Melis Alphan
Kadına ayrımcılığı ‘toplumsal değer’ diye savunanlar
Kadını ikincilleştiren, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini körükleyen, erkeğin aile reisi olduğu eşitsizliğe dayalı aile modelini dayatan Siyasal İslam’ın iktidar olduğu ülkelerde kadınlar eşit hak sahibi yurttaşlar olmaktan çok uzak.
Ülkemizde de yapılmaya çalışılan tam olarak bu. AKP ısrarla kadınların bedeni ve hayatı üzerinde söz sahibi olmak istiyor ve "Eşitlik fıtrata aykırıdır" diye konuşan gericilerin talepleri doğrultusunda çalışıyor.
‘Toplumsal cinsiyet eşitliği’ kavramına siyasal İslamcıların alerjisi olduğu için, iktidar da bu kavramı her yerden ve dahası zihinlerden silmeye çalışıyor.
Geçtiğimiz hafta, Munzur Üniversitesi, Toplumsal Cinsiyet Uygulama Merkezi’nin adını ‘Kadın ve Aile Çalışmaları Uygulama Merkezi’ olarak değiştirdi.
Merkezin eski yönetmelikte "Toplumsal cinsiyet ve kadın sorunları ile ilgili bilimsel araştırmalar yapmak" diye tanımlanan amacına dair madde de yönetmelikten çıkarıldı. Yeni yönetmelik ile merkezin amacı, "Kadın ve ailenin toplumsal ve ekonomik kalkınma içerisinde yerini alabilmesi, kadının statüsü, kadın ve aile sorunları ile ilgili araştırmalar yapmak" olarak belirlendi.
Yeni yönetmelikle Danışma Kurulu da değişti. Artık kurulun kadın ve toplumsal cinsiyet konularında çalışan öğretim elemanları yerine, kadın ve aile sorunları konularında çalışan öğretim elemanlarından oluşacağı belirtildi.
YÖK VE MEB, TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ PROJELERİNE SON VERDİ
YÖK 2015’te tüm üniversitelere gönderdiği Tutum Belgesi ile Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi’ni başlatmıştı. YÖK’ün tüm bileşenlerinde toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı hareket edileceğini taahhüt eden bu belge, eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliği dersine nasıl yer verilebileceğini, toplumsal cinsiyet eşitliğinin genel kabul görmesi, okullarda personele toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığı kazandırmak ve buralarda cinsel şiddeti önlemek için neler yapılabileceğini anlatıyordu.
Akademide cinsel şiddetin ne kadar yaygın olduğu ve üstünün nasıl örtüldüğü, son yıllarda üniversitelerdeki kadınların seslerini yükseltmesi ve failleri ifşasıyla artık gizlenemeyen bir boyuta ulaştı. Üniversitelerin bu gibi durumlardaki kayıtsızlığı ve/veya suçluyu koruma refleksi, YÖK’ün Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi’ne aslında ne kadar ihtiyaç olduğunu gösteriyor.
Ama YÖK ne yaptı dersiniz?
Geçtiğimiz şubat ayında, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi’ni durdurduğunu açıkladı ve Tutum Belgesi’ni web sayfasından kaldırdı. YÖK Başkanı Yekta Saraç, "Projenin, toplumsal değerlerimiz ve kabullerimizle mütenasip olmadığı ve toplumca kabul görmediği hususunun göz önünde bulundurulması gereği ortaya çıkmıştır" dedi.
Bu arada, 2014’te MEB’de de uygulanan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği programı da 2016’da iptal edilmişti. Geçtiğimiz ay ise MEB’in yayımladığı 2019/2020 Eğitim-Öğretim Yılı Hedef Listesi’nde başta ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ dersi de yer alıyordu. Fakat bu listenin yayımlanmasının üzerinden 24 saat bile geçmeden, gericilerin "Ülkenin Eğitim Bakanlığı ailenin altını oyacak bir projeyi nasıl uygulayabildi?" sözleri üzerine liste siteden kaldırıldı. 12 Eylül’de Resmi Gazete'de yayımlanan MEB Sosyal Hizmetler Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle de 'Toplumsal Cinsiyet Eşitliği' tüm etkinlik alanlarından çıkarıldı.
