Koray Düzgören

Koray Düzgören

HDP pazarlık yapar mı?

HDP’nin derdi pazarlıkla şunu ya da bunu sağlamak değil. Onlar Türkiye’nin demokratikleşmesine inanıyor. Demokratikleşme olmadan Kürt meselesinin de çözülemeyeceğini en iyi onlar biliyor.

Son iki seçimde ve geçtiğimiz Pazar günü  yapılan referandum öncesinde ve sonrasında sonuçlar kadar konuşulan ve tartışılan bir konu da genelde Kürtlerin, özelde HDP’nin AKP ile pazarlık yapıp yapmadıkları oldu.

Bu tartışma özellikle AKP, CHP ve ulusalcı çevrelerde ve Kürt düşmanlığını iyice içine sindirmiş kişilerde görülen bir takıntı haline geldi.

Üstelik bütün bu iddialar ve saplantılar her seçimde Kürtlerin verdikleri oylarla, pazarlığın olmadığı ve olmayacağına ilişkin somutlaşmış sonuçlarla ortaya çıktığı halde.

Her seferinde rezil oluyorlar, ama ne utanıyorlar ne de sıkılıyorlar.

Buna rağmen yüzleri bile kızarmadan bana mısın demiyor bu takıntının sahipleri.

Referandum öncesinde de, "Kürtler pazarlık yapacak. Evet oyu verecek" ya da "Sandığa gitmeyerek, boykot edecek" lafları bolca edildi.

Referandumun sonuçları üzerinden yorum yapmayacağım, çünkü doğru düzgün bir kesin sonuçtan söz edilmesi mümkün değil.

Çünkü engellemeler, güvenlik güçlerince uygulanan baskı ve yıldırmalara karşın; Kürtler sandığa gittiler ve 9 ilde de çoğunluğu kazandılar. Özellikle de devletin aylarca süren insanlık dışı sokağa çıkma yasağı kararlarının ardından katliamlar uyguladığı, tanklarla, toplarla yakıp yıktığı, yerle bir ettiği kasaba ve şehirlerde yüzde 80’lere varan yüksek ‘hayır’ oranları söz konusu.

Buna rağmen mühürsüz ‘evet’ oyları dikkate alınmadan sanki normal bir referandum olmuş gibi AKP’nin Kürt illerinde desteğinin arttığını söyleyenler var.  

Medya, bu gerçek dışı duruma bakıp analizler yapan akademisyenden geçilmiyor.

Bu hayali oy sayımları üzerine yapılan analizlerle yetinmeyip Kürtlerin bir bölümünün olumlu beklentiler içinde olduklarına ilişkin ‘hayali’ yorumlar yapılıyor. Elbette ki bunu düşünenler vardır ama böyle bir genelleme yapabilmek için ancak kötü niyetli olmak gerekir.

Bunların hepsini hayretle izliyorum.

 

Referandum verileri gerçeği yansıtmıyor

Saplantı içinde olanları bir tarafa bırakalım, bilim insanlarının referandumda ortaya çıkan gerçek dışı verilere kuşku ile bakması gerekmez mi?  

Ben şahsen, bölgede AKP’nin oylarında kağıt üzerinde görülen artışın gerçek olduğunu düşünmüyorum.

Bu yazıyı yazarken iki HDP milletvekili Meral Danış Beştaş ve Nursel Aydoğan’ın yapılan duruşmaları sonrasında tahliye kararı verildiğine ilişkin sevindirici bir haber geldi. Tahliyeler umuyoruz gerçekleşir.

Bu kararla birlikte son zamanlarda Kürtlerle ilgili hangi iyi gelişme olsa ‘pazarlık’ diyen pazarlık meraklılarına gün doğdu. Şimdi bunlar, bu iki HDP milletvekilinin 

pazarlıklar çerçevesinde serbest bırakıldığını söyleyecekler.

Üstelik de HDP’nin eş genel başkanları, diğer milletvekili arkadaşları, eş belediye başkanları ve binlerce yoldaşlarının tutsak olarak zindanlarda yatıyorken!..

Oysa referandumda Kürtler, bir kez daha kesin bir kararlılık sergilediler. Diz çökmeyeceklerini, boyun eğmeyeceklerini çok açık bir şekilde dile getirdiler. İktidar, uluslararası alandaki sıkışıklığını aşmak için bazı gözboyayıcı adımlar atabilir. Ama bunlar Kürtler için çok anlamlı olmayacaktır.  

Dolayısıyla artık bu pazarlık takıntılılara yeter demenin zamanı geldi.

Üstelik de bu süreçte ya da yakın vadede Erdoğan’ın herhangi bir pazarlığı gündeme getirmesi söz konusu bile değil.

Unutulmaması gereken bir gerçek de şu: HDP’nin derdi pazarlıkla şunu ya da bunu sağlamak değil. Onlar Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesine inanıyor. Demokratikleşme olmadan Kürt meselesinin de çözülemeyeceğini en iyi onlar biliyor.

Pazarlık meraklıları bu gerçekleri anlarlar mı?

Pek emin değilim.

 

Bu, muhalefetin bütün bu olumsuzluklara karşın, elleri kolları bağlanmak istense de kararlılıkla direnen tarafıyla ilgili durumun tespitiydi. Şimdi bir de muhaliflerin diğer cephesine bakmak gerekir.
 

CHP Kılıçdaroğlu’nu değiştirir mi?

Ben, bu ülkenin, demokratik yollardan Erdoğan’ın tasallutundan kurtulabilmesi için  en önemli şartlarından birinin, Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin genel başkanlığından ayrılması gerektiğine inanıyorum.

Maalesef başka çare yok.

Erdoğan’dan kurtulmanın anahtarı bir anlamda Kılıçdaroğlu’ndan geçiyor.

Tabii CHP’de Kılıçdaroğlu’nun yerine, referandum sürecinde oluşan toplumsal muhalefeti toparlayarak hiçbir kesimi dışlamadan ve devlete bağımlı olmayan etkin bir muhalefet yürütecek bir lider geçebilirse bu gerçekleşebilir. İhtiyaç duyulan lider, Türkiye’nin sorunlarına yeni, barışçı ve dinamik çözümler getirecek bir lider olmalıdır. 

Kılıçdaroğlu’nun yerine başka bir Kılıçdaroğlu geçerse bu sözlerin tabii ki bir anlamı olmaz.

Peki CHP örgütünün böyle bir lider arayışı var mıdır?

Özellikle referandum sürecinde bu ihtiyaç çeşitli vesilelerle ortaya konmuştur.  Referandumun AKP tarafından çalınmasıyla ortaya çıkan gelişmeler sırasında sergilenen klasik CHP pasifliği ve devletçi refleksler bu ihtiyacın tepkisel bir şekilde dışa vurulmasına neden olmuştur.

Yerel CHP örgütleri, CHP’nin dinamik, ilerici gençlik ve kadın kesimi çok canlı bir referandum kampanyası yaptılar. Referandumun çalındığı ortaya çıktıktan sonra da protesto eylemlerinin ön saflarında yer aldılar. Kılıçdaroğlu’nun ve Genel Merkez’in engelleyici tavrına rağmen de devam ediyorlar.

 

CHP bizi niçin ilgilendiriyor?

Peki biz CHP’li olmadığımız halde niçin CHP hakkında ahkam kesiyoruz, liderinin mutlaka değişmesi gerektiğini vurguluyoruz? Hatta Erdoğan’ın diktatörlük rejimini yerleştirmesinin önünü kesebilmek ve AKP’yi iktidardan indirebilmek için yeni ve kararlı bir lidere ihtiyaç duyulduğunu neden söylüyoruz?

Çünkü biz de kendimizi referandum sürecinde oluşan yüzde 50 ve daha fazlası muhalefet hareketinin bir parçası sayıyoruz.

Artık bir muhalefet cephesi oluşmuş durumda ve bu cephe, Türkiye’nin son şansı. Dolayısıyla bizim de, bizim gibi bu cephenin içinde yer alan diğer bileşenlerin de CHP’ye ilişkin söz söyleme hakkı bulunuyor.

CHP’yi bu yeni süreçte Kılıçdaroğlu’nun yaptığı yanlışlara düşmeden ve ‘devletin bekaası’, ‘ülkenin bölünmemesi’ vb. gibi kavramlara biat etmeden, daha sorumlu ve daha demokratik davranmaya yöneltecek yeni bir genel başkan ihtiyacı, bu nedenle bizi de ilgilendiriyor.

Özellikle de bu referandum sürecinde, Kürt illerinden Trakya’ya, Ege’den Akdeniz’e, büyük kentlerin varoşlarından yine büyük kentlerin refah semtlerine kadar uzanan çok canlı bir muhalefet cephesi oluşmuşken...

AKP, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere ilk defa hem de toplamda 17 büyük şehirde yenilgiyi tatmışken...

Kürtler, Aleviler, laikler, MHP’nin Erdoğan’a destek veren politikalarına başkaldıran milliyetçiler ve diğer muhalif gruplar Erdoğan ve AKP karşıtı cephede buluşmuşken. 

 

Parti içinde eleştiriler artıyor

Türkiye artık böylesine önemli bir oluşuma önayak olacak, gayrimeşru referandumu kabul etmeyerek demokratik tepkisini ifade edecek bu yığınlara destek olacak, hatta önderlik edecek bir ana muhalefet partisine ihtiyaç duyuyor.

CHP’nin devlet yanlısı pasif tutumu, parti içinde de eleştirileri çoğaltıyor.

Söz gelimi CHP milletvekili ve Parti Meclisi üyesi Fikri Sağlar, partisinin bu pasif tutumumu kınarken şunları söylüyor:

"CHP yönetiminin en büyük hatası, 16 Nisan gecesi tüm usulsüzlük ve hileler yapılırken ‘verilen oylara saygı duyuyoruz’ diyerek referandumu meşru hale getirmesidir.

Fikri Sağlar bu eleştirilerden sonra daha önemli bir saptama yapıyor. Bu noktaya neden gelindiğini açıklıyor.
"Dokunulmazlıklar kaldırıldığında TBMM, Anayasa’nın değişimi Bahçeli sayesinde kabul edildiğinde de demokratik rejim sona erdirilmişti!.."

 

 "Bu böyle gitmez" demişlerdi ama...

Birkaç hafta önce CHP Parti Meclisi’nden birkaç eski arkadaşımla CHP’deki liderlik sorununu konuşurken, bu kadar pasifizm ve devletçilik karşısında ne düşündüklerini sormuştum

"Bu böyle gitmez" demişlerdi kısaca.

Şimdi, referandum skandalından sonra ortaya çıkan tabloya bakarak  gitmeyen bu meselenin artık ülkenin geleceği için yaşamsal bir sorun haline geldiğini görmüş olmalılar. Sorun genel başkanlık sürecinin ne zaman başlatılacağında düğümleniyor.

Dileriz iş işten geçmeden, sokaklarda, meydanlarda en demokratik haklarını kullanarak referandum hırsızlığını ve baskı yönetimini protesto eden yığınların ve hayır oyu ile tepkilerini açıklayan muhalefet cephesinin heyecanı azalmadan  başlar bu süreç. 

Kılıçdaroğlu’na dönersek:

Sokağa çıkıp demokratik protesto hakkını kullanmayı tehlikeli bulan genel başkan ve etrafındaki üst yöneticiler parti kurullarını birbiri ardına toplantıya çağırmış bulunuyor.  

Bugün Meclis grubu ve parti yönetimi toplantısı, Salı Meclis grubu, Çarşamba, ya da Perşembe İl Başkanlarından raporlar alınması öngörülüyor.

Meseleyi komisyona havale etmek gibi bir şey. Yani eski tas eski hamam. Dostlar alışverişte görsün.

Bunlardan sonra izlenecek yol belirlenecekmiş!

Atı alan Üsküdar’ı geçmeden mi? Yoksa geçtikten sonra mı?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Koray Düzgören Arşivi