Ragıp Duran
Kapanmaz Yarası Savaşın
Selanik’te yaşayan biri olarak kendimi şanslı sayıyorum. Çünkü en iyi arkadaşım Yorgo (Giannopoulos). Sağolsun Yiğit (Bener) tanıştırmıştı, onun Brüksel’den arkadaşıymış. Yorgo sayesinde kent ve Yunanistan’ın yakın geçmişi hakkında her gün çok şey öğreniyorum. Yorgo gerçek bir aydın. Hem 3 aylık Kültür-Felsefe-Sanat dergisi Eneken’i (Çünkü) ve yılda 4-5 kitap yayımlıyor hem de Eneken Kültür Merkezini yönetiyor. Bence en büyük özelliği evrensel/enternasyonalist perspektif ile yerel gerçeklerin çok iyi sentezini yapıyor. Gazetecilik de yapmış zamanında. Marksist tahlil ile psikanalitik yaklaşımı da uyumlu bir şekilde değerlendirir.
Geçen haftayı onun doğum kenti Grevana ve çevresinde geçirdik. Gravena, Selanik’ten Yanya yolu üzerinde 165 km uzaklıkta 8 bin nüfuslu bir ilçe.
Arkadaşları Yorgo’ya, Milan Kundera adını takmış. Özellikle seyahatlerde edebiyattan felsefeye derin konuları çok güzel anlatır. Onun arabası da Seyyar bir Felsefe Okulu gibidir. Bu sefer üzerinde çalıştığı Martin Heidegger derslerine yazıldım.
Felsefeyi Nazizme, Nazizmi Felsefeye sokan Alman filozofu. 1945’e kadar Nazi Parti’sinin yarı resmi ideoloğu ve savaş bitene kadar aksatmadan Parti üyeliğini sürdürmüş büyük bir sahtekâr. Anti-semit, idealist ve ince kelime oyunları, mantık atraksiyonlarıyla öğrencilerinden mesela Herbert Marcuse ile Hannah Arendt’i bile etkilemiş. Özellikle Fransız filozofları da oldukça geç uyanmış. Ayrı ve derin bir konu…
Yorgo, orta sona kadar Gravena’da aile evinde büyümüş. Dolayısıyla bugün sokağa çıkınca beş kişiden en az üçü ile selamlaşıp ayaküstü sohbet ediyor: İlkokuldan sınıf arkadaşım… Bizim komşumuz…Annemin öğrencisi idi…Uzaktan yeğenim olur…Parti’den arkadaşım…
Kasaba hatta bölge ve tarihi konusunda kitaplarda yazmayan bilgi ve fikirler geliyor gündeme. Mimar, mühendis, doktor, maliye memuru ya da esnaftı arkadaşları. Bazıları İngilizce konuşuyordu. Gerektiği zaman da Yorgo özet tercüme geçiyordu bana.
Bir akşam, gece saat on, onbuçuk, telefon geldi, Yorgo gülümseyerek "Syriza İlçe Teşkilatı Siyasi Büro toplantısına gidiyorum, istersen sen de gel…" dedi. Gitmez miyim? Nehir kenarında kocaman bir ev. Bizim yaşlarda 5-6 kişi, ateşin ve mangalın etrafında toplanmışlar, domuz sosisi yiyip bira içiyorlar, hoparlörden bangır bangır Joan Baez, Jimmy Hendrix filan çalıyor. Tabi ki, Yunanca konuşuyorlar ama dörtte birini anlıyorum: Kruşçev, Brejnev, oportünizm, Lenin, Troçki, Karamanlis, Çipras… vs…
Istanbul’dan geldiğimi öğrenince bana iki soru sordular:
- HDP kendi içindeki solcu grupları nasıl yönetiyor?
- Evrensel gazetesinin son durumu nedir?
Benim Yunanistan hakkında bilmediğim konular.
Ev sahibi şişman, şeker biri. Saçları tepeden dökülmüş ama arkadan at kuyruğu. Terasta oturuyoruz. Bir ara evin içine davet etti, ressammış aynı zamanda, duvarlarda Paul Klee tarzı resimler. Bizi yolcu ederken de duvar kenarındaki silah artıklarını gösterdi: Nazi askeri miğferi, İngiliz mitralyöz parçası, İtalyan asker kasaturası. Paslı tozlu bakımsız ama çok derin bir tarih var bu silahlarda. Kolay değil, İtalya ve Alman işgalinin ardından İç Savaş’ta (1946-49) Demokratik Halk Ordusu ile İngilizler ve hükümet birlikleri çatışmış. Hem de 70 yıl önce. Belki terastakiler değil ama hepsinin babası savaş yaşamış insanlar.
Ertesi gün arabayla dağlık bir bölgeye gittik. Milia (Elmalı) Valak (Ulah) köyüne. Pontos (Karadeniz) ya da Kafkas manzaralı bir vadi.
Sürpriz: Demokratik Halk Ordusunun (ELAS) marşıyla karşılandık. Ulahlar küçük bir azınlık. Dağılmışlar Balkan ülkelerine. Dil ve kültürlerini muhafaza etmeye çalışıyorlar. Bizim gittiğimiz köydeki Ulahların en belirgin özelliği kızıl saçlı, kızıl tenli olmaları.
Oturma odası sade. Duvarda bir Che Guevara portresi var bir de TV ekranı. Masada solcu dergi ve kitaplar.
Bir şeyler konuştular kendi aralarında. Sonra bana sordular: "Dışarıda oturmak ister misin?" Olur, dedim. Terasa çıktık. Derin ve şahane bir dil cintoşluğu: Teras’a ne diyorlar kendi dillerinde? Hayat!
Ama sonra sohbet kanlı sürdü.
- Demokratik Halk Ordusu gerillası amcamın kellesini kesip Belediye binası önünde sergilemişler günlerce
- Babama konuşma yazma yasağı getirmişler…
Konuştukça yeni ortak kelimeler duyuyorum: Soba, bori (Boru), çoban, cam, çuval… Osmanlı 1912’de çekilmiş buradan birçok kelime kalmış.
Buraları, Alman İşgali bittikten sonra bir süre kurtarılmış bölge olarak yaşamış. Dağa çıkıp gerilla direnişini örgütleyen Komünist Parti, zaferden sonra idareyi ele geçirmiş.
Mihri Belli de bu savaşa rütbeli asker olarak katılmıştı.
Biraz geri gidiyoruz şimdi. Tarihten bir yaprak:
- 1916 yılında bizim aileden biri Odessa’daymış. Bolşevik. Dönmüş köyüne. Ve elektriği getirmiş. Daha doğrusu tekniğini biliyor, nehrin alt kısmında küçük bir hydro- elektrik barajı kurmuş. Köylülerin çoğunluğu çok memnun. Artık geceleri de gündüz gibi oluyor etraf. Eskiden kol gücüyle çalışan aletler artık elektrikle daha hızlı daha kolay çalışıyor. Ama kilise ve toprak ağaları bu gelişmeye muhalefet ediyor. Çünkü elektriği getiren adam, komünist. O sırada Devrim de olmuş Rusya’da. Bizim yeğen köylülere komünizmi anlatıyor.
Yunanistan Komünist Partisi bir yandan kendi iç çelişkileri, bir yandan da Stalin ile Churchill’in uzlaşmaları nedeniyle bölünmüş ve geri çekilmek zorunda kalmış. Sonra da Komünist ve solcu kırımı başlamış. Kurtulabilen dağılmış dünyanın dört bir yanına. Hezimet aslında.
Bir yandan yerel şaraplarımızı içiyoruz bir yandan köyün tarihini dinliyoruz. Konu arada sırada "Sultan"a, "Seray"a, "Osmanlı"ya geliyor. Türklere yönelik herhangi olumsuz önyargı yok. "5 km. ötedeki köy olduğu gibi Müslümandı. Hiçbir sorunumuz olmamış onlarla." Gerçi olumlu bir yargı da pek telaffuz edilmedi.
Yunanistan, komünist sözcüğünün toplumun çok geniş kesiminde son derece olumlu çağrışımlar yaptığı nadir bir ülke. En gerici kurum olan Kilise bile komünistler aleyhinde açıkça konuşamıyor. Çünkü hem işgal döneminde hem de İç Savaş boyunca komünistler olağanüstü fedakâr ve başarılı bir mücadele yürütmüş.
Bir sorun da şu: Aynı köyün, aynı kasabanın İç Savaşta karşılıklı cephelerde savaşmış insanları, savaş bittikten sonra da mecburen ama çok gergin bir ilişki sürdürmek durumunda. "Sizin komşunun dedesi mesela, babanızı öldürmüş ve her sabah onun oğluyla karşılaşıyorsunuz. İç Savaş içten içe sürüyor hâlâ."
Yorgo’ya göre İç Savaşın travması henüz tam olarak atlatılamadığı gibi Yunanistan kendi yakın tarihi ile de daha tam olarak yüzleşememiş.
Gerçi Yorgo Türkiye’yi de az çok bilir ama…