satın aldığı yere, kendi dükkanına bırakır. Aynı zamanda o giysiler ile gecekonduya yatmaya giden bir çalışan, birçok televizyon reklamından daha çok o “markayı” güçlü kılar.

Belki daha kolay satın alınabileceğinden Coca Cola reklamlarını bir yana bırakın, Nike’ın ya da Adidas’ın favela görüntülü reklamları aslında tamamen bunu gösterir. Yoksulluk içinde ayrıcalıklı olmak! Bu dört tarafı kapitalizm ile çevrili bir kumpastır.

Bir yandan yabancılaştırıcı üretim, yalnızlaştırılmış hayat, nesneleştirilmiş insanlık ve bütün bunların içinde kendisinin fark edilmesini sağlamak için, herkesin “ayrıcalıklı” olma isteği. İçme suyunun kirletilmesi ile içme suyunun satılabilir olması ve satılması ilişkisi gibidir. Kapitalizmin tek dili “tüketme” yi konuşarak, satın alarak, kendisinin var olduğunu söylemeye çalışmak, sahip olunabilen tek rüyadır.

Brezilya favelalarında bir çok gencin (!) şikayeti çamurlu sokaklara sahip olmalarıdır. Bunun nedeni ise daha çok gerçek ya da sahte marka ayakkabılarının kirlenmesidir. İşin yine garip yanı, bundan yakınanların birçoğunun, bu ayakkabıya da sahip olmamasıdır.

Neoliberalizm bütünsel olarak, üretimi (!) de yeniden tanımladı. Bu bütün dünya ülkelerinde benzerdi. Brezilya'da bir süre önce metro çıkışlarında yüzlerce ayaklı ilan karşılıyordu sizi. İnternet 1 Real, cafe 0.50 Real... Yüzlerce insan çalışıyordu! Bazısının elinde çanlar, palyaçolar, iskambil kartı figürleri, azizler... Metrodan çıkan biri görecek internetin saati 1 Real -1 Lira- olan bir yere gidecek, orası para kazanacak, onlara ödeyecekti. Çok muhtemel bu çalışanlar (!) arasında başka bir ilişki biçimi de doğuyordu.

Fabrikada çalışan klasik işçilerin bantta ilerleyen, iki ürün arasında birkaç kelime ile devam eden muhabbeti, burada iki metro gelişi, ellerindeki çan seslerinin eşliğinde ya da arada bir bağırdıkları için bazen daha kısık sesle ve başka bir tonda süren bir muhabbetti. Bu çalışan ayaklı ilanlar arasında kavgalar, arkadaşlıklar ve belki aşklar oluyordu.

-Metro çıkışında ayaklı ilanlar arasında en çok telefon hattı ilanı dağıtan koca burunlu palyaço ile maça kızı kıyafetindeki internet 0.50 real arasında bir aşk kurgusu yapıyordum. Ahmet Kaya’nın iki şarkısı, ‘Tezgahtar Nebahat’ ile ‘Bahtiyar’ı birbirine yakıştırdığım gibi bir duyguydu bu.-

Kendimizi, yürüyen merdivenlerin manasız konforuna terk edip, tükettiğimiz zaman!

Hayat dedikleri şey, bu muydu?


Metin Yeğin kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; Gazeteduvar, dünyada, Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Metin Yeğin Arşivi