Köln’e ilk geldiğimde buranın bir festivaller şehri olduğunu anladım. Şarap festivalinden tutun da müzik festivaline kadar oldukça bol festivali yada karnavalı olan biyer burası. Bunlardan bikaçı benim için önemli, onlardan birisi Nazi Almanya’sında (Edelweisspiraten) faşizme karşı mücadele eden ilk gençlik festivali. Büyük karnavalı da ciddiye alıyorum tabii ki, yaşamımda görmediğim insan çeşitlerini görüyorum.
Önemli festivallerden birisi de LGBT-İ festivali, bu festival Almanya’nın biçok şehrinde var ama Köln bu konuda birinciliği almış, nüfusa oranla en kalabalık LGBT-İ nüfusunun burada olduğu söyleniyor. İlk geldiğim yıl arkadaşlar götürmüştü, 2 gün festivali gezmiştim. İki arkadaşım da festivali gezdirmekten hem memnun hem de rahatsızdı ve sonunda ikisi de sözleşmiş gibi aynı şeyi söylemişti, "Ahmet arkadaş, yanlış anlama, biz sadece sana festivali gezdiriyoruz."
Doğduğum ülkeyi düşündüğümde ne kadar haklı olduklarını ve bu konuda neden korktuklarını gayet iyi anladım. Oysa aynı ülke Zeki Müren’i Sanat Güneşi diye bağrına basmış, Bülent Ersoy’u da evin kızı yapmış bir ülke ama iş kendine yada çocuğuna geldiğinde de düşman olmuş, kin duymuş bir ülke.
Avrupa Birliği’nde uzun zamandır üçüncü cinsiyet tartışılıyor, doktorlar ve psikologlar tarafından insanların kadın-erkek ve çeşitli olarak doğdukları (Çeşitli) kanıtlandığından değişik daha doğrusu üçüncü kimliğin verilmesi gerektiği tartışıldı. Bu hemen olacak bişey değildi, o yüzden bir geçiş dönemi yaşandı. Şimdi Almanya’da form doldurmanız gerektiğinde size 3 soru soruyorlar:
Kadın
Erkek
Çeşitli
Bütün bunlar dışında benim yazmak istediğim başka bişey, o da bütün bir şehrin (Çok büyük bir çoğunluğun) bunu hiç sorun yapmadan kabullenmesi. Hemen hemen herkes LGBT-İ bayraklarına sarınarak dolaşıyor. Bu hepsinin LGBT-İ olduğu anlamına gelmiyor ama ya komşusunun ya kardeşinin yada anne ve babasının ilk gençliğinde gizlemiş olduğu duygularını hep beraber savunuyor ve destekliyor olması.
Bu insanlığı değişik bir noktaya doğru getiriyor, Paris ve Berlin belediye başkanlarını anımsıyorum, ikisi de homoseksüeldi ve görevlerinde başarılı oldular. Bunları düşünürken Zeki Müren ve Bülent Ersoy’u bağrına basan İstanbul homoseksüel bir belediye başkanını ne kadar kabul ederdi diye düşündüm.
Bizde hâlâ homoseksüellik olarak düşünülürken dünyada tıp bu işin hastalık olmadığını çözmüş durumda ve o insanlara kimlik veriyor, yaşamın heryerinde birey olarak var oluyorlar.
Bu kadar seçim, darbe ve siyaset yazısından sonra neden bu yazıyı yazdığımı sorarsanız, doğma büyüme bir İstanbullu olarak, çeşitli grubundan birisi belediye başkanı olsaydı bu kadar bina yığınına dönüşür müydü İstanbul diye düşündüm de, 25 yıldan daha iyi yönetirdi sanki.