Ahmet Tulgar & İshak Karakaş
‘Karar tümüyle siyasidir’
Prof. Dr. İbrahim Özden Kaboğlu, Türkiye’nin en önemli Anayasa hukukçularından. Geçtiğimiz hafta Salı günü Resmi Gazete’de yayımlanan Kanun Hükmüde Kararname ile Marmara Üniversitesi’ndeki görevinden uzaklaştırılan 350 akademisyenden biri… Sayın Kaboğlu’na önümüzdeki günlerde de çok tartışılacak ve demokrasinin önemli kırılma noktalarından biri olan akademisyenlerin üniversitedeki görevlerinden el çektirilmesinin, OHAL koşullarında bir yönetim biçimi haline getirilen Kanun Hükmünde Kararname’lerin ve referandum sürecinde yaşanan iktidar uygulamalarının anayasa ve evrensel hukuk penceresinden nasıl değerlendirilebileceğini sorduk…
İshak Karakaş & Ahmet Tulgar
İshak Karakaş: Sayın Kaboğlu söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Son KHK ile 350 akademisyen, 2 bin 585 öğretmen ve çok sayıda devlet memuru görevinden ihraç edildi. Siz Türkiye’nin önemli anayasa profesörlerindensiniz ve son KHK ile sizin de üniversitedeki görevinize son verildi. Size resmi bir bildirimde bulunuldu mu? Bulunulduysa gerekçesinde ne yazıyor?
İbrahim Özden Kaboğlu: Hayır, hiçbir bildirimde bulunulmadı. Sadece 7 Şubat 2017 Salı günü yayımlanan 29972 sayılı (Mükerrer) Resmi Gazete’ye ek listede adımın geçiyor olması. Hiçbir gerekçe yok. Üstelik, 686 sayılı KHK; "Olağanüstü hal kapsamında bazı tedbirler alınması; Anayasa’nın 121. maddesi ile 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 4. maddesine göre, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’nca 2/1/2017 tarihinde kararlaştırılmıştır," cümlesi ile başlamakta ve tarih farkı, KHK’nin Anayasa’ya aykırı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü Anayasa md. 121’deki, "Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu" kaydı, toplantı ile KHK’nin eşzamanlılığı anlamındadır. Bakanlar Kurulu toplantı tarihi 2 Ocak 2017, Kararname’nin Resmi Gazete’de yayım tarihi ise 7 Şubat 2017’dir. Bu zaman farkı, açık bir şekilde Anayasa’ya aykırılık sorunu yarattığı gibi, kararname ve ek listelerin ayrı işlemler olarak hazırlanmasının sakıncalarını gözler önüne sermektedir. Şöyle ki, 6 maddelik KHK Bakanlar Kurulu tarafından imzalanmıştır. Ancak ek liste, "bürokratlar" tarafından hazırlanmış ve sonradan eklenmiştir Kararname’ye…
Ahmet Tulgar: KHK ile bugüne kadar üniversitelerden yüzlerce akademisyen görevden uzaklaştırıldı. Anayasaya göre KHK’lere dayanarak bu kadar çok sayıda akademisyenin görevden uzaklaştırılmasının evrensel hukuk ilkeleri açısından nasıl bir izahı var? Anayasada bunun karşılığı var mı? Sizce bu karar hukuki mi siyasi mi?
İbrahim Özden Kaboğlu: KHK yoluyla yapılan düzenlemeler, evrensel hukuk kuralları ile bağdaşmazlığı bir yana yürürlükteki Anayasa’ya da açıkça ve bir bütün olarak aykırıdır.
İlk soruda değindiğim üzere, yapım tarzı ve şekil bakımından açıkça Anayasa’ya aykırı olduğu gibi, OHAL ilanının neden ve amacına da aykırıdır; "Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketleri… şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması… " (md. 120). Bu neden, 15 Temmuz gecesi darbe girişimi sonucu ortaya çıkmış olup alınması gereken önlemler, bozulan anayasal ve kamusal düzeni sağlama amacına yönelik olmalıdır.
