Kadim medyaya cenaze töreni

Her şeye ben egemen olacağım, her şeyi ben denetleyeceğim, varsa yoksa ben ben ben… derseniz sonunda belki yavaş yavaş belki de birdenbire her şeyi kaybedersiniz. Buyrun cenaze namazına.

İktidarın 2002’den beri yarattığı/ürettiği/beslediği medya ne kadar çürükmüş ki, bir İmamoğlu jestiyle tepetaklak devrilmeye başladı bile. 23 Haziran seçimlerinden bugüne Saray medyasında olup bitenleri alt alta koyduğumuzda (çünkü üst üste koyamıyoruz) freni boşalmış ya da aksı kırılmış bir kamyon gibi uçuruma doğru zigzaglar çizerek yalpalıyor Sayın Erdoğan’ın medyası.

Nedeni basit: Gazetecilik/habercilik gerçeklerle uğraşıp kamu çıkarını savunur. Gazetecilik/habercilik esas olarak fikir ve vicdan işidir. Para, altyapı, teknoloji, dağıtım, sunum…vs… önemlidir ama tayin edici değildir. Para ile, iktidar gücü ile, bağırıp çağırma ile, üste çıkıp kabadayılık taslamayla ve en önemlisi yalanla, yani ajitasyon ve propaganda ile fikir üretilemez, kamu vicdanının sesine kulak verilemez. 

Oysa ki son 17 yılda iktidar, medya mülkiyet haritasını külliyen değiştirdi, inşaatçıları, rantçıları, kendi adamlarını gazete, radyo, televizyon sahibi yaptı. Aslında bütün yandaş medyanın bir tek hakiki patronu var. Onu da zaten herkes tanıyor. Tanımak zorunda. Naylon patronlar da devraldıkları yayın organlarındaki hakiki gazetecileri kapı dışarı edip, yerlerine ulak oğlanlarını ve kızlarını istihdam edip, medyaları Sahibinin Sesi haline getirdi. İlk başlarda belki bir süre idare ettiler ama Sahibinin Sesi ile Toplumun Sesi farklı hatta tamamen zıt tonlarda/makamlarda şarkılar okumaya başlayınca foyaları ortaya çıktı. Sahibin Sesi kısıldı, boğuldu, söyledikleri duyulmaz, anlaşılmaz oldu. Daha doğrusu Sahibinin Sesini kimse dinlemez hatta kaale almaz oldu. Cumhurbaşkanının naklen yayınlanan özel söyleşileri reyting sıralamalarında dizi tekrarlarının da altına, 27. sıralara kadar düştü. Gazeteleri de fevkalade tiraj kaybetti.

Onlar bu düşüşün farkında değildiler herhalde. Ya da çapları ile hırsları ters orantılı olduğu için, o güne kadar az çok ortada durmaya çalışan Merkez Medyaya da el atıp onu da Saray’ın borazanı haline getirince, devir öncesinde 600 bin civarında satışı olan bir Hürriyet gazetesi, popüler niteliğini yitirdi ve 40 binlere düştü. Saray’ın Goebbels’i fena halde çuvallamıştı: Merkez medya, toplumun başta muhalif kesimi olmak üzere çeşitli bileşenlerine arada sırada yer verebiliyordu. Merkez medya, flu bir şekilde de olsa toplumun çok renkliliğini, çok sesliliğini az çok yansıtabiliyordu. Merkezi de Saray’a bağlayınca iktidar yanlısı olmayan neredeyse tüm kesimleri doğrudan karşılarına aldılar.

Tabii bunlar güç ve etki kaybettikçe daha da hırçınlaştı. SETA raporlarıyla filan doğrudan gazetecilere ve doğru dürüst yayın yapmaya çalışan medya organlarına saldırmaya başladılar. Hezimeti, yenilgiyi, gerilemeyi asla kabul etmediler. En iyi savunma hücumdur düsturu gereği kendilerinden olmayan herkesi hatta eskiden kendilerinden olanları bile FETÖcü, PKKlı, hain, terörist, darbeci filan diye damgaladılar. Onlar eskiden solculara, aydınlara marjinal derdi, şimdilerde kendileri marjın dışına kayıyor ama çaktırmamaya çalışıyorlar. 

Saray medyası her geçen gün açık veriyor: 

23 Haziran sonrası para muslukları kesilince Saray’ın bazı gazete ve televizyonları mali krize girdi. Çok sayıda çalışanın işine son verdiler. Hatta bazı yayın organlarının kapanması gündeme geldi. İktidarın kararlarını yüzde yüz desteklemeyen kendi gazetecilerini, yazarlarını işten attılar. İçeriden de çatlak sesler çıkmaya başlayınca kadim yandaş kalemler birbirine girdi. En son bir köşe yazarı ile bir bakan kapıştı. Dikkat edin bu kapışma ortamında, o cenahtan aklı selim sahibi bir tek kişi de çıkıp ‘’Durun kavga etmeyin, siz aslında kardeşsiniz!’’ bile demedi, diyemedi. Çünkü o cephede artık ne akıl kalmıştı, ne selim ne de kardeşlik. 

Saray medyasının iç kavgaları sıradan bir mesleki ihtilaf değil. Bu medya bulutu, mesleki hiçbir kuralı/kaygısı olmayan, tamamen bağımlı siyasi bir aparat olduğu için, siyasi kıpırdanma-dalgalanma ve ayrılıklar konusunda aşırı hassas. Hemen tepki veriyor. Farklı görüşlere alerjisi var. Dolayısıyla Saray medyasındaki karışıklıklar AKP’nin karışık içinin medyaya yansımasından ibaret. Parti ilk görünüşe göre üçe, iyice bakıldığında ise beşe bölünüyor. Bu dağılma sürecinde herkes kendini sağlama almaya çalışıyor. 

İç kavga iyi bir şey. Karşılıklı ithamlar sayesinde biz eski suçları öğrenebiliyoruz. Daha neler çıkacak neler…

Matbuat-basın-medya dediğimiz aygıt/mekanizma, tarihi, yapısı ve doğası gereği, muhalif yani eleştirel olmalı ve küçük bir kesimin değil bütün kamunun (Public) hem sesi olmalı hem de onu yansıtmalı. İşte bunları yapmayınca kaçınılmaz son, evet mukadderat ortaya çıkıyor ve Saray medyası çöküyor. Zaten dünya medya tarihine bakınca da anlıyoruz ki, ancak ve ancak bir dizi mesleki kurala sadık kalan gazete, radyo, televizyon ve İnternet sitesi hayatta kalabiliyor. Dünyada en az satan gazeteler iktidar gazeteleridir. En kolay çöken medya organları da iktidarın yayın organlarıdır. Bir seçimde vezirken rezil olurlar. Medya antropoloji uzmanları için bir laboratuvar olarak Türkiye aslında zengin bir medya mezarlığı.

Buraya kadar medya ile ilgilenen her yurttaş, her uzman bu saptamaları yapabilir, nitekim de yapıyor. Mesele artık bundan sonrasını tahayyül etmek, düşünmek, tasarlamak, planlamak.

Mevzuatta yer alan basın özgürlüğünü kısıtlayan hükümlerden, iletişim fakültelerinin ve müfredatının yeni baştan dizayn edilmesine, kadim Saray medyasının ve failler, suçlular, kusur ile kabahat işlemişlerin kaderinden dijital medya okur-yazarlığına, yeni etik yaklaşımlardan medya şirketlerinin yapısına, okur-izleyici katılımından sendikalaşmaya…vs…kadar çözmemiz, yeniden inşa etmemiz gereken onlarca alan ve konu var. Gazeteci sendikaları, cemiyet, basın dernekleri, iletişim akademisyenleri bir araya gelip bu konuları ele almaya başlasalar iyi olacak.

Hafta sonu, Berlin’deki konferansta, Basın Komisyonu'nun raporunu Genel Kurula sunarken, mealen ‘’Zincirlikuyu mezarlığında çok sayıda yer ayırttım, bunların hepsini gömeceğiz’’ diye bir cümle kurdum. Yanlış anlaşılmasın, Red Kit’deki cenaze levazımatçısına özenmiyorum. Akbabacı değilimdir. Benimkisi mesleki, soyut ve manevi bir cenaze töreni planlamacılığından ibaret. Çünkü bu sefil, perişan, iğrenç medya zihniyetini tabuta koyup sıkı bir şekilde çivileyip derine gömmezsek yeni dönemde, yeni iktidarlar zamanında tekrar hortlayabilir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi