Ragıp Duran
İyi gazetecilik nasıl yapılır?
Gazetecilik/habercilik, bütün dünyada siyasi, ideolojik, ekonomik-mali, toplumsal, kültürel ağır bir kriz içinde. En vahimi, yurttaşlar artık medyaya güvenmiyor. Reklam gelirleri düşüyor. Büyük özgürlük, paylaşımcılık ve çoğulculuk iddialarıyla gündeme gelen İnternet haberciliği, ''Yalan Haber'' nedeniyle vaatlerini yerine getirmediği gibi kaotik bir ortam yaratılmasına neden oldu. Gazeteler, dergiler iflas ediyor, kapanıyor. Çok sayıda gazeteci işsiz. Bir kısmı hapislerde, bazıları da sürgünde. Demokrasisi geri birçok ülkenin lideri, gazetecilere halk düşmanı muamelesi yapıyor, gazeteciliği kriminalize ediyor. Tekelleşme nedeniyle, siyasi ve/veya ekonomik iktidarlar, medyatik iktidarı da ele geçirdi ama artık bizzat kendileri de hedeflerine ulaşamadıklarını itiraf ediyor.
Aslında okurun, yurttaşın, kamunun güvenini kazanmak çok da zor değil. Gazete kime hitap ediyor? Kimin ilgisini, takdirini elde etmeye çalışıyor? İktidarın, egemenlerin, yerleşik düzenin mi? Yoksa yurttaşın, kamunun, ezilenlerin, çoğunluğun mu? Eğer birinci seçeneği tercih ederseniz, geleceğiniz karanlık. Kendinizi tekrar edersiniz, bazı gerçekleri saklamak ya da tahrif etmek zorunda kalırsınız, tirajınız azalmaya başlar. Sonra da dükkânı kapatmak zorunda kalırsınız. Yok, Shelley'in bir dizesini İngiliz İşçi Partisi'nin ana sloganı yapan Corbyn gibi davranırsanız, yani ''We are many, they are few'' (Biz çoğuz, onlar az) derseniz o zaman geniş okur kitlesine hitap eder, onların sorunlarını, onların bakış açısıyla haberleştirirseniz, gazeteniz o çoğunluk kesimde itibar kazanır. Onların da desteğiyle ekonomik krizi de, mesleki sorunları da daha kolay çözebilirsiniz. Çünkü arkanızda, yanınızda sağlam bir kitle vardır artık.
Misyon, vizyon, müşteri memnuniyeti, performans, iş modeli gibi neo-liberal sözlükle dile getirilen yöntemlerle çıkmazdan paralı abonelik yoluyla kurtulmak olası görünmüyor.
Umutsuzluk, vurdumduymazlık, siyasetten uzaklaşma, magazinleşme, bayağılaşma gibi olumsuzluklar yeşerirken, bir toplumun huzur içinde, özgürce yaşayabilmesi, yurttaşların toplum hayatına bilgili bir şekilde katılabilmesi için, hak ve adaletin sağlanabilmesi için olmazsa olmaz bir koşul olan bağımsız gazeteciliğin varlığı tehdit altında.
Savaşın, adaletsizliğin, işkencenin, mültecilerin sürüklendiği sefaletin, azınlıklara, muhaliflere, kadınlara, çocuklara, ötekilere yönelik baskıların son bulması için, öncelikle bu kötülüklerin nedenlerini bilmesi gerekiyor yurttaşların. Daha sonra da bunları nasıl alt edeceğini.
İngiliz THE GUARDİAN gazetesi işte bu hercümerç içinde fevkalade müspet bir girişim gerçekleştirdi ve 3 yıllık kampanyanın başarılı sonuçlarını almaya başladı. Gazetenin açıkladığı Faaliyet Raporuna göre son bir yıl içinde Guardian, 570 bin düzenli mali yardım yapan okura, 230 bin abone okura ve 375 bin tek seferlik mali yardım yapan okura ulaştı. Guardian, bütün dünyada bugün, parasını verip kağıt versiyon ya da ekranda gazetesine ulaşan bir milyon okura (single reader) sahip!
İngiltere medyasının ağır başlı, liberal-solcu gazetesi ayrıntılı bir şekilde incelendiğinde aslında pek de mucize sayılmayacak bir yöntemle gerçekleştirdi bu değişimi: Kamu çıkarını kollayan habercilik, okurun ihtiyacı olan habercilik, okura güven veren ve tahayyülünü geliştiren habercilik yapınca karşılığında da okurdan mali yardım talep eden bir mekanizma.
Çünkü gazetecilik, tıpkı tiyatro gibi, yurttaş için yapılıyor. Seyircisi olmayan tiyatro o gün perdesini açmaz. Okuru olmayan gazete de o gün ya da ertesi gün yayınlanmaz. Madem yurttaş için çalışıyorsunuz o zaman yurttaşın da sizi destekleme olanaklarını/zeminini yaratmak zorundasınız. İyi bir tiyatro piyesi sahneye koyduğunuzda salon dolar. İyi bir gazete çıkarttığınızda okur para verip o gazeteyi alır, hatta sürekli olarak o gazeteyi okuyabilmek içinde ek olarak mali destekte bulunur.
Guardian yöneticileri ilk başta biraz kuşkuluymuş. Hatta gazete içinden ve meslek çevrelerinden eleştiriler gelmiş: Ne o dilenciliğe mi başladınız? Yılmamışlar, dertlerini anlatmışlar, yenilikçi, yaratıcı yöntemler bulmuşlar ve sağlam adımlarla ilerlemişler. Her seferinde, bağımsız, solcu, kollektif fikirlerle, başta okurlar olmak üzere farklı uzmanları da katmışlar işin içine. Temel mesele doğru habercilik, kamu çıkarı, iktidarı hesap verebilir hale getirmek. Yani içerik!
Ayrıntılar ve meraklılar için gazetenin kendisini ve kampanyayı anlattığı dört yazı.
* https://www.theguardian.com/membership/2018/nov/12/katharine-viner-guardian-million-reader-funding
* https://www.theguardian.com/membership/2018/nov/15/support-guardian-readers-future-journalism
Ayrıca İngiliz reklamcılık dergisi Campaign'in son sayılarında Guardian'ın kampanyası hakkında haber ve değerlendirmeler var.
https://www.campaignlive.co.uk/article/guardian-adds-support-us-message-advertising/1493705
Bu arada önemli bir özellik ya da başarının bir sırrı: Guardian grubunun en tepesindeki Genel Yayın Yönetmeni bir kadın. Katharine Viner, önce Guardian Avustralya'nın başındaydı sonra Guardian ABD'yi yönetti şimdi de Londra'da bütün grubun yöneticisi.
Guardian'ın yönetimi ve kampanya ekibi gazetenin parlak geçmişi, yapısı ve yayın politikaları ile İngilizce olarak yayınlanmasının sağladığı avantajları da iyi kullanmış.
Manchester Guardian gazetesinin kuruluş öyküsü zaten başlı başına devrimci bir öykü: 1819 yılında 16 Ağustos günü Manchester'de, Peterloo Katliamı'nda Kraliyet güçleri, oy hakkı talep eden 11 göstericiyi öldürüp en az 400 kişiyi yaralamıştı. Yerel gazeteci John Edward Taylor, gösteriyi izleyen muhabirler arasındaydı. Kendi yerel gazetesine haberi geçtikten sonra, başkent gazetelerinin bu katliamı görmezden geleceğini ya da tahrif ederek yayınlanacağını öngördüğü için trene atlayıp Londra'ya gidiyor ve tanık olduğu olayı, yerel bir muhabir olarak Times gazetesindeki meslekdaşlarına ayrıntılı olarak aktarıyor. Dönüşte olayın peşini bırakmıyor katliamda öldürülenlerin aileleri ve yaralıların kaderini izleyip haberleştiriyor. 2 yıl sonra da, yakın çevresinden 11 kişiyi ikna edip para topluyor ve 5 Mayıs 1821'den itibaren Manchester Guardian gazetesini yayınlamaya başlıyor. Taylor'un yaklaşık 200 yıl önce kaleme aldığı Guardian Yayın İlkeleri ve Manifestosu bugün hâlâ büyük ölçüde geçerli: Yurttaşların iyi eğitim alması, yurttaşların politikaya daha çok katılması, yoksul kesimleri gözetmek, topluma karşı sorumluluk hissetmek, iktidara karşı halkın safında olmak!
1936 yılında, ''Guardian gazetesini mali olarak yaşatmak ve editoryal bağımsızlığını ilelebet sağlamak amacıyla'' Scott Vakfı kuruluyor ve Vakıf hukuki ve kurumsal anlamda gazetenin halen tek işvereni. 1959 yılında da Manchester Guardian, Londra'ya taşınıp The Guardian oluyor.
Tarihi boyunca topluma, siyasete, ekonomiye, kültüre hep soldan bakmış bir gazete. Sessizlerin sesi olmaya çalışmış, iktidarları hesap vermeye zorlamış haberlere imza atmış. Ve bu misyonu hep gazetecilik/habercilik ilkelerine bağlı kalarak yapmış.
2019 Bahar'ına kadar sürecek olan kampanya sonucunda Guardian mali olarak kendi kendine yeterli hale gelebilecek. Çünkü gazetenin kazandığı her kuruş (Sorry I mean penny – Hello Tuğrul!) sadece yatırıma gidiyor.
