Ayla Türksoy
Kapalı devre çalışma ve fabrika mahalleri olarak dizayn edilen 'yaşam'
Yazının ilk bölümünde Umut-Sen Koordinasyonu’ndan Betül Celep, son dönemde öne çıkan emek direnişlerinin genel haritasını yorumlamış ve sendikaların bu hareketleri örgütlemede işçilerin çok gerisinde kaldığını söylemişti. İktidarın pandemi döneminde dahi işçi, esnaf, emekli gibi en kırılgan gruplar yerine sermayenin ekonomik kayıplarını öncelemesi, dövize endeksli otoyol, şehir hastaneleri vb. projelerin genel bütçede yarattığı büyük kayıplara rağmen iptal edilmemesi, sansüre rağmen biliniyordu. Bugün adı henüz konulamayan ve çoban ateşinden kartopuna, yeni bir dalgadan yeşeren filizlere dek umutlu isimler yakıştırılan emek direnişlerinin; adı konmuş ve şiddetle bastırılmış, halen garezi sürdüğü gözlemlenen Gezi direnişleri ile karşılaştırılması için erken tabii ki…
İlk bölümde Betül Celep’in işçi düşmanlığı tespiti de önemliydi. "Yurtiçi Kargo patronlarının direniş etrafındaki her bir işyeri ile konuşması, işçilerin tuvaletlerini kullanmasına izin vermemeleri isteğinin açıkça bir işçi düşmanlığı olduğu"nu söyledi. İşçinin mekanla olan ilişkisinin patron tarafından "despotik" şekilde nasıl düzenlendiğini pandeminin ilk döneminde Dardanel ve Vestel örneklerinden de hatırlıyoruz. Zehra Özocal, Evrensel için "Salgın prangaları neden işçilerin ayağına zincirli?" başlığıyla haberleştirdiği yazısında ‘Kapalı Devre Çalışma Sistemi’ni aktarıyordu: "Manisa’daki Vestel Fabrikası’nda virüse karşı gerekli tedbirlerin alınmaması, 14 günlük karantina tedbiri altında "Kapalı Devre Çalışma"ya geçen Dardanel Fabrikası, salgının başında bir proje olarak sunulan Mess-Safe uygulaması ve "İzole Üretim Üsleri" gibi örnekler, çalışma rejimini işçi ve emekçi kesimler içinde sınıfsal bir denklemle görmeyi mecbur kılıyor."
TALEPLER NEDEN DAHA GÖRÜNÜR OLDU?
Sınıfsal denklemin biraz daha açılması ve buna karşı örgütlenmenin nesnel ve öznel imkan ve sorunlarını İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) Gönüllüsü, Akademisyen Aslı Odman ile konuştuk. Yeni direnişlerin yeni çalışma mahallerinden çıktığını söyleyerek başlıyor Odman:
"Kapitalizm hangi yeni 'çekici' alan yaratır ve büyürse, orasında direnişleri de programlıyor esasında. En büyük artı değerin üretildiği imalat sanayinin baş mahalleri olan fabrikalar, 'fabrika rejimi' dediğimiz kontrol sistemlerini tevarüs eden yeni çalışma mahallerine evrildi. Fabrika gibi lojistik depoları, fabrika gibi çağrı merkezleri, fabrika gibi üniversiteler ve fabrikadaki gibi tam kontrol altında sokaklarla depoları birbirine bağlayarak çalıştırılan kargocular... 2007-2008 gemi inşa, sonrasında set işçileri, inşaat işçileri, çağrı merkezi işçileri, sağlık işçileri, hatta şimdi vakıf üniversitesi çalışanları bunların hepsi istihdam sayılarını hızla artmış alanlar, her biri örgütlenme ve parçalı direnişlere sahne oldu. Platform ekonomisi denilen internet platformlarında yaratılan yeni piyasanın yeni proleterleri de karşılarında bu astronomik hızla büyüyen bu şirketleri buluyorlar. Hem de yüzde elliyi de aşan oranlarda 'iş ortağı' kisvesi altında, yani esnaf kurye olarak. Bu tabi ki talepleri yönlendirebilecek bir marka ismi, bir görünürlük sağlıyor. Bu şirketlerin ettiği kârlar, kaç milyon dolara hangi daha da büyük küresel şirketlere satıldıklarına dair bilgiler herkes için erişilebilir. Taleplerin buralarda yükselmesi ve görünür olabilmesinin en önemli nedenlerinden biri bu."
