İklim değişikliği: Çok fazla, çok yakın

İnsanlığın iklimle mücadelesinin nereye doğru evrileceği çok kritik bir eşik. Gezegeni, uçurumdan farklı bir yola yönlendirmek tamamen insanların kontrolünde olabilir oysa...

Uluslararası arenada iklim değişikliği kriziyle küresel anlamda mücadele edebilmek açısından 2015'te ortaya çıkan Paris İklim Anlaşması kritikti. Onun ardından bir diğer kritik dönemeç ise geçen hafta Polonya'nın Katowice kentinde başlayan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 24. Taraflar Konferansı yani nam-ı diğer COP 24. 

Gelecek hafta da sürecek toplantıların ardından, Paris İklim Anlaşması'nın hayata geçirilebilmesi için gereken ilkelerin karara bağlanması, anlaşmanın kuralla kitabının oluşturulabilmesi için kararlı adımların atılması bekleniyor. Yaklaşık 300 sayfayı bulan tekliflerin değerlendirilmesi ve Paris Anlaşması'nın temel kurallarını detaylandıran metnin son şeklini alması için önemli bir mesai harcanıyor.

Toplantıların çıktısı ne yönde olacak önümüzdeki günlerde göreceğiz, gerçek anlamda bir kurallar kitabına erişebilecek miyiz Polonya'daki gelişmeleri gelecek hafta daha detaylı şekilde aktarmaya çalışacağım. Diğer taraftan, iklim değişikliği krizi maalesef Polonya'dan çıkacak sonucu beklemiyor, dünyanın çivisini çoktan yerinden çıkardık bir kere...

Geçen hafta iklim krizinde hangi eşiklerde olduğumuza dair önemli birkaç makaleye denk geldim, Polonya'daki COP 24 bir yana biraz onlardan bahsetmek istiyorum.  

BBC için hazırladığı doğa belgeselleri ile doğal hayat programlarının hem yüzü hem de sesi olarak tanınan İngiliz yapımcı ve doğa bilimci 92 yaşındaki Sir David Attenborough, "Medeniyetler ve doğal dünya eğer önlem alınmazsa çöküşün ve yok oluşun eşiğinde" uyarısında bulundu.

Medeniyet demişken, gördüğüm bir diğer önemli bir makale de, Almanya'da Kiel Universitesi tarafından yapılan ve Nature dergisinde yayınlanan bir çalışmadan bahsediyordu. Bu çalışma, Akdeniz için öngörülen deniz seviyesinin nasıl yükseldiğini ve 49 UNESCO Dünya Mirası Alanı'nı nasıl etkileyeceğini göstermesi bakımından önemliydi. 

En fazla tehdit altında olan yerler Kuzey Adriyatik sahilinde yer alan Venedik, erken dönem Hıristiyan kasabası Aquileia, Bizans mozaiklerine sahip geç dönem Roma imparatorluk kenti Ravenna, Rönesans şehri Ferrara ve Po Nehri'nin deltası, Amalfi kıyıları. Dalmaçya bölgesi, Yunan tapınakları, Tunus kıyı bölgeleri, Efes ve hatta Tel Aviv'in modern mimarisi de tehlike altındaki yerler arasında sıralanmış.

2100'e kadar dört olası deniz seviyesi yükselme senaryosunda 49 tarihi mirasa yer aldığı lokasyonda ne olur modellenmiş. Eski uygarlıklar çoğunlukla su üzerine inşa edildiği için zaten bu 49 tarihi siteden 37'si su taşkınları 42'sinde ise kıyı erozyonu riski var. Araştırmaya göre, risk altındaki bulunan alanlara 14 adetle en yüksek sayıda İtalya sahip, onu yedi alanla Hırvatistan ve dört tarihi alanla Yunanistan takip ediyor. 

Tabi, risk altındaki bu tarihi alanlardan Türkiye'de de var. İşin endişe veren boyutu, etkilenecek alanların yukarıda sayılanlarla sınırlı olmaması. 

Çalışmada, sayısız önemli Helenistik bölgeye sahip Türkiye'nin Ege kıyılarının tamamının risk altında olduğuna ve Türkiye'nin bunlar için Dünya Mirası Alanı tescili yaptırmadığına dikkat çekiliyor. 

Üstelik, geçtiğimiz günlerde ortaya çıktı ki, fosil yakıtlara dayanan enerji üretiminden ve sanayiden kaynaklanan küresel karbon emisyonları 2017'deki artışın ardından 2018'de de yüzde 2 civarında artarak yeni bir rekor düzeye çıkacak.

Nerede Paris İklim Anlaşması'nın küresel ısınmanın 1,5°C derecede sınırlandırılması hedefi, nerede kulağının üzerine yatıp karbon emisyonlarını gezegene saldıkça salan, saldıkça obezleşen kirli endüstriler. Petrol ve doğalgaz tüketimi son 10 yılda neredeyse hiç hız kesmeden artmış. 

Geçen hafta Guardian gazetesine yer alan başyazının başlığı "İklim değişikliği: Çok fazla, çok yakın" şeklinde atılmıştı ve şöyle devam ediyordu: İklim değişikliğine karşı savaşı kaybediyoruz; Fosil yakıtların kullanılması aşağı yönlü olması gerekirken yüksek karbon emisyonlarını arttırıyor...

Gezegende 252 milyon yıl önce Büyük Ölüm ya da Büyük Yokoluş olarak nitelendirilen en büyük kitlesel yok oluşta, okyanus türlerinin yüzde 96'sı dahil olmak toplamda tüm türlerin yüzde 80'i kaybedildi.

Yeni yapılan bir bilimsel çalışma ilk kez, korkunç şekilde gezegeni değiştiren olayla bugün yaşadığımız küresel ısınma arasında paralellikler çiziyor. Çalışmanın başyazarı Justin Penn, Grist ile yaptığı röportajda, "İklim değişikliğinin yok oluşla bağlantısı inkarcılığın ötesindedir" diyor.

Büyük Yokoluş'ta küresel sıcaklıklar birkaç bin yıl boyunca 10°C derece yükseldi. Bu aslında jeolojik açıdan göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir zaman. Sadece insan kaynaklı aktiviteler ise gezegeni son 150 yılda 1°C derece ısıttı ve bu giderek hızlanıyor. 

O makalede, Washington Üniversitesi'nden Curtis Deutsch şöyle diyor: "İklim değişikliği sorun değil, iklim değişikliği sorunun bir belirtisidir."

İnsanlık, geçmiş medeniyetlerin mirasını, kendi uygarlığıyla birlikte adım adım hızla yok etmekte. İnsanlık binlerce yıl sürecek bir ekosistem imhasını gerçekleştiriyor. Gelecek on yıllarda insanlığın iklimle mücadelesinin nereye doğru evrileceği cidden çok kritik bir eşik. Gezegeni, uçurumdan farklı bir yola yönlendirmek tamamen insanların kontrolünde olabilir oysa...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Pelin Cengiz Arşivi