KHK yoluyla düzenlemeler, hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin Anayasa md. 15’e de açıkça aykırıdır;
– "durumun gerektirdiği ölçü" kaydına,
– "uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülükler" kaydına,
– "insan haklarının sert çekirdeğine dokunma yasağına"
bütünüyle aykırı olduğu için, OHAL’in, "konu-yer ve zaman" bakımlarından kayıtlı olması nedeniyle "hukuk rejimi" olma ilkesine tamamen yabancıdır. Haliyle karar, tümüyle siyasidir.
İshak Karakaş: Görevden uzaklaştırılan akademisyenlerin önemi bir kısmı Barış İçin Akademisyenler bildirisine imza atan isimler… Akademisyenlerin kamuoyuna yönelik barış çağrısı yapmasını suç kategorisinde değerlendirmek mümkün mü? Akademik dünya özgür düşüncenin üretildiği ve topluma yayıldığı üniversal kuruluşlardır. Sosyal meselelerde akademisyenlerin kamuoyu önünde fikri düzeyde tartışma yaratacak bir girişimde bulunması akademik görev değil midir?
İbrahim Özden Kaboğlu: Öncelikle şu belirtilmeli; KHK/686’da, "Barış İçin Akademisyenler" diye bir kayıt yok, herhangi bir gerekçe de yok. Peki, ne var? OHAL ilanı ile bağlantılı genel kayıt var: "Terör örgütlerine… yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan… kişiler kamu görevinden başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır." (md. 1/1).
Bu tanım, 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü faili olarak FETÖ terör örgütü için yapılmış olup, görevden alınan öğretim üyeleri bu genel kategori içine konulmuş bulunuyor.
"Barış İçin Akademisyenler"e gelince… Bu hiçbir biçimde OHAL ile ilişkilendirilemez.
– Bir kez, BAK bildirisi, 10 Ocak 2016 tarihli; darbe girişimi ise, 15 Temmuz 2016 tarihli,
– Sonra bildiri, "şiddete son verilmesi ve barışın kurulması" ana çağrı eksenine dayandığı için ifade özgürlüğü kapsamına girer. FETÖ darbe girişimi tam tersine, anayasal düzeni silah yoluyla ortadan kaldırmayı amaçladığından, suçtur.
– Nihayet, Barış Bildirisi imzacıları ile FETÖ mensubu ve destekçileri arasında nitelik farkı vardır. İmzacılar, insan hakları ve barışı savunan "birey özgürlüğü" anlayışını savunan bilim insanlarıdır. Diğerleri ise, cemaat içerisinde yetişen ve biat kültürü ile yoğrulmuş, vur deyince öldüren bir kolektif itaat inancı kalıpları içinde yetişmiş bulunan ve kendilerini sürekli saklayan insanlar. Üstelik 10 yıl boyunca, ülkeyi hükümet ile birlikte yönetmişler…
Ahmet Tulgar: Böylesi kitlesel bir görevden uzaklaştırma, Türkiye’de hukuk algısını nasıl etkileyecek?
İbrahim Özden Kaboğlu: Hukuku sıfırlayan bir uygulama, haliyle, "hukuk algısı"nı da onarımı çok zor bir zedelemeye neden olur, oldu da.
İshak Karakaş: Görevden uzaklaştırılan akademisyenler, öğretmenler ve diğer devlet memurları ciddi bir mağduriyet içine düşüyorlar. Görevden uzaklaştırılan bu insanlar nasıl bir hukuki süreç izlememeliler? Soruyu daha da özelleştirirsek siz nasıl bir hukuki süreç başlatmayı düşünüyorsunuz?
