Hem faizi hem kuru baskılayamazsınız cahiller

1995 Meksika krizi, 1997 Asya krizi diye bilinen krizlerin altında hep bu ünlü uyumsuzluğu, hatta imkansızlığı görmemek, görememek vardı.

"Cahiller" kelimesi çok şık gibi durmuyor ama maalesef bu kelimeyi kullanmak gerekiyor çünkü Türkiye’de ekonomi politikalarını yapanlar ısrarla hatta inatla 1999 senesinde Nobel ekonomi ödülü almış bir kuramı görmemezlikten geliyorlar.

"Görmemezlikten geliyorlar" ifadem de biraz abartılı bulunabilir çünkü belki ilgili zevat bu kuramı hiç duymamış, bilmiyor da olabilir.

Ancak, bu durum, ya "görmemezlikten gelme", ya hiç duymamışlık hali" tam bir cehalet durumu çünkü bu cehaletin sonuçları çok ağır oldu, oluyor ve işler böyle giderse daha da olacak.

Prof. Mundell’in 1960’lardan beri yaptığı çalışmalar 1999 senesinde kendisine Nobel ekonomi ödülü getiriyor, kanımca da çok doğru bir Nobel tercihi, çünkü ekonomi politikalarında çok önemli bir kuramı formüle ediyor Prof. Mundell.

Prof. Robert Mundell’in tezi sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ülkede ya da bölgede eşanlı olarak hem kurları hem de faizi baskılayamayacağınız doğrultusunda.

Türkiye’de son zamanlarda bu konuda da geri adımlar atılmış olsa bile 1989 tarihli 32 sayılı karardan günümüze sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ülke.

Mundell’in tezi böyle bir ülkede aynı zaman diliminde hem kurları hem de faizi baskılarsanız sistemin tıkanacağını, krizler çıkacağını söylüyor.

Yakın geçmişte dünyada yaşanan önemli ekonomik krizlerin bir bölümünün altında da bizimkine benzer cehalet ortamları yatıyor; 1995 Meksika krizi, 1997 Asya krizi diye bilinen krizlerin altında hep bu ünlü uyumsuzluğu, hatta imkansızlığı görmemek, görememek vardı.

İmkansızlık denen şey sermaye hareketleri serbest iken kurları ve faizi beraber bastırmak istemek; olmuyor, olması mümkün değil.

Ha, bir cahiller grubu bunu deniyorlar bir yerlerde ama bu denemelerin maliyeti çok ağır oluyor, şekilde görüldüğü gibi.

Türkiye’de faizler ağır bir baskı altında.

Enflasyon yüzde 80, Hazine tahvil faizleri yüzde 26, yüzde 27, bankaların kredi faizlerine üst sınır getirmek için bin bir hokkabazlık yapılıyor ve Merkez Bankası politika faizi yüzde 13; izleyebildiğim kadarıyla bu enflasyon ortamında faiz indiren tek Merkez Bankası Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası.

Peki ya kurlar?

Kurlar da ağır baskı altında.

Cuma günü ABD’de yapılan geleneksel bir merkez bankacılığı toplantısında FED Başkanı Jeremy Powell piyasalarda sıkılaştırmanın artacağını, enflasyonla mücadeleye güçlendirerek devam edeceğini tekrar etti.

Avrupa Merkez Bankası da bugüne kadar sürdürdüğü daha gevşek politikaları yavaş yavaş geride bırakacağının net sinyalini verdi.

TÜİK’in bugün (Pazartesi) açıkladığı dış ticaret istatistiklerinde dış ticaret açığının Temmuz 21-Temmuz 22 artışının yüzde 147 olduğu ortaya çıktı.

Finans sisteminin bir anlamda kalbi olan SPK’da (Sermaye Piyasaları Kurulu) yaşanan yolsuzluklar yavaş yavaş kamuya yansıyor.

KKM (Kur korumalı mevduat) saçmalığı ile dövizi kontrol etmek için kullanılan vergi parası ve Merkez Bankası kaynakları skandal boyutlara ulaşıyor.

Ancak, tüm bu gelişmelere rağmen, kurlarda bu gelişmelere paralel bir kıpırdanma yok.

İşin içinde kamu bankaları da olduğu için haftalık olarak kurları kontrol için ne kadar kamu parası kullanılıyor tam bilemiyoruz ama tahminler ayda bir milyar doların bu amaçla kullanıldığı, haftada yaklaşık iki yüz elli milyon dolar kadar dolar satıldığı yönünde.

Hem faizin hem kurun eşanlı olarak baskılandığı çok açık, öte yandan da sermaye hareketlerinin serbestliği devam ediyor.

Aman lütfen yanlış anlaşılmasın, yapılması gereken asla sermaye hareketlerinin kısıtlanması değil, sermaye hareketleri serbest iken faizi ve kuru baskılamak saçmalığından vazgeçmek.

Bu yanlış tercih yeni değil, sadece ben bile bu konuda çok sayıda yazı yazdım ama yanlışta ısrar devam ediyor.

Gelinen büyük kriz ortamında bu yanlışın büyük payı var ama endişem durumun çok daha büyük vahamet kazanması.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi