Ekrem Düzen
İnkâr yiğidin kılıcıdır
Ülkemiz coğrafyasında ulus inşası, son derece köklü siyaset okulları tarafından şekillenmiştir. Bu okullardan biri "Batı’nın tekniğini alalım ama ahlakını almayalım" diğeri ise "ne mozaiği ulan, mermer mermer" felsefesiyle nam yapmıştır. Takipçileri nazarında bu müphem eşkâllerden ziyade, anlamı daha belirgin lakaplarıyla çağrılırlar. Birincisine "Yerli" ikincisine "Milli" denmesi uygun görülmüştür. Böylece felsefeyle millet arasına mesafe sokmaya çalışanlara da güzel bir ders verilmiştir.
Her iki siyaset okulunun da temeli büyük yenilgiden sonra atılmıştır. 12 Eylül 1683 tarihli İkinci Viyana Bozgunu, daha sonraki yenilgiler kadar Yerli ve Milli adındaki bu ikiz yiğitlerin serpilip gelişeceği ruh iklimini de haber vermiştir: Yenilmek mi? Ne münasebet! Biz yenilmedik, kutsal davamıza karşı kurulan şer ittifakıyla işbirliği yapan içimizdeki dış unsurların ihanetine uğradık. Demek ki sağlam bir temizlik harekâtıyla bu dış mihraklı iç unsurları bertaraf edersek hiçbir güç bizi yenebilemez!
"İnkâr yiğidin kılıcıdır" ifadesini her kitabında birkaç kez söyletir Kemal Tahir, kahramanların ağzından. Üç kuşaktır ulus inşasına çabalayan, imparatorluğun en olgun en mümtaz dimağlarının apaçık gerçekleri yüzyıllardır inkâr ediyor olmasına akıl sır erdirmek ister. Erdiremez. İktidara talip kadroların hep aynı yanlışları tekrarlayarak doğruyu bulacaklarına olan inançlarına gülümseyecek nefesi vardır ama bitmeyen yenilgilere döşenen kahramanlık menkıbelerini yüreği kaldırmaz. Tarihçiler yenilgiye yenilgi diyememektedir. O da oturur, yenilginin romanını yazar. Yenilgiyle nasıl başa çıkılacağını ve kaybın nasıl telafi edileceğini de makalelerinde, söyleşilerinde dile getirmeye çalışır.
Hiçkimseye derdini anlatamaz Kemal Tahir. Sağcılara göre solcu, solculara göre sağcıdır. Anadolu insanının geçmişinde kölelik-kölecilik veya sömürgelik-sömürgecilik bulunmadığı gibi görüşleri nedeniyle bazı yerlici ve milliciler tarafından beğenilse de eşitlik, adalet, özgürlük gibi zararlı fikirleri nedeniyle kapıdan içeri alınmaz tespitleri. Solcular ise yerel analizlere dayalı bir sol görüş olamayacağından bahaneyle, fikirlerini devrime hizmet doğrultusunda kullanışlı bulmazlar. Yerel dedikleri Osmanlı coğrafyasıdır ama ne gam.
Bir kısım aydınımız, yerel olanın evrensel olana bir katkısı olamayacağı iddiasıyla ya hiç işitmez ya da küçümserler Kemal Tahir’in Anadolu’ya ilişkin sınıfsız-eşitlikçi karakter tezini. Yenilginin travmasını miras almış ve miras bırakacak olduklarını, yenilmişliği göğe yazan düşünce insanlarını aşağı ittirerek teskin ederler. Basitçe, delilleri karartırlar. Öyle ya, yenilginin cesedini bulamıyorsan fail aramanın da anlamı yoktur.
Bir kısım münevverimiz ise milli karakterimizi eşitlik yerine üstünlükte görüp bu üstünlüğü cihana teşmil gayesiyle hareket ettiklerinden tehlikeli bulurlar Kemal Tahir’in adil ve özgür dünya tahayyülünü. Gerçek yerli ve milli bu değildir. Kadim medeniyetimizin fevkalade vasıflarının Batı’nın haçlı zihniyetine galebe çalabilmesi yenilginin kabulüne değil, zafere ulaşma şartlarını sağlamaya bağlıdır. Yenilginin zımnen kabulü bile kabul edilemez. Yoksa nasıl anlatırız halkımıza kendi kutsal savaşımızın haklılığını!
