ayşe düzkan
kaldık baş başa
daha önce de yazdım, üzülmek ya da sevinmek politik faaliyet hatta tutum değil.
ahmet altan’a hakkını helal etmeme ihtimali olan insanların başında gelen ahmet şık, altan ilk tutuklandığı sırada bile, beklendiği gibi, "beter olsun" tarzında bir açıklama yapmamıştı, bugün bu türden şeyler söylemek biraz onun ve benzer şeyler yaşamış olanların hakkına girmek oluyor.
o yüzden, nazlı ılıcak ve ahmet altan’ın tahliye edilmeleri konusunu, üzüntüyü sevinci bir kenara bırakarak düşünmekte yarar var.
adları bu dava vesilesiyle birlikte anılsa da ılıcak ve ahmet altan ve aslında mehmet altan aynı kulvarın insanı değil. ahmet altan’ın kurucuları arasında bulunduğu taraf yayın hayatına başladığında mehmet altan star gazetesinde yazıyordu, ondan önce sabah’taydı.
ahmet altan farklı. topluluklardan değil de bireylerden söz ediyorsak, siyasi tutumları açıklamak için psikolojinin kavramlarından yararlanmak mümkün. ahmet altan egosu yüksek bir adam, genelde olumsuz görülen bu özelliğin olumlu sonuçlar verdiği zamanlar vardır. nitekim yine öyle oldu; cezaevinde dikliğini bozmadı, aman dilemedi, çıktığında da "yıllarım kaybolmadı, yıllarımın kaybolmasına izin vermedim, kitaplar yazdım" diyor ve devam ediyor: "tahliye kararını duyduğumda biraz üzüntü hissettim. çünkü öbür çocuklar tahliye olmadılar. onlar için çok üzüldüm. içerde binlerce masum adam var."
ay evet, "adam" demiş, cesur ve öğrenmeye niyeti olmayanlardan ahmet altan. sadece dilden hatta siyasetten de söz etmiyorum. insan mesela, ntv’den telefon edilerek yazıcıoğlu’nun helikopterinin düşürülebileceğine nasıl inanır? diyelim ki böyle bir şeye tevessül edenler olacağıyla ilgili bir kurgu var, böyle işlerde ankesörlü telefonların kullanıldığını nasıl olur da bilmez. bu işe niyet eden ntv’de bulunuyorsa bile, yerinden kalkıp sokağa çıkar değil mi?
işte bu "yerinden kalkma" meselesinin üstünde durmaya değer. servis edilen haberlerle gazetecilik yapmak da benzer bir eğilim mesela. gazete ya da yazıyla toplumsal dönüşüm sağlayabileceğine inanmak. öyle, kitlelerle temas etmeden, bazı ilişkilerle büyük siyasi etki yapabileceğine, böyle bir gücü olabileceğine inanmak, inanabilmek de insanı olmayacak yerlere itebiliyor.
nazlı ılıcak ise hep sağcı ve burjuva oldu; burjuva terimini servet ve lüks için kullanmıyorum. bir sanatçı, popüler bir müzisyen de servet sahibi olup lüks içinde yaşayabilir. nazlı ılıcak hep patronlarla iç içe oldu, eşleri patrondu. adnan menderes hükümetinin bakanlarından olan, bürokrat kökenli babası dışında hayatındaki hemen herkesin burjuva olduğunu söylemek abartı olmaz. kimse doğduğu aileyi, ortamı seçmiyor, o yüzden yargılayarak değil bir fikir vermesi için yazıyorum. sağcılığı, burjuvalığıyla el ele ama onun önündedir, bana sorarsanız. anti-komünisttir, 12 eylül zamanı işkenceyi haklı gösterecek şeyler yazmıştır, kürt karşıtı olduğunu söylemeye gerek yok.
mehmet altan, ahmet altan ve nazlı ılıcak’ın aynı davada yargılanmak dışında bir ortak noktaları varsa eğer, o da laik hayatlar sürmeleri. nitekim, nazlı ılıcak’ın, yıllar yıllar önce, fazilet partisi’ne katıldığı sırada, recai kutan’ın onuruna evinde verdiği yemekte –üstelik de- şarap servis edilmesi üzerine kopan kıyamette, "evimde içki ikram ediliyor. ben de zaman zaman içerim. ben değişmem, fazilet partisi tabanı değişsin" demesi uzun zaman konuşulmuştu. fazilet partisi tabanı değişmedi, akp tabanı değişmedi, daha önemlisi yöneticileri de değişmedi. o kadar tahlil, tecrübe, bilgi, yazı, hatta mehmet altan’ın, üstelik de beşeri bir daldaki profesörlüğü, hadi bunu tahmin etmeyi değil, görmeyi… sağlıyor tabii ama insan kendi etkisini ve manipülasyon gücünü bazen abartabilir değil mi?
içeride çok masum var, çok suçsuz var. sadece solcuları kastetmiyorum. dindar bir ailede büyüyüp cemaatin bursuyla okuyup öğretmen çıkmış, bizzat devlet görevlilerinin tavsiyesiyle bir sendikaya üye olmuş, din sohbetlerine katılıp, farkında bile olmadıkları bir güce güç katanlar var mesela. cezaevindeler. bülent arınç geçenlerde onları ve dışarıdakileri hatırlattı. tabii onun vicdanı da sınırlı sızlıyor.
ama işte nazlı ılıcak ve ahmet altan’ın salıverilmeleri, onları biraz daha unutturacak. tıpkı bir gün gerçekleşirse selahattin demirtaş’ın salıverilmesinin pek çok kişinin içini rahatlatmaya yetecek olması gibi…
ama şu daha önemli bence. hiçbir mahkeme kararının mahkemenin takdiri olmadığını bildiğimize göre bu salıverilme, bir barışmadan başka ne anlama gelebilir?
her şeye anlam yüklemek doğru değil ama zaman gazetesinin twitter hesabında 3 kasım kuruluş yıldönümünde, daha öncekilerden farklı olarak "döneceğiz" ibaresi yer alıyor.
eh, kemal kılıçdaroğlu da afrin ve idlib’e çok güzel hizmetler götürüldüğü konusunda bilgi almış, hatta fotoğrafları görmüş.
hem bakalım abdullah çatlı’nın itibarının iade edilmesi için kızının yaptığı çağrıya kimler olumlu cevap verecek.
biliyorum, hiçbir şey bu kadar keskin çizgilerle ayrılmıyor, her şey biraz muğlak, biraz bulanık. ama akp’nin gücünü toplamak için daralttığı hedefte kimin, kimlerin durduğu ortada. izleyeceğiz ve göreceğiz. keşke izlemeden, başımıza gelmeden görebilsek.