İKTİDAR, KADINI EZEN ATAERKİL DÜZENİN DEVAMLILIĞINI SAĞLIYOR
Türkiye’de kronik bir sorun haline gelen ve artık katliam boyutunu aşıp ‘cinskırım’a dönüşen kadın cinayetlerini ve kadına şiddeti konuşurken sıklıkla kolluğun ihmallerinden, yargıdaki cezasızlıktan, sığınma evlerinin sayısından dem vuruyoruz. Ama en az bunlar kadar, aslında daha da fazla önem arz eden konu toplumdaki zihniyet. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin toplumda yerleşmesini sağlamadan istediğiniz kadar ceza verin, tabloyu değiştirmek zor. Çünkü sorunun temeli tam da burada, kadını ikincilleştiren zihniyette yatıyor.
İktidarın kadına şiddetle mücadele etmeye niyeti olmadığını, yegane amacının ataerkil düzeni ve cinsler arası eşitsiz güç ilişkilerini korumak olduğunu safi buradan bile anlamak mümkün.
Zira, YÖK’ün tutumu üzerine tepki gösteren Türk Tabipleri Birliği Etik Kurulu’nun da vurguladığı gibi, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, erkek egemen ideolojilerin ve dinlerin, üretim ilişkileri ve ekonomik düzenin üzerine kurulu. Kadınların bedenini, cinselliğini, doğruganlığını ve emeğini denetim altına alan ataerkil sistem, kadınların ezilmesine yol açan kurumsal ve kültürel düzenlemelerle bir uygulamalar bütünü.
YÖK’ün ‘toplumsal değerlerimiz’ diye tanımladığı şey bu ataerkil sistemin ta kendisi. Oysa kadını ezmek ve kadına yönelik ayrımcılık bir ‘değer’ olarak savunulamaz.
KADINA ŞİDDETİN KAYNAĞI: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİ
Doç. Dr. Yücel Can’ın 2013 tarihli "Kadına Yönelik Şiddetin Toplumsal Cinsiyet Temelleri: Niğde Örneği" adlı çalışmasında, Niğde’deki 23 mahallede yaşayan 137 kadın ve 111 erkekle yapılan anketin sonuçları ortaya konuyor. Bulgular, ataerkil toplumsal cinsiyetçi anlayışın toplumda etkinliğini sürdürdüğünü gösteriyor: "Yeni kuşaklara aktarılan ve yeniden üretilen cinsiyetçi anlayışla büyüyen ve sosyalleşen insanlar, kız ve erkek çocuklar arasında ayrım yapmayı, kadına şiddet uygulamayı, kadının düşük ücretle çalışmasını, kadını çalışma hayatının dışında tutmayı, kadının çalışma hayatına girmesinin onun statüsünde hiçbir değişikliğe yol açmayacağını ve ailede söz hakkını da artırmayacağını düşünmekte hiçbir mahsur görmemektedirler."
Can’ın da vurguladığı gibi, toplumdaki şiddet sarmalının ortadan kaldırılabilmesi için her şeyden önce bu ataerkil toplumsal cinsiyetçi zihniyetin etkisinin azaltılması gerekiyor.
Kadına şiddetin esas kaynağı toplumsal cinsiyet eşitsizliği iken, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramını reddeden ve bu yönde politikalar güden bir iktidarın derdi, ataerkil düzenin devamını sağlamak ve cinsiyetler arası güç dengesizliğini korumak.
O yüzden artık "Ülkemizde kadına şiddet neden artıyor, neden ortadan kaldırılamıyor" diye sormayı bırakalım. Zira, sorunun cevabı gün gibi ortada: Kadın politikalarında gerici zihniyete teslimiyet.