Murad Mıhçı
Işık doğudan yükselir
Bahar yeşil kapıları açtığında
Knar’a benzedi Bingöl’ün pınarları
Dizi dizi geçti deve kervanları
Yarim de gitti Bingöl’ün yaylalarına
Kaybolmuşum yolların yabancısıyım
Tüm göllerin nehirlerin taşların
Ben göçmenin bu yerlerin yabancısıyım
Bacım söyle nerede Bingöl’ün yolları
Avedik İsahakyan
"Işık doğudan yükselir" sözünün ilk dikkatimi çekmesi, Üstat Sezen Aksu’nun 1995 yılında çıkan ve aynı adı taşıyan albümüyle oldu. Bu albümü bizler için önemli kılan bir başka detay da bazı şarkıların Ermenice eserlerden düzenlenmiş olmasıydı. Albüme, o dönemin önde gelen müzik insanları Garo Mafyan, Ara Dinkjiyan, Arto Tunç ve Onno Tunç’un katkıları olmuştu. Hatta Ermeni şair Avedik İsahakyan’ın eserine de farklı bir yorumla albümde yer verilmiş ve albüm kapağına adı onore edilerek yazılmıştır.
Coğrafyamızda yüz yıllardır değişmeyen tarihi bir gerçek olarak kabul edilmelidir ki ülkenin doğusu her daim coğrafyanın kadersel değişim ve dönüşümlerine öncülük etmiştir.
Bu değişimin bugünkü yansımasının, siyasette her düşünceden veya ideolojiden siyasi aktörlerin de dillendirdiği gibi, doğudaki insanların tutumlarının geleceğin şekillendirilmesinde belirleyici olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bölge halklarını arkasına alan birçok siyasi yapı, ülke siyasetinde önemli bir aktör olmuştur. Hatırlayalım, geçmiş dönemlerde Ak Parti’nin özgürlükçü ve demokratik söylemleri bugünlere gelmesinde önemli ölçüde oy almasına vesile oldu. Bu söylemlerin seçmende karşılık bulması, iktidarın kapısını aralamasını sağladı.
Sn Kılıçdaroğlu’nun da bu gerçeği görerek "Bu ülkeye demokrasi gelecekse, bunun yolu Diyarbakır’dan geçer" açıklaması, tarihsel gerçekleri fark ederek kullandığı aşikâr.
HDP ise özellikle daha önce kapatılan Kürt Partileri’nin geçmişini sahiplenerek, "Türkiye’de hiç oy alamaz, asla barajı aşamaz" denmesine rağmen, barajları yıkarak kitle partisi olmayı başarmıştı. Bu kıvılcımın yine bölge halklarının, tabi ki özellikle Kürtlerin teveccühüyle alev aldığı çok net.
Ülkenin tarihiyle özdeşleşmiş olan CHP, geçmişindeki en büyük başarıları doğudan oy aldığı dönemde yaşadı. Oy alamadığı her dönemde ise sadece sahillerin partisi olmaktan öteye geçemedi.
Farklı görüşte yapılar da bu gerçeğin farkında. Her seçim döneminde bölge insanı akıllarına geliyor. Özelikle son yıllarda, seçim öncesi güzel sözler söylenerek, umut verilerek bölge halkı ikna edilmek isteniyor. Bazen AK Parti’nin yaptığı gibi, çok dilli bir hayatı benimsemediği halde Kürtçe pankartlar seçim dönemlerinde kullanılıyor. (Sanırım Amed’deki Kürtçe pankartta hatalar vardı.) Fakat Kayyum atandığında ilk yapılan belediye binasında ki çok dilli Tabelaları indirmek oluyor.
Son dönemde bunun bir başka örneği olarak Sn Kemal Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır ziyaretini gösterebiliriz.
Tabii bir yandan da Sn Kılıçdaroğlu’nun bu ziyaretine verilen tepkilere bakmak gerekir. Özellikle AKP ve küçük ortağı MHP’den çok büyük tepki geldi. Tek tepki vermeyen parti de HDP oldu. HDP, bölgede en fazla oy alan parti olmasına rağmen, siyasi kaygılara kapılmadan bu ziyareti anlamlı buldu. Bu ziyaret, gerçekten de anlamlı ve önemliydi. Sn Erdoğan’nın karşısında Başkan adayı olacak ismin, Millet İttifakı’nın belirleyeceği aday olması yüksel bir ihtimal. Bu nedenle, duruşunu ve siyasi okumasını görmek adına önemliydi.