İbrahim Özden Kaboğlu: Öncelikle, bu "toplu kıyım" durdurulmalı. Durdurulması gerektiğini AK Parti çevreleri de savunuyor. Bu bir "kıyım" dır; eğitimsel, fikri ve bilimsel bir kıyımdır. Zararı gelecek kuşaklara uzanan bir kıyım olup, inşa edilmek istenen anayasal düzene dair ip uçları da sağlamakta. Sonra başvuru olarak, işlemle ilgili makamlara hemen başvurmak gerekir; Üniversiteler, valilikler, YÖK gibi… Nihayet, yargısal başvurular… Kurulması öngörülen komisyonun, oluşum ve zamanlama olarak işlevsiz kalacağı aşikar. Yani bir oyalama taktiği var. Bu nedenle, idari, anayasal ve Avrupa yargı yollarını birlikte ve/ya ayrı ayrı kullanmakta yarar var.
Ahmet Tulgar: Akademisyenlerin görevden uzaklaştırılması Türkiye’nin sosyal barışını nasıl etkileyecek? Ciddi bir toplumsal tepki de oluşuyor…
İbrahim Özden Kaboğlu: Bilim, barış için yapılır ve ancak barış ortamında yapılabilir. Dolayısıyla bilim insanlarının barışı istemeleri, onların görevleri gereğidir. Eğer barış isteyenler kıyıma uğrar ise barış halinde yaşamak isteyen toplum kesimlerinin tepki vermesi anlaşılır hale gelir, hatta gereklidir.
İshak Karakaş: Bu derece kitlesel görevden uzaklaştırılmaların Avrupa ve dış dünyada hukuki ve siyasi yansımaları olacak mı?
İbrahim Özden Kaboğlu: Avrupa ve dış dünyada yansımaları kısaca, "Türkiye’ye yazık oluyor" sözleri ile özetlenebilecek bir kaygı şeklinde ifade edilebilir.
Haliyle, Avrupa ve dünyada, Türkiye’nin laiklik ve demokrasi yolundaki birikimin korunması ve daha ileriye götürülmesi gerektiği yönünde beklentiler var. Bu bakımdan uluslararası çevreler, Türkiye’nin içine sürüklenmiş olduğu derin bunalımdan çıkmaya yardımcı olmak için her türlü dayanışmaya açık olduklarını dile getirmektedir.
Ahmet Tulgar: Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli, OHAL kararnamesiyle 330 akademisyenin üniversitelerden uzaklaştırılması konusunda çok eleştiri olduğunu, listenin yeniden değerlendirilmek üzere YÖK’e gönderileceğini ve yanlışların düzeltileceğini söyledi. Bu konuda bir karara da varıldı. Yine hükümete yakınlığı ile bilinen Yusuf Kaplan, Cem Küçük gibi isimler bu kararın hükümet kararı olmadığını, referandum sürecinde hükümete karşı bir provokasyon olduğunu, listeyi hazırlayan kişilerin araştırılması gerektiğini belirten paylaşımlarda bulundular. Sizce bu kararın arkasında kimler var?
İbrahim Özden Kaboğlu: İlk soruya yanıt verirken vurguladığım üzere, KHK, Anayasa’da belirlenen şekil ve usul kuralları, "neden-konu ve amaç" öğeleri dışında kotarıldığı için, kararnamelere ekli listelerin hükümetçe hazırlanmadığı kolaylıkla öne sürülebilir…
İshak Karakaş: Gelişen toplumsal tepkilere ve hükümet içindeki tartışmalar bakıldığında akademisyenlerin yeniden göreve iade edileceğini düşünüyor musunuz?
İbrahim Özden Kaboğlu: Yeniden göreve iade edilmeli… Gecikmeksizin… Çünkü bu çok acil bir gereklilik…
İshak Karakaş: Önümüzde bir referandum süreci var. Siz Türkiye’nin çok önemli anayasa profesörlerindensiniz. Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan OHAL koşullarında da referanduma gidilebileceğini açıkladı. Muhalefeti üzerinde ciddi bir baskı olduğu, Türkiye’nin 3. büyