Gün Zileli
Homofobi, LGBTİ+’ya saldırıda!
Otuz yaşlarında gösteren genç bir adam. Omuzlarına, 6-7 yaşlarındaki oğlunu oturtmuş. Uzatılan mikrofona konuşuyor. Kendinden çok emin.
"Bu homoseksüel kişiler eğitilmeli, eğer eğitilemezlerse idam edilirler." diyor.
"Eğitilmek" (sanırım buna "ilaç tedavisi" de dahildir), olmadı idam! Bu fikri bir kişi ileri sürmüş, der, güler geçersiniz belki, ama aslında bu bir kişi değil. Bir kişinin ağzından ifade edilmiş bir zihniyet. Elbette homofobik zihniyetin en aşırı ucu. Yaygınlığının derecesini bilmiyoruz belki ama sayılarının o kadar da az olmadığı anlaşılıyor. Çocuğu omzunda konuşan bu genç adam, LBGTİ+ aleyhtarı gösteriye katılanlardan biri. "Aileyi koruma" adına yapılan eşcinsel ve LGBTİ+ karşıtı gösteriye katılanların, bu "idam" fikrine pek de uzak olmadıkları tahmin edilebilir.
Aşırı sağcı ve aşırı İslamcı kesimlerde, idam önerilerine kadar açılan homofobinin son derece yaygın olduğu bilinir, ama bunun solun tarihinde de kara bir leke olarak var olduğundan pek söz edilmez.
Oysa Maksim Gorki, 23 Mayıs 1934 tarihli Pravda’da çıkan, "Emekçilerin Hümanizmi" başlıklı yazısında, "Faşist ülkelerde gençliği bozan eşcinselliğin ceza almadan serpildiğini" öne sürmüş ve şöyle demişti: "Tüm eşcinselleri yok edin, faşizm de yok olacaktır." Yukarıda sözünü ettiğim genç adamınkinden bile toptancı ve sert bir görüş. Gorki’nin bu korkunç önerisi, Sovyetler Birliği’nde, 7 Mart 1934 günü çıkarılan "eşcinsellik yasağı" yasasına da yansımış ve "erkekler arasındaki eşcinsel ilişkiler çalışma kamplarında beş yıllık bir ceza" olarak tasnif edilmiştir.1 Gulaglara ilişkin anlatımlardan, eşcinsellerin bu kamplarda epeyce kalabalık bir kesim olarak var olduklarını biliyoruz. Oysa 1917 Devrimi’nden sonra kurulan SSCB, eşcinselliğin suç sayılmadığı birkaç ülkeden biriydi.
Bizim solda da, özellikle 1960’lı ve 1970’li yıllarda eşcinsellik büyük bir tabuydu. Yürekli bir arkadaşın dışında, eşcinselliğini açıkça deklare eden kimseyi hatırlamıyorum. Bu arkadaş da, Dev-Genç’in mücadelesine yürekten katılmasına ve saflarda Dev-Genç üyesi olarak yer almak istemesine rağmen, dillendirilmeyen bir suskunluğun sonucunda SBF Fikir Kulübü üyeliğine bile başvuramamıştır. Yakın arkadaşı Hüseyin Cevahir, ona, üzülmemesi için "üyeliğe başvurmamasını" söylemiştir. Çünkü Cevahir, arkadaşı üyelik için başvurursa reddedileceğinden adı gibi emindir. Fikir Kulübü’ndeki atmosfer ve yönetimin açıkça dillendirilmeyen fiili "eşcinsellik yasağı" bunu gösteriyordu.2 Bu konu solda o zamanlar öyle bir tabuydu ki, açıkça tüzük maddesi haline getirilmemesi bile bu tabuya giriyordu. Bir konunun adının anılmaması, açıkça yasak koymaktan bile daha etkilidir. Aradan neredeyse 60 yıl geçmesine rağmen Tuğrul Eryılmaz, İletişim Başkanlığı’nın, "milli güvenliğe zarar verecek eylemler" gibi muğlak bir gerekçeye dayanarak basın kartını iptal etmesiyle bugün de ayrımcılığın hedefindedir.
Elbette 1980’lerle birlikte, feminist hareketin de etkisiyle, fakat daha çok yeni gelişen kültürel ortamdan güç alan eşcinsel arkadaşların görünürlük kazanmaya cesaret etmeleriyle toplumda olduğu gibi solda da eşcinsellik tabusu belli ölçülerde yıkılmaya yüz tuttu. Elbette tamamen yıkıldığını söylemek zor. Nitekim, yıllardır Aydınlık hareketinin saflarında yer alan Ümit Necef’in eşcinselliğini yıllarca gizledikten sonra, ancak 1980’lerde Danimarka’ya iltica ettikten sonra comeout yapması, eski gücünü kaybetmekte olan tabunun hâlâ etkili olduğunun göstergesidir.
