İnci Hekimoğlu
Hayatımızdan vazgeçmemek için demokratik seçim
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü’nde kadınlar tüm engellemeleri aşarak meydanlara aktı. 90’lardan bu yana bu kadar coşkulu ve yaygın kadın eylemliliği görmemiştim.
Ne zaman iktidarlar anti demokratik uygulamalara yönelse, ne zaman baskı ve şiddet artsa, ne zaman kadınların dişiyle tırnağıyla kazandığı, canı pahasına korumaya çalıştığı kazanımlar tehlikeye girse ilk önce kadınların sesi yükselir.
Bazılarının hâlâ zannettiği gibi kadına yönelik şiddet, bireysel veya "özel alan"la ilgili bir sorun değildir.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü, kadınların erkek dayağına karşı ilan ettiği bir gün olmanın çok ötesindedir.
25 Kasım üç yürekli kadının, bir diktatörlüğe başkaldırma cesareti göstererek giriştikleri mücadelenin bedelini canlarıyla ödedikleri tarihtir.
Diktatör Trujillo’nun "hain" ilan etmesinin ardından askerlerin saldırısına uğrayan kız kardeşler, tecavüz edilerek ve ağır işkenceler yapılarak öldürüldüler.
Patria, Minerva ve María Teresa Mirabel kardeşlerin öldürülmesi, 30 yıl Dominik’i yöneten Trujillo diktatörlüğünün de kırılma noktası oldu. Kardeşlerin kurduğu Clandestine Hareket’i diktatörlüğün yıkılmasında önemli rol oynayarak, o üç kadının düşlerini yarım bırakmadı.
"Kadına yönelik şiddet politiktir" derken kast edilen, bu dramatik öyküde bütün boyutlarıyla vardır. Savaşta barışta, siyasette, iş yaşamında, sosyal hayatta, özel alanda erkek şiddetinin temel nedeni iktidarı sürdürmek ve korumaktır.
Bu yıl kadınların polis engellerini, OHAL dayatmalarını aşarak alanlara akmasının önemli nedeni ‘gelmekte olanı’ görmeleridir. Diktatörlük ‘olmayan’ ama kitleler halinde "hain" ilan edilenlerin, çatışma bölgelerinde taciz edilen, tecavüz edilen, cenazeleri çırılçıplak sokaklarda teşhir edilen kadınların, katiller ve işkencecilerde ‘iyi hal’ bulabilen yargıçların, cemaatlere teslim edilen çocukların, hukuku teslim almaya çalışan imamların ülkesinde ‘yarın’, bugünden bellidir.
O nedenle kadınların bu yılki sloganı "Susmuyoruz Korkmuyoruz İtaat etmiyoruz", "Hayatımızdan da Mücadelemizden de Vazgeçmiyoruz" oldu.
Ama yetmez. Kadınlar bu yıl keşke acil demokratik seçim talebini de ekleseydi sloganlarına.
Çünkü gelecek olan, sürekli bir OHAL ve ilk seçimle tescillenecek diktatörlüktür. Bundan böyle yapılacak olana "seçim" denemez. Sandık ancak baskı rejiminin meşruiyet arayışına kılıf olur.
Kadınların bugün, yılların emeğiyle kazanılmış haklardan çok daha ötesini istemek yerine haklarını elde tutmak için mücadeleye girişmek durumunda kalmasına neden olan bu iktidar değişmeden eşitlik mücadelesi ileriye taşınamaz.
Kadınların ilk talebi OHAL’in kaldırılması, eşit ve özgür demokratik seçim koşullarının yaratılması olmalı.
Mümkünse bütün demokratik muhalefet odakları ortak bir demokratik seçim önerisi için bir araya gelmeli ve geç olmadan bu öneriyi kamuoyuna duyurmalı.
Bu çağrının öncülüğünü de kadınlar yapmalı.
Hayati önemde aciliyet taşıyan demokratik seçim talebine kadınların öncülük etmesi; soyut bir "adalet" talebine karşın, somut, meşru bir talepte farklı kesimleri birleştirecek, siyasetin kısır döngüsünü kırıp, muhalefeti tek hedefte buluşturabilecek aranan "çıkış" olabilir.
Bu aynı zamanda CHP’nin de temel meselelerde muhalefet etme/me politikasını deşifre edecek önemli bir sınav olur. Şüphesiz demokratik seçim talebiyle yürümek, adalet talebinden daha önemli ve daha gerçek sonuçlar doğurur.
Kısacası yürünecekse demokratik seçim için yürünmeli.
İktidar içinde bulunduğu siyasal ve ekonomik krizin, içeride ve dışarıdaki sıkışmışlığının faturası ağırlaşmadan seçime gitmek isteyecektir. Buna ilişkin bilgiler de Saray çevrelerinden bilgi alanlarca yazılıp çiziliyor. Hatta CHP’li Haluk Pekşen’in referandumun iptaline ilişkin başvurusuna Anayasa Mahkemesi’nin 6 aydır yanıt vermemesi, siyasi iradenin kararının beklenmesine yoruluyor.
Eğer Anayasa Mahkemesi referandumu iptal ederse, erken seçim gündemde demektir. İktidarın gündeme getirdiği YSK’nın yapısı hakkındaki yasa tasarısı, Atatürk’e ilişkin söylem değişikleri de erken seçimin habercisi gibi gözüküyor.
Çarşamba günkü yazımda söz konusu ettiğim öneriyi bir kere daha tekrarlamakta yarar görüyorum. Tekrarlamaya da devam edeceğim.
"Ya demokratik seçim ya boykot" deme zamanı.