Armağan Kargılı
Henüz bir modelleri yok ama gençlik devrim istiyor
Şili, Latin Amerika, Lübnan, Ortadoğu derken giderek yayılan yeni bir eylem dalgasıyla karşı karşıya dünya.
Bir ülkeden diğerine sıçraması nedeniyle Arap Baharı eylemlerini anımsatsa da bu seferki dalga oldukça farklı.
Protestoların içeriği ve talepler daha çok New York Borsası’nın yer aldığı Wall Street’i işgal ile başlayan eylemlere daha çok benziyor.
"Yüzde 99 yüzde 1’den büyüktür" sloganı etrafında şekillenen o eylemler de dünyanın en büyük sorunu haline gelen gelir adaletsizliğine odaklıydı. Siyasi taleplerden çok ekonomik talepler ön plandaydı. Yani, hedefe konulan neoliberal sistemdi.
Irak’ta, Şili’de, Ekvador’da, Mısır’da, Azerbaycan’da, Lübnan’da, Haiti’de ve eylemlerin sürdüğü birçok ülkede bugün yoksulluk ve yolsuzluk protesto ediliyor.
Yani Arap Baharı’nda olduğu gibi "demokratikleşme ya da özgürlükler" -ki bunların içinde daha sonra dinsel özgürlükler ön plana çıktı- değil doğrudan sisteme yönelik talepler ön planda.
Örneğin Irak’ta işsizliğe ve yolsuzluğa karşı ölümüne sokaklarda gençler. Ölümlerin sayısı yüzlerle (250’den fazla), yaralıların sayısı binlerle (8 bin) ifade ediliyor.
Eylemcilerin talebi üzerine Başbakan Adil Abdülmehdi’nin istifa edeceği duyuruldu. Bir dizi anayasal reform yapılacağı açıklandı.
Lübnan’da da whatsapp gibi platformlar üzerinden yapılan telefon görüşmelerinin ücretlendirileceği haberi, eylemleri tetikledi. Yolsuzluğun en önemli sorun olarak görüldüğü ülkede sokaklar, siyasilerin hortumladığı malları ve paraları iade ettikten sonra istifa etmelerini istiyor. 2 haftadır bankaların bile kapalı olduğu ülkede sonunda Başbakan Saad Hariri istifasını açıklamak zorunda kaldı.
Lübnan ve Irak protestolarının büyümesi, İran’ın da paçalarını tutuşturdu. Çünkü her iki ülkede başta Hizbullah olmak üzere Şii gruplar hem silahlı milisleri hem de iktidardaki temsilcileriyle siyasetin belirlenmesinde etkin rol oynuyorlar. Önlem olarak Irak’la arasındaki Mehran sınır kapısını kapattı İran. Ayaklanmaların ABD ve İsrail tarafından kışkırtıldığı iddiasını yayıyor. Bu iddianın gerçek olup olmadığını kestirmek zor ama sokaklardaki tablo şu anda bu iddiayı doğrulamıyor.
Her iki ülkede de anayasa gereği iktidar hem dinler hem de mezhepler arasında bölünmüş durumda. Lübnan’da Cumhurbaşkanı’nın Hristiyan, Başbakan’ın Sünni Müslüman ve Meclis Başkanı’nın Şii Müslüman olma şartı var. Irak’ta da Cumhurbaşkanı’nın Kürt, Başbakan’ın Şii Arap ve Meclis Başkanı’nın Sünni Arap olması gerekiyor.
Devrim sloganları atan protestocular arasında en azından şu ana kadar ne din ne mezhep ayrımı hissediliyor. O nedenle de başbakanların istifalarıyla yetinecekmiş gibi görünmüyor, "Hepsi demek hepsi" diyerek Arap, Hristiyan, Müslüman, Şii, Sünni demeden yoksulluğun ve yolsuzluğun sorumlularının tümüne karşı çıkıyorlar.
Güney Amerika’daki durum da aynı. Protestolar üzerine Şili Devlet Başkanı Sebastian Pinera 8 bakanını görevden uzaklaştırdı.
Şili’de olayları ateşleyen zamlar geri alınsa da protestocular, "Neoliberalizm Şili’de doğdu burada ölecek" sloganıyla sokaklardalar, sistemi sorguluyorlar. Neoliberalizmin gelir adaletsizliğine dayalı politikalarından en büyük zararı dünyanın her yerinde azınlıklar gördü. Şili’de de yerli Mapuche halkı neoliberalizmin yarattığı hem bu adaletsizliğe karşı hem de özerklik talebiyle sokaklarda.
Kısaca söylemek gerekirse sokaktan bakıldığında şu anda neoliberal politikaların sonucu olarak yaşanan işsizlik, gelir adaletsizliği, yoksulluğa karşı din, milliyet, mezhep ayrımı gözetmeyen bir karşı çıkış var.
Geçtiğimiz aylarda Sudan’da yaşanan ve "devrim" sloganlarının atıldığı protestolarda da bu ayrım yoktu. Sokak; enflasyon, işsizlik, yoksulluk, yolsuzluğa karşıydı. Eylemler sonucunda yönetime el koyan ordu, Devlet Başkanı Ömer El Beşir’i tutukladı. Ancak olaylar durulmadı. Ta ki, Sudan Askeri Geçiş Konseyi ile sivil muhalefet koalisyonu Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri bir geçiş hükümeti kuruncaya kadar. Şimdi geçiş hükümeti, yeni bir anayasa ile seçimlere gitme hazırlığında.
Sudan’da protestolar başladığında bugün birçok ülkede atıldığı gibi "devrim" sloganları atılıyordu. Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu bu kesimin "devrim"den kastının ne olduğu en azından şimdilik bilinmiyor.
Neye karşı çıktıkları ise ortada:
Dünyanın en zengin 26 milyarderi, dünya nüfusunun en yoksul yüzde 50'sini oluşturan 3,8 milyar insanın toplam varlığına eşit servete sahip.
2018 yılında en zenginlerin serveti yüzde 12 arttı, dünya nüfusunun en yoksul yarısının varlığı yüzde 11 azaldı.
Dünyanın en zengin 2 bin 200 milyarderi 2018 yılı boyunca servetini 900 milyar dolar attırdı. Bu 2 bin 200 kişinin serveti günde 2,5 milyar dolar artış gösterdi.
Jeremy Corbyn liderliğindeki İngiliz İşçi Partisi bu adaletsizliğin önüne geçilebileceğine ilişkin seçim programını açıkladı. Brexit tartışmaları ile sıkışan İngiltere’de parlamento sonunda 12 Aralık’ta erken seçim kararı aldı. Bu seçim, neoliberal kuklalarla ya da son zamanların deyimi Trumpgillerle, "sosyalizm mümkün" diyenler arasında geçecek. İşçi Partisi’nin sloganı bu seçimde de "Bir avuç için değil çoğunluk için" olacak. Değişimin temeli servet düşmanlığına dayanmıyor, adil vergi sistemine dayanıyor: Az kazanandan az, çok kazanandan çok.
"Olur mu?", "Bir kesimin fobisi haline dönüşen Corbyn iktidara gelir mi?" sorusunun yanıtı aslında belki de birçok ülke için önem taşıyor. Çünkü gelir adaleti sağlanmadan dünyada artık demokratik kurumları ayakta tutmak ve yolsuzluğu önlemek de mümkün olamayacak.