Birebir ya da İnternet üzerinden yapılan çalışmalar sırasında, bağışçı okur adaylarını en çok ikna eden yaklaşım, kampanyanın Guardian'ın haberciliği üzerine yoğunlaşması:
Facebook haberini yaptık, patronu ABD'de ve AB'de yasama organına hesap vermek zorunda kaldı!
Aralarında İngiltere Kraliçesi'nin de adı geçen Paradise Papers haberini yaptık, İngiltere'de yasa değiştirmek zorunda kaldılar. Başka ülkelerde yetkililer istifa etti.
Ve daha onlarca örnek. Haber ve yarattığı sonuçları anlatınca, yurttaş, bağımsız gazeteciliğin değerini/gerekliliğini daha iyi, daha kolay kavrayabiliyor.
Guardian, tabii ki sadece siyasi haber yayınlayan bir gazete değil. Avant-garde kültürü de, farklı mutfakları da hele sporu da çok iyi yansıtıyor sayfalarına/ekranlarına.
21. yüzyılın başında medya krizi başladığında da ''Sessizlerin sesini duyurabileceği, hükümetin bunları dinlemesi gereken'' bir alanın varlığından ve bu alanı kurmaktan söz ediyor Guardian kampanyası. ''Bizim gazeteciliğimiz öyküyü değiştirebilir'', ''Açıklık, tahayyül ve umut olan bir alan yaratıyoruz'' diyorlar ve ekliyorlar: ''Bu alan desteklenmeye değer!''. Çünkü Guardian, ''Reklamların yönlendirdiği gazeteciliğe karşı'', ''Büyük teknoloji şirketlerine büyük sorular soran gazete!'', ''Siz yatırım (invest) yapıyorsunuz, biz aksayan işleri sorguluyoruz (investigate)''. Bir güzel reklam spotu da ''Liberaliz ama gerçekler konusunda değil''. Birkaç reklam spotu daha: ''Bizim editörlerimizi hiç kimse edit etmiyor'', ''Üst makamlarda dostlarınız yoksa, onların devrildiğini görmek sizi ilgilendirmez'', ''Birisine satılmayan gazeteyi alın'', ''Politikacılar sizin kanaatlerinize meydan okuyorsa, politikacılara meydan okuyan bir gazeteye ihtiyacınız var'', ''Bir gazetenin sizin Avrupa konusundaki görüşlerinizi oluşturmasından önce gazeteyi kimlerin yönlendirdiğine bakın''.
Guardian okurlarını iyi habercilikle ikna etmiş görünüyor. Açıkça da yazıyorlar: Neo-liberalizm dünyayı mahvediyor. İyi fikirler solcuların tekelinde değildir. Sağcıların görüşlerine de yer veriyoruz. Guardian'ı esas olarak kendi okurlarımıza değil, bizi okumayan yurttaşlara tanıtmalıyız.
Guardian'ın dört büyük edisyonu var: Birleşik Krallık, Enternasyonal, Amerika ve Avustralya. Gazetenin okurlarının 2/3'ü İngiltere dışında. Haftalık Guardian ile Pazar gazetesi Observer da aynı kurumun yayın organları.
6 asır süren Gutenberg döneminden sonra Guardian, bugün kağıt versiyonlarını tabloid boya çevirse de yayınını sürdürüyor ve İnternet'de de okurla karşılıklı etkileşimi güçlendiren yöntemlerle haberciliği sürdürüyor.
İlginç birkaç nokta daha:
Paralı abone sistemini hiç düşünmedik. Sadece parası olanların, zenginlerin okuyabileceği bir gazete aklımızın ucundan bile geçmedi. Haber, herkes tarafından paylaşılacak kadar kıymetlidir.
Sizden istediğimiz bağış, hayırseverlik kurumuna yapılan yardım değildir. Haberciliğe katkıdır. Zaten bağışlarınız vergiden filan düşülmüyor!
Klasik anglo-sakson gazete kategorilendirmesinde (Serious/Popular) ''Ciddi'' gazeteciliğin şaheseri olarak bilinen Guardian kendisini şöyle tanımlıyor: Düşünen/Düşündüren, İlerici, Gururluca Bağımsız ve Meydan Okuyan ayrıca Nüktedan, Özgün Tarzı Olan ve Neşeli...
Türkiye'de ağlaşmaya başlayan yandaş medya patronlarına, saygılarımla!
Ama esas olarak, bizim meslektaşlara en çok da ''Bilgi de bir direniş yoludur'' diyen ve gazetesine hâlâ sadık kalan okurlara, sevgiyle.