İnci Hekimoğlu

İnci Hekimoğlu

Kamuya açık işkence, kameralar önünde infazların ülkesindeyiz artık

Artık rahatça haram paralarıyla Hac’ca gidip affettirmeye çalıştıkları günahları arasında, bu zulme destek vermek, ortak olmak ya da emir vermek de var mıdır?

Veli Saçılık’ın tüm bedeni plastik mermilerle adeta delik deşik edildi. Kare kare gözümüzün önünde yaşanan vahşetin çıplak kanıtı değildi yalnızca, Saçılık’ın gövdesindeki izler.

Aynı talebi haykırmak üzere tek başına ses yükselten Acun Karadağ’ı hastanelik edene kadar suratına gaz sıkılması da değildi yüreğimizi yakan.

Hiçbir şiddet içermeyen, hiçbir tahrik unsuru bulunmayan bir hak arama yönteminin, halen geçerliliği muğlak olsa da sınırlı hak ve özgürlük tanıyan yasalara göre bile engellenemeyecek bir ses duyurma çabasının sonucu buydu.

Sadece bu kadar… Ses duyurmak!

Bu korkunçluğu, bu korkunçluğa uygun derinlikte hissedemeyecek kadar alışmış oluşumuz, yadırgamayacak kadar ‘kurbağalaştırıldığımızı' farketmek asıl vahim olanı.

Saçılık’ın etrafını saran polislerin, hiçbir savunma aracı olmayan, hatta kendini korumak için iki kolu bile olmayan bir tek kişiye, plastik mermilerle, gaz bombalarıyla, tekme tokatla saldırışlarındaki korkunçluk…

O polislerin yüzlerinden yansıyan, sanki bir savaşta ve sanki eşit koşullarda bir düşmana karşı ölüm-kalım savaşı veriyormuşçasına denetleyemedikleri bir öldürme duygusuydu.

Apaçık akıyordu yüzlerinden…

Veli Saçılık’ın gövdesindeki o derin izlerden daha korkunçtu.

 

İnsan ister istemez şu soruyla boğuluyor.

Kamuoyunun önünde bir tek kişi, onlarca polis tarafından adeta taammüden öldürülmeye çalışılırken, biz ne yapıyoruz?

 Siz ne yapıyorsunuz?

İktidara geldiklerinden beri yandaşlarıyla birlikte dillerine pelesenk ettikleri vicdan, merhamet kavramlarının içini boşaltıp, takiyeye araç yaptılar.

Adalet, hukuk, insan hak ve özgürlüklerinin yerine bu kavramları dolaşıma sokup, bilinçli bir takiye literatürü oluşturdular.

Çürüttükleri bu kavramlarla sorsam bir yanıt veren çıkar mı?

Yalnız Veli Saçılık için sormuyorum elbette bu soruyu?

Kamuya açık işkence, kameralar önünde infazların ülkesindeyiz artık.

Ankara’nın göbeğinde, başkentte, milyonların izlediği bir açık alanda çekinmeden tanık edildiğimiz bu vahşetin kaç mislinin Nusaybin’de, Cizre’de, Sur’da yaşandığını düşünen çıkar mı bu yandaş İslamcı cenahtan?

"Su" diye inlerken Cizre, Sur, Nusaybin bodrumlarında kaybedilen yaralıların, gençlerin, çocukların, kadınların nasıl öldürülmüş olabilecekleri sorusu hiç akıllarına geliyor mudur?

Artık rahatça haram paralarıyla Hac’ca gidip affettirmeye çalıştıkları günahları arasında, bu zulme destek vermek, ortak olmak ya da emir vermek de var mıdır?

Ya bizim bir kısım laiklerimiz, solcularımız?

"Çocuk ve kadın da olsa gereğinin yapılması"nın günah olmayacağını düşünen İslamcılardan farkları nedir?

Kemal Baba (Gün) oğlunun kemikleri için tek başına açlık grevi yaparken, bizim solcuların gündeminde ilk sırayı Nuriye ve Semih aldı.

Bir örnek…

Bu ülkeye hakim olan, genlerimize işlemiş, bilinç üstü ya da bilinçaltımızı kirletmiş, derinlere işlemiş bir ast-üst kimlik algısı, bizim gerçek düşmanımız.

Bu ast-üst kimlik algısı, Türklerin Kürtlerden, dindarların laiklerden, erkeklerin kadınlardan … diye uzayan farklı alanlardaki bir dizi hiyerarşik ilişkinin temeline beton üstüne beton atıyor. 

Sonuçlarını biz şöyle okuyoruz:

"Kadın cinayetleri yüzde 1400 arttı", "çocuğa karşı işlenen suçlar yüzde 200 arttı", "oruç tutmayan baba oğula bir grup saldırdı", "teröristler sığındıkları mağarada ölü ele geçirildi".

Bugün Ankara’da ya da İstanbul’da yaşanan zulmün, hak ihlallerinin tamamının kökenin Kürtlerle barışamamak ve Kürtlüğü bir alt kimlik olarak görmenin bedeli olduğunu söyleyerek devam edebilirim ama…

Yeni bir şey söylemiş olmam.
 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
İnci Hekimoğlu Arşivi