1990’larda, Doğu Perinçek’in yönetimindeki İşçi Partisi (İP), Özgürlük ve Demokrasi Partisi’ni (ÖDP) soldaki rakip parti olarak gördüğünden, bu partiyi, eşcinsellik tabusuyla köşeye sıkıştırmaya çabaladı. Çünkü ÖDP, adındaki "Özgürlük" sözcüğüne uygun olarak eşcinsellerin özgürlük ve haklarını savunmayı programına almıştı. Bu, soldaki eski tabuları kıran önemli bir ileri adımdı. Dolayısıyla Doğu Perinçek’in, hem eşcinsellik tabusunun savunucularından olduğu hem de ÖDP’ye kayma ihtimali olan taraftarlarını korkutmak için kaleme kâğıda sarılıp ÖDP’nin Kimliği (Kaynak, 1998) ve Eşcinsellik ve Yabancılaşma (Kaynak, 2000) adlı rezalet derecesinde reaksiyoner ve cinselliği "üreme güdüsü"ne bağlayan cahilane kitapları yazmasında şaşılacak bir şey yoktur. Bu çizgi, bugün Doğu Perinçek ve partisi VP’yi, aşırı sağcıların ve aşırı dincilerin yaptığı LGBT+ karşıtı gösterinin en ateşli bayraktarı haline getirmiştir.
Ulusal Kanal’da Halil Nebiler adlı, gazete haberlerini yorumlayan bir sunucudan haberiniz var mı bilmiyorum. Tuhaf bir huyum vardır. En gülünecek esprilere pek gülmem de nedense sıfırın altındaki soğuk esprilere gülerim. Devlet Bahçeli gibi Halil Nebiler de beni bu özelliğiyle çok güldürür. Bu sabah Ulusal Kanal’da tesadüfen kendisine rastladım. Aydınlık gazetesinden, o korkunç LGBTİ+ gösterisiyle ilgili uzun mu uzun bir yazıyı, kendi gülünesi esprilerinin eşliğinde bir saatten fazla aktararak resmen kafa ütüledi. Espri zekâ ürünüdür, kötü espri ise zekâsızlık. Efendim, aslında "nefret söylemi", LGBTİ+ aleyhtarı gösteriyi yapanlara değil de feministlere ve eşcinsellere daha çok yakışıyormuş. Şunlara bakın, yükselttikleri bir pankartta "kocaları doğramaktan" (bu arada, "doğrama"yı "doğurmak" olarak okuduktan sonra teknik elemanların uyarısıyla düzelterek bir kere daha güldürdü) söz ediyorlarmış. Bu ülkede her ay onlarca kadın, kocaları veya boşandıkları kocaları ya da sevgilileri tarafından katledilirken ve fazlasıyla destekledikleri Saraçhane mitinginde eşcinsellerin idamından söz edilirken feministlerin ironik bir pankartını "nefret söylemi" olarak ekranlara getirmek için Halil Nebiler kadar zekâdan yoksun olmak gerekir.
Ben, sırtındaki çocuğuyla ekranlara çıkan ve "eğitilmezlerse idam edilmeliler" diyen o cahil arkadaşa kızmıyorum. Söylediğinin ne kadar saçma ve acımasız bir şey olduğunu, belki bir gün kendisi de fark edecektir. Hatta bunu bugün bile içten içe düşünüyor olabilir. Benim esas kızdıklarım, Doğu Perinçek gibi, politika adına atmayacağı perende olmadığını kanıtlamış olanlar; Halil Nebiler gibi, takdimcinin esprilerine gülüyormuş gibi yapan programın teknik elemanlarından ve benden başka kimseyi güldüremeyen takdimci artıkları; Çin’deki Uygur meselesi dolayısıyla nefret ettiği Doğu Perinçek’le nefret söyleminde bir araya gelmekte hiçbir sakınca görmeyen, gösterinin düzenleyicisi "Fikirde Birlik ve Mücadele Platformu" Başkanı Kürşat Mican; sahne sanatçıları Gülşen, Aleyna Tilki vb. iktidar tarafından baskı altına alınırken, konuşmasıyla İsmailağa Cemaatinin üyelerinin alkışlarını kazanan, o dinden bu dine hızlı dönüşünü, en mutaassıp, en reaksiyoner bir topluluğun kürsüsüne çarparak durdurmaya çalışan eski model Tuğçe Kazaz gibileri…
İran’da Mahsa Amini’nin Mollalar iktidarı tarafından öldürülmesi üzerine kadınların başörtüsüne ve reaksiyoner İran diktatörlüğüne karşı estirdiği özgürlük rüzgârı, bugün Türkiye de içinde olmak üzere Ortadoğu’daki esas akımdır. Bu rüzgârın bir fırtınaya dönüşerek, tüm ataerkil, reaksiyoner iktidar ve sektleri dize getirmesi hiç de uzak bir ihtimal olarak görülmemelidir. O zaman, homofobinin ardında gizlenenin, aslında homosapiensfobiden başka bir şey olmadığı net bir şekilde ortaya çıkacaktır.
1 G. Zileli, Sovyetler Birliği’nde Devlet Terörü ve Gulaglar, Kaos, 2021, s. 128-129; Andy McSmith, Korku ve İlham Nöbette, Çev: Ali Erdem Çelebi, 16 metrekare, 2018, s. 213-214.
2 Tuğrul Eryılmaz, 68’li ve Gazeteci, İletişim, 2018; G. Zileli, "Tuğrul Eryılmaz: Türkiye 68’inin Kendisinden Kesip Attığı Kültürel Yanı", 22 Kasım 2018. www.gunzileli.net.