Armağan Kargılı
İngiltere koronavirüsle mücadele politikasını neden değiştirdi?
Birleşik Krallık’ta ya da Türkçede yaygın kullanıldığı gibi söylersek İngiltere’de yeni koronavirüsüne yakalananların sayısı kaç?
Kraliyet ailesinin hangi üyesi koronavirüs pozitif çıktı?
İngiltere’de koronavirüsten yaşamını yitiren genç kaç yaşındaydı, daha önce bir hastalığı var mıydı?
Şu anda sokağa çıkma yasağı var mı, Londralılar günlerini nasıl geçiriyorlar?
Türkiye’de TV izleyen, sosyal medya takip eden kişilerin neredeyse çoğu bu sorulara muhtemelen İngiltere’de yaşayanlardan daha yüksek bir oranda doğru yanıt verecektir.
Prens Charles’ın koronavirüs pozitif olduğu haberi son dakika olarak duyulduktan 1 dakika sonra Türkçe sosyal medya bu haberle çalkalanıyordu. İngiltere’de yayımlanan gazetelerin online versiyonuna haberin ayrıntıları yaklaşık 10 dakika kadar sonra düştü. Oysa Türkçe haber sitelerinde, TV’lerde sosyal medyada haber, çoktan eskimişti bile.
Dolayısıyla İngiltere’de, Avrupa’da, ABD’de hatta neredeyse bütün dünyada koronavirüsün yayılımı konusunda muhtemelen herkes her şeyi biliyor.
"Marketlerin boş rafları", "Avrupalıların, Amerikalıların nasıl da yağmacı olduğu", "Tuvalet kâğıdına ve makarnaya düşkünlükleri" günlerdir Türkiye’de medyada, sosyal medyada konuşuluyor, tartışılıyor.
Bunun üzerine kimileri "ülkeyi makarnaya boğmaya" bazıları da "Bol bol reklam yapıp el dezenfektanlarını bir an önce piyasaya sürmeye" hazırlanıp bir de böbürleniyor.
"El dezenfektanı, makarna elbette önemli ama devletin önceliği mi" diye sormaya cesaret bile edemeyenler hangi ülkede ne kadar olumsuzluk varsa didikleyip tartışıyor. Her konunun uzmanları "ben bunların ciğerini bilirim" türünden kahve muhabbeti düzeyindeki TV programlarında boy gösterip, "acaba yeni bir gelişme var mı diye merakla bekleyen izleyicilere" ırkçılık zehrini adeta damardan zerk ediyorlar.
Ama hiç konuşulmayan ya da kenarından köşesinden geçilen konular var ki asıl üzerinde durulması gerekenler onlar.
Birleşik Krallık hükümeti de koronavirüs meselesine şu anda dünyayı yönetenlerin çoğunun yaptığı gibi, kendilerini yönetime getiren en zengin sınıfın çıkarlarını gözeterek baktı. Bu konuda Boris Johnson; ne Brezilya’nın Başbakanı Jair Bolsonaro’dan ne ABD Başkanı Donald Trump’tan ne de Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan farklı bir şey söyledi. O da başlangıçta, tehlikenin büyütüldüğü görüşündeydi. Önemli olan ekonominin çarklarının dönmesiydi, bunun için de yaşlı, sakat gibi toplumun sağlık yönünden zayıf kesimleri gözden çıkarılabilirdi.
Hükümet bu "strateji"den neredeyse anında vazgeçmek zorunda kaldı. Şu anda Birleşik Krallık’ta "Mecbur değilsen dışarıya çıkmak yasak" kuralı uygulanıyor. Sanırım bu, Türkiye’de hemen herkes tarafından biliniyor.
Bu karardan nasıl vazgeçildiğine ise neredeyse kimse değinmiyor.
O zaman asıl onlara bakmakta yarar var.
Birleşik Krallık’ta da üniversitelerin başta ekonomik sorunlar olmak üzere tabii ki sorunları var. Ama buna rağmen iktidardan bağımsızlar. Bilimsel özerklik, vazgeçilemez, tartışılamaz en temel ilke.
Sendikalar başta olmak üzere, odalar, meslek örgütleri, bilim kurulları gibi kurumlar geçmişe göre güç kaybediyorlar ama bunu Türkiye gibi ülkelerle karşılaştırmak olsa olsa çocukluk olur. Böylesi bir salgına karşı Tabip Odasını dinlemeden ya da onlara rağmen bir planı uygulamak, ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir iktidarın göze alacağı bir eylem olamaz.
Bütün ülkeyi hatta insanlığı ilgilendiren böyle bir konuda muhalefeti dinlemeden, onları yok sayarak hareket etmenin bedelini hiçbir iktidar göze alamaz.
Medyanın soru sormasını yasaklamayı bir başbakan ya da bir siyasetçi ya da bir yönetici, hayal bile edemez.
Neoliberalizmin en ateşli savunucularından Boris Johnson hükümetinin "Sürü bağışıklığı" diye pazarladığı politikasızlıktan vazgeçmesi de işte bu sayede oldu.
Üniversiteler rapor üzerine rapor sundular. Ulusal Sağlık Servisi çalışanları "Eğer sert önlemler almazsanız hasta yoğunluğu karşısında eziliriz" diyerek seslerini yükselttiler. Medya ve muhalefet, hükümeti eleştiri yağmuruna tuttu.
Jonson da bu sorumsuz politikadan geri adım atmak zorunda kaldı.
"Şu anda işler çok mu iyi, her şey yoluna mı girdi?" sorusunun yanıtı; hayır.
Ama bazı şeyler değişti.
Parlamentoda konuşmaların tonu bile farklılaştı.
İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn, bu hafta Meclis’te sağlık çalışanlarının ekipmanı sorununu dile getirdi. Normalde kendisine muhalefetin yönelttiği her soru karşısında saldırı moduna geçen Johnson, Corbyn’e ,"çok haklı bir soru" yanıtını verdi ve hükümetin çalışmalarını ayrıntısıyla anlattı.
İşçi Partisi’nin hazırladığı koronavirüse karşı önlemler paketindeki bazı maddeleri hükümet kabul etmek zorunda kaldı.
Örneğin, ev sahipleri kiracılarını şimdilik üç ay süre boyunca isteseler de evden çıkaramayacaklar.
Koronavirüs nedeniyle işten çıkarılanlara ya da kendi işlerini yapamayanlara 2 bin 500 sterline kadar olan maaşlarının ya da kazançlarının yüzde 80’i ödenecek.
Önlem almak konusunda geç kalmakla eleştirilen hükümet, yakın bir tarihte 3 milyon 500 bin adet "antibody" testin evlere dağıtılacağını duyurdu. Bu test sayesinde hastalığı belirti göstermeden atlatanların tespit edilmesi bekleniyor.
Ülkenin en büyük elektrik süpürgesi üreticilerinden biri olan Dyson’ın Nisan ayı başına kadar 10 bin adet ventilatör üreteceği duyuruldu.
Ama şu anda Koronavirüsü tespit eden test konusunda hâlâ büyük sorun var.
Hastanelerdeki ventilatör sorunu ve sağlık çalışanlarının kullandığı koruma amaçlı maske gözlük gibi ekipman sorunu da halen yakıcılığını koruyor.
Hastane personeli, neredeyse "nefes alamaz duruma gelmedikçe hastanelere gelmeyin" diye yalvarıyorlar.
Sokağa çıkma yasağı koyma, sınırları kapatma gibi yasaklara uymayanlara karşı polisin yetkilerini artıran bir yasal düzenleme de parlamentodan muhalefetin desteği ile geçti. Muhalefetin 6 ayda bir yetkilerin gözden geçirilmesini isteyen değişik önerisi de yasaya eklendi.
ABD’de de muhalefetin yoğun baskısıyla sadece sermayeyi korumayı amaçlayan Trump’ın teşvik paketine çalışanları, işsizleri, işini kaybedecekleri koruyan bazı maddeler eklendi. Bugüne dek ABD hükümetinin açıkladığı en büyük paket olan 2 trilyon dolarlık bu paket, Temsilciler Meclisi’nden geçti.
Bir de kararlara halkın katılımı ve desteği meselesi var ki, sanırım üzerinde en az konuşulan konulardan birisi bu.
İngiltere hükümeti, mahallelerde oluşturulan gönüllüler ağları dışında, Ulusal Sağlık Servisi’ne yardımcı olması için halktan destek istedi ve gönüllülere çağrıda bulundu. 48 saat içinde 700 bin kişi "biz hazırız" diyerek virüs kapma riskini de göze alarak resmen gönüllülük başvurusu yaptı.
Bugünlerde ucuz laf söylemek, hamaset yapmak kolay. Suçlu yaratmak, çocuk oyuncağı: "Virüsü Avrupa’dan gelenler taşıdı", "Yok canım, Umre’den gelenler taşıdı", "Aslında yaşlılar taşıdı" diyerek günah keçisi yaratanlar sayesinde sorunun temeli görmezden geliniyor.
Bugüne dek sağlık sistemine yatırım yapmayanlar, Aralık ayından beri Çin’deki virüsü görmezden gelenler şimdi "Biz bunu da nasıl olsa atlatırız" havasında, salgını "nasıl kendi lehimize çeviririz" derdindeler. 65 yaş üzerini eve kapatıp ne yiyeceğini içeceğini sormayanlar...
Cezaevlerini salgından nasıl koruruz üzerine değil kendi seçmenimize nasıl af çıkarırız üzerine çalışanlar, el dezenfektanından medet umanlar… Bugün savunulan yasakları kalıcılaştırıp bunun üzerinden iktidar hesapları yapanlar…
Dünyayı yönetenleri şöyle bir gözümüzün önünden geçirelim. Böylesi büyük bir salgında insanı öne alan politikaları savunacak liderlerin sayısı neredeyse parmakla sayılacak kadar az.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in halen süren bütün savaşlar için yaptığı ateşkes çağrısı o nedenle gerçekten çok önemli. "Silahları susturup Covid-19 ile ortak mücadele edelim" diyor Guterres.
İnsanlık, koronavirüs mücadelesinden muhtemelen sağ ama kesinlikle yara alarak çıkacak.
Guterres’in bu çağrısı insanlığın koronavirüs sonrası için anahtar olacak.