ESNAF-KURYE MODELİNDE YENİ DAVALAR GELEBİLİR
Ekonomik krizin para değeri kaybının kimlerin sırtına, nasıl yüklendiği konusunda da Odman önemli tespitler yapıyor. Yeni ücret üzerinden alevlenen direnişlerin kısa vadeli bir tepki gibi görülse de taşıdığı geçmişin yükünü ve mücadele potansiyelini ise şöyle yorumluyor: "Bir diğer hızlandırıcı etmen, ekonomik kriz dönemi. Bu, sermayedar ile işçi, rantiye ile ücretli çalışan arasındaki gelir dağılımı uçurumunu fahiş seviyeye çıkması demek. Kapitalizmin tüm para değeri kaybı, kriz gibi riskleri de, trafikteki can ve sağlık riski gibi çalışan kargocuların sırtında. Bu hileli kendi hesabına çalışma durumu belli ki işçilerin ciddi bir kısmı tarafından kriz döneminde sorgulanmaya başlamış. Son faktör de, bu şirket markalarının tüketici nezdinde çok bilinir olması ve kentli orta sınıfların hayatına doğrudan dokunması. Şu anda aslen zam oranının enflasyon altında kalması, yani ücret üzerinden alevlenen kısa vadeli bir tepki gibi gözükse de, hileli çalıştırma, işçi sağlığı, işçilerin 'mobbing' diye tanımladığı ceberrut 'algoritmalarla kontrol edilen' emek rejimine karşı ve uzun erimli bir örgütlenme şeklini alıp almaması, bu ilk alevlenme döneminde nelerin yapılıp nelerin yapılamadığına da bağlı olacaktır diye düşünüyorum. Bu aşamada kendi hesabına çalışıyor gösterilen işçilerin sendikalaşması için çok uzun sürecek bu çalışma türünün hileli olduğunu, ortada esasında bir işçi-işveren ilişkisi olduğunu kanıtlayan davalar lazım. İlk aşamada Yemeksepeti’nde hala ciddi bir oranda olduğu gibi kadrolular doğrudan sendikalaşabiliyor. Ama sendikalaşmanın her zaman örgütlenmeye denk düşmediğini de biliyoruz. Mücadelenin ücret, zam eksenli kısa vadeli ve pragmatik bir kıvılcım olarak kalıp kalmaması, örgütlenmenin bu işçi tabanı ile gireceği sadece pragmatik ve görünürlük üzerinden olmayan ilişki kurup kuramayacağına da bağlı kanımca."
SOSYAL MEDYA DİNAMİKLERİ, TAKTİK STRATEJİLERİ
Verilen örneklere ve örgütlülük açısından kendi karnelerimize de bakarak sosyal medyanın direnişler konusundaki rolü üzerinde biraz daha düşünmeye ihtiyaç var gibi. Odman, sosyal medyanın kendi algoritması ve sınıfsallığı olan bir alan olarak; esasen ne kamusal ne de örgütlenme alanı olduğunun altını çiziyor ve şöyle devam ediyor:
"Aynı dönemde inşaat işçilerinin, hem de Türkiye'de çok nadir olan sendikal rekabeti sendikal ittifaka dönüştürmüş Dev-Yapı-İş ve İnşaat-İş'in eylemleri çok görünür olmadı mesela. Bu daha az kıymetli olmasından değil, sosyal medyanın kendi dinamiklerinden kaynaklanıyor olmalı. Sosyal medyada taktik, strateji, bir iletişim dili ile girilmeli. Sınıfsal örgütlenmeye soyunanların, sosyal medyayı iç tartışmayı sıkıştırma ve orta sınıf kamuoyunun ilgi rekabetine girme alanı olarak kullanma eğilimlerinin, uzun vadede dayanışma ve işçilerin sınıfsal örgütlenmesine olan güveni azaltacak, sulandıracak bir etkisi de olabileceğinden endişeleniyorum. Her alanda olduğu gibi tek başına hiç bir araç veya mecra olumlu veya olumsuz değil. Nasıl bir taktik strateji içine yerleştirildiği önemli. "
İçinde bulunduğumuz dönemin, Gezi ortak keseninde buluşan geniş kitlenin neredeyse sekiz senedir baskılanıp, üst üste hayal kırıklığı yaşadığı bir dönem olduğunu da hatırlatıyor ve abartma eğilimine karşı uyarıda bulunuyor Aslı Odman. "Tabandan gelen işçi eylemi gibi bu üstelik de üst üste gelen işçi eylemleri birden çıkan gök kuşağı, patlayan volkan gibi görkemli, umut verici ve öğretici. Ve velhasıl bu alevli dönemi ve sosyal medya destek ve görünürlüğünü uzun vadeli sınıfsal örgütlenme için bir aşama olarak görmeli. Büyük ihtimalle politik krizler zemininde geçireceğimiz bu senenin bu umutlu başlangıcını içerden, içe dönük örgütlenmenin tabanını oluşturmak için kullanmak en mantıklısı gözüküyor. Çoban ateşi gibi pıtrak veren bu eylemlerde sol, sınıf örgütlenmesine soyunan tüm gruplar, işçilerin farklı işkolları, alanlar, statüler ve kültürlere bölünmüşlüğü gibi bir realite olan solun bölünmüşlüğünü de görmezden gelme veya küçümseme lüksü olmadığını düşünüyorum. İşçilerin tüm kapitalizmin nesnel ve sonrasında öznel olarak yeniden üretilen farklıkları nasıl örgütlenme alanının verili kabul ettiğimiz gerçekliği ise, diğeri de öyle."
TEKEL İŞÇİ DİRENİŞİ: DAYANIŞMA, KAYGI VE ÖZYETERLİLİK
Tespitlerin emek kesimi için olduğu kadar toplumun ezilen geniş katmanları tarafından da önemli ve ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum. Son olarak direniş yakasında, kaygı ve özyeterlilik düzeylerinin nasıl bir güç olduğu üzerine 2010 yılında yapılan bir araştırmanın sonuçlarıyla* yazımı bitirmek istiyorum.
Başka bir Şubat günü (4 Şubat 2010) Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ve 4/C olarak anılan uygulama; Ankara’da unutulmayacak bir direnişe sahne olmuştu. İşçilerin toplu iş sözleşmesi ve grev hakkından yoksun bırakıldığı, ücret ve tazminatlarının düşürüldüğü, aynı zamanda çalışma güvencelerinin olmadığı bu yeni statüye TEKEL işçileri protestolar ve üç aya yakın direnişle karşılık verdi. "Eylemdeki TEKEL İşçilerinin Ruhsal Durumları" üzerine Ankara Tabip Odası ve Türkiye Psikiyatri Derneği ortaklığı ile yapılan bir çalışmada, direnişe katılan 542 TEKEL işçisinin kaygı ve özyeterliliği araştırıldı. Türkçe’de kaygı ya da endişe olarak tarif edilen anksiyete ile öz yeterlilik inancı gibi iki ruhsal durumun kapsamlı olarak araştırıldığı bu çalışmanın bulguları bir basın açıklaması ile kamuoyunda paylaşıldı. 74 gün boyunca kendilerinin yaptığı çadırlarda zor ve hijyenik olmayan şartlarda direnen işçilerin ruhsal durumları ile ilgili yapılan araştırmanın bulguları bir makale olarak yayımlandı. Açık uçlu sorulara verilen yanıtlarda çoğunlukla çocuklar ve aileler için yaşanan endişe, dayanışma, direniş, değişim, kararlılık ve birlikte hareket etmenin verdiği güç temalı cümlelere rastlandığının altı çizildiği dikkati çekiyordu. Araştırmada eyleme katılan işçilerde daha önce benzeri iş kollarında benzeri şekilde işten çıkarılmış işçilerde görülenin aksine dayanışma duygusunun güçlü, anksiyete düzeylerinin düşük, kişinin çevresinde olup bitenler üzerinde etkili olabilecek biçimde bir edimi başlatıp sonuç alıncaya kadar sürdürebileceğine olan inancı olarak tanımlanabilecek öz-yeterlilik düzeyinin ise yüksek olduğu saptanmıştı. Bu sonuçlara dayanarak, süreç içinde giderek artan ulusal ve uluslar arası desteğin kaygı düzeylerinin azalmasında, öz-yeterlik inancının artışında etkili olduğu, bu olumlu ruh halinin örgütlü olma ve ortak sınıf paydasında bir dayanışma kültürüyle ilişkili olduğu bir kez daha vurgulanıyordu.
*Özgür İlhan İ., Yıldırım F., Dertli N., Tarihçi S., Kaya B. Eylemdeki Tekel işçilerinin kaygı ve özyeterlilik düzeyi. Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 36, 23-27 (2010)