HDP hariç, bölgede siyaset yapan partilerin en rahat olanlar olduğunu görürüz. Düşük oy alan sağ milliyetçi partiler dahi sıkıntı yaşamaz. Çok nettir ki en çok oy alan, Kürt seçmenin teveccüh gösterdiği partiler, bugün en zor şartlarda siyaset yapan partiler olan HDP ve DBP’dir. Bu, bölgenin seçmenini, halkını yok saymanın çok net göstergesidir
Başta da söylediğim gibi, hangi siyasi yapı bölgeye giderse gitsin, gerçek halk toplantılarından çok ders alarak gelir. Bölge gerçeği, benim de ziyaretlerimde fark ettiğim üzere, batıdan okunduğundan çok farklı. Merkezden ya da boyalı medyadan izlenen haberlerle, asla gerçek kanaat oluşturulamaz.
Helalleşmek çıkışıyla Sn Kılıçdaroğlu bir başlangıç yaptı. Bu başlangıcın belki de en önemli adımı Diyarbakır ziyaretiydi. Bu ziyarette bana göre en önemli görüşmeleri, Baro Başkanı Tahir Elçi’nin eşi Türkan Elçi, faili meçhul cinayet sonucu öldürülen öğretmen Zübeyir Akkoç’un eşi ve KAMER Başkanı Nebahat Akkoç, yerine kayyum atanan ve siyasi tutuklu olan Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanı Selçuk Mızraklı’nın eşi Zeynep Mızraklı ve "Çocuklar ölmesin" dediği için cezaevine giren öğretmen Ayşe Çelik ile yaptı. Bu görüşmeler elbette kıymetliydi. Fakat bu insanların hak kayıpları ya da can kayıpları olmadan evvel müdahil olmak esastır. Sevgili Tahir Elçi ölmeden evvel linç edilirken ses verildi mi? Sn Başkan Mızraklı’nın esaret altına alındığı zaman ne gibi gerçekçi tepkiler verildi? Bu geçmiş kötü deneyimlerden sonra yaşanacak hak kayıplarına dair bakalım nasıl bir yol izlenecek, helalleşmenin niyetini gösterecek.
Bir başka buluşmada gelen sorulara verilen cevaplardan bir tanesi içimi acıttı.
Soru: Sn Kılıçdaroğlu, iktidara gelirseniz ana dil konusunda ne yapacaksınız?
Cevap: Pedagoglara danışacağız.
Bu cevap, "Ermeni Soykırımı’nı tarihçilere bırakacağız" demekle aynı işlevsizliğe sahip. Yani topu taca atmak ve sorunu çözmekten uzak bir algılayış ve konuya yaklaşımdır.
Bu ziyaret sonrasında toplumda inandırıcı olabilmek ülkeye huzur getirir. Şekilci demokrasi tanımlamaları ise daha derin travmalarının oluşmasına vesile olur. Bu gerçeği görmezsek kutuplaşma artar.
Belli ki Sn Kılıçdaroğlu, partiler üstü bir rol alma çabasında. Yani sadece CHP ve Millet İttifakı seçmeninin, kendisini arzuladığı yere getiremeyeceğinin farkında. Bundan dolayı, kurulacak ilişkinin formatı ve atılacak adımlar önem arz ediyor. Bu ziyaret boyunca yaptığı toplantılardan ne gibi dersler çıkardı? Diğer siyasi aktörler gibi, sadece toplantı yapmış olmak için mi toplantılar yaptı? Bu soruların cevaplarını önümüzdeki süreçte alacağız.
Bu süreçte, bölge halkı ve bölge halkının batıya göç eden yakınlarının sorunlarına partiler üstü bir yaklaşımla çözüm odaklı yaklaşılacaksa, demokratik adımların bugünden atılması gerekir. "Cumhur İttifakı adayı yerine zaten Millet İttifakı’na oy vermek zorundalar" yaklaşımı kendisini gelecekte zor durumda bırakabilir.
Demokrasi ve yaşadığımız süreç, gerçekten daha da zor bir hale evriliyor. Bu süreçte taviz verilmeden gösterilen duruşlar geleceğin şekillenmesinde büyük bir rol oynayacak. Bu süreçte bize düşen ise ezilen sınıfların, İnançlar ve Halkların omuz omuza demokrasiye özlemini ve talebini dillendirmesidir. Israrla eşit yurttaşlık ve Demokrasi!
Yazımın sonunda doğa dengesine zarar verecek Kanal İstanbul Projesine karşı mücadele veren tüm doğa dostlarını selamlıyorum.