"Bulunduğumuz yeri tanıyalım, insanını anlayalım" demeye çalışmaktadır Kemal Tahir. "Hangi şarttan hangi şarta sürüklendiğimizi iyi tahlil edelim. Batıcılıkla Doğucukla içinden çıkılacak bir mesele değildir bu, kendini kendi dışında arayan el ekmeğine muhtaç yaşar. Bizim ise her şeyimiz vardır. Her şeyden az az vardır ama yekûnu battaldır. Azları cem edip yığsak gerek ve bu yığından bizi galibiyet-mağlubiyet ötesine taşıyacak yeni bir hayat yolu döşesek gerek;" demeye çalışmaktadır. Sınıfsızlıktan, sınıflar-arası geçiş kolaylığından, Anadolu insanının yaşama pratikleri bakımından eşitlikçi alışkanlıklarından dem vurması bundandır. Lakin ne sınıfsızlık-eşitlik tezi itibar görür ne de hiyerarşik olmayan bir düzende insanları kendi hallerine bırakmanın getireceği adalet ve özgürlük teklifi.
"Batı’nın tekniğini almak" tam yenilginin tanınması olacakken "ama ahlakını almamak" yenilginin inkârına devam kararının ilanı oldu. Bu topraklara "acaba biz nerede yanlış yaptık" sorusu hiç uğrayamadı. "Olan oldu ihvanlar, önümüze bakalım, bu sofra hepimize yeter;" demeye kalkanlar anında siyaset edildi. Bir yerde bir başarısızlık olmuşsa, içimizdeki dış unsurların ihanetinden başka bir sebep aramaya gerek görülmedi. Formül o gün bugün değişmedi: İçimizdeki dış unsurları temizleme harekâtına katılanlar Yerli yiğitlerdir; katılmayanlar ya aktif ya da potansiyel haindir.
"Ne mozaiği ulan, mermer mermer" nidasıyla düşman kalplere korku salsın kastıyla yetiştirilen Milli yiğidin en büyük marifeti ise aynı çeşmeden su içtiği hemşerilerinin cümle hayat hevesini kursağına tıkmak oldu. Hem de ekmek tuz hakkı tanımadan. Yerli yiğit, sorumlu icat edip cezalandırarak yenilginin inkârını sağlamlaştırmakla meşgulken, Milli yiğit, kökü dışarıda iç unsurların içimizin nerelerinden ve nasıl yetiştiğini arayıp bulmaya ve yılanın başını küçükten ezmeye vakfetti kendini. Mümkün olan hallerde cismini, o kadar da mümkün olmayan hallerde ismini kaldırdı bu ihanet ihtimallerinin. Dili diline, huyu huyuna uymayan kim varsa potansiyel haindi. Aralarından biri çıkıp da "biz de bu yurdun insanıyız, herkes kendi renginde yanyana, içiçe, barış içinde yaşasın" diyecek olduğunda Milli yiğidin cevabı hazırdı: "Mermer dedik anlamadınız, ille üstüne bir de beton döktüreceksiniz!"
Bazı aydın ve bazı münevver desteğini çoktan yedeğine almış Yerli ve Milli yiğitler, Kemal Tahirleri kenara iterek, sürerek, ortadan kaldırarak yenilginin inkârında buluştular defalarca. Yenilgi bir kez inkâr edilince, zafer kazanıldığı sürece iç ama bozguna uğrayınca dış sayılıverenlere karşı işlenen organize suçlar da inkâr edildi. Suçluyu cezalandırmak suç mu yani! Yargılamadan infaz mı etmişiz? Savaş koşullarında olur öyle şeyler!
"İnkâr yiğidin kılıcıdır" şiarıyla mücehhez Yerli ve Milli yiğitler, yenilgiyi kabul etmemek uğruna kendi geçmişlerini sahiplenmekten imtina ettiler. Kendi geçmişini sahiplenmemek uğruna ise içimizdeki dışımızdakiler diye damgaladıkları yarenlerin ruhlarına tasallut ettiler; bedenleriyle yetinmek zorunda kalmaktan hiç gocunmadılar. Dünyanın sayılı kültürlerinden birinin mirasçıları oldukları halde yaşanmamış bir geçmişten tarih gibi görünen bir efsane uydurdular. Hiç yenilmiyorlardı bu efsanede ve hasletlerinden hiçbirini kaybetmiyorlardı. Sürekli ihanete uğruyorlardı her nedense. Durup hiç sormuyorlardı nedir bu başımıza gelenler diye. Her seferinde biri diğerini ikna edebiliyordu çelme takanın ikisinden biri değil de şu içimizdeki dışımızdakiler olduğuna. Sonunda illiyet rabıtasını tümden kaybettiler. Seçilmiş bir soydan geldiklerine iman getirdiler. Yoksa nasıl açıklanır, müstakbel hainler anadillerinde tanrılarına dua edemesinler diye kendi anadillerinde kendi tanrılarına dua etmekten vazgeçmeleri.