Erol Katırcıoğlu
HDP kongresi
CHP’de geçen hafta beklenen kurultay yapıldı. Gurbette olduğumuzdan kurultayda tam olarak neler oldu izleyemedik. Ama medyaya yansıdığı kadarıyla Muharrem İnce’nin partisinin tutumunu eleştirirken söylediği "Kürtler hiç doğru söylemez mi?" lafı gözümüze çarptı. Tabii CHP’nin telaffuz etmekten özenle kaçındığı "Kürt" sözünün bu vesileyle de olsa söylenmiş olması, üstelik de "kurultay" gibi bir toplantıda söylenmiş olması önemliydi. Onun dışında, Selin Sayek Böke ve İlhan Cihaner’in hazırlayıp yayınladıkları "manifesto"nun başına neler geldi tam olarak bilmiyoruz. Ama sanırım delegeler arasında genel bir kabul var gibi ama seçilenlerin çoğuna baktığımızda yönetici kadro ile delegeler arasında Kılıçdaroğlu üzerinden bir kopukluğun olduğu da açık. Yani "manifesto"da yazılanlar delegeleri coşturdu ama partiyi yönetecek olanları onlar değil Kılıçdaroğlu seçtiğinden bu coşku da sınırlı kalacak anlaşılan.
Gelelim HDP’nin kongresine. İktidar partisi ne yaparsa yapsın HDP’nin siyasi söyleminin önemini ve toplumda bir karşılığının olduğu gerçeğini değiştiremez. Bu toplum ne kadar zorlanırsa zorlansın "tek adamın" diktiği elbisenin içine giremez. Ne geçmişte oldu bu ve ne de bugün olabilir. Üstelik de bunu en iyi bilmeleri gerekenler de kendileri. O nedenle de bunca baskıya rağmen ne bugün ve ne de yarın böyle bir şey olmayacağını akıllarına yazmaları gerekir. Olacak olan, HDP’nin siyasi söyleminde olduğu gibi farklı insanların barış ve özgürlük talepleriyle yan yana geldikleri bir ülke olacak Türkiye. Bu kesin. Osmanlı bakiyesi bir toplum için en uygun olanı da bu. Onun için diyorum ki iktidar partisi ne yaparsa yapsın bunu değiştiremez. Bu söylemin bu toplumda bir karşılığı var.
Umuyoruz ki HDP kongresinde, bu sefer de bu söylemler tekrar edilecek ve yeni bir kadroyla HDP yoluna devam edecek. Bu kadro nasıl oluşacak bilmiyoruz. Yine medyadan öğrendiğimiz kadarıyla eş başkanlar konusunda parti içinde bir uzlaşı üretilmiş. Medyada "Eş başkanlar konusunda karar verildi!" deniyor. Bu durumu anlayışla karşılamalı mıyız ? Yani Kongre yerine önceden bir grup partilinin eş başkanlar konusunda karar vermiş olmalarını normal bir prosedür olarak görmeli miyiz? Doğrusu ülkenin ve partinin olağanüstü koşullardan geçerken böyle bir yöntemle yöneticilerini seçmesini anlayışla karşılayabiliriz belki. Üstelik de bu süreçte parti içinde yapılmış çok sayıda toplantı ile görüşler derlenmiş ve toplanmışken.
Ama yine de rahatsızlık veren bir durum olduğu da ortada. İki nedenle: Birincisi, özellikle "Bileşen hukuku" adıyla anılan farklı grupların varlığının kabulü üzerinden bir anlayışın varlığı bizce sorunlu. Bir siyasi partide "kotalar" olabilir ama "bileşenler" olmaz. Kotaların varlığı bile sorunluyken iş "bileşenlere" gelince çok daha karmaşık bir hal alır. İkincisi ise Selahattin Demirtaş’ın durumu. Evet bir eş başkanın hapiste oluşu partinin günlük işleyişinde sorunlar çıkarır bunu tahmin etmek zor değil, ama çözüm olarak bulduğumuz da partinin sembolü olan liderinin ve dolayısıyla da partinin önemini azaltmak olmayacak mı?
İsmi geçenlerle ilgili değil söylemek istediklerimiz. Ama "kollektif liderlik" gibi saçmalıkları bir yana koyalım ve altını çizerek söyleyelim. Her siyasi hareketin liderleri vardır. Onlar lider doğdukları için ya da birileri onlara "lider" dedikleri için lider olmamışlardır. Onların da içinde oldukları söylemin kitlelerden geçerek yarattığı kişilerdir onlar. Selahattin Demirtaş böyle biridir. Yani HDP hareketinin lideridir. Üstelik kendisi istese de istemese de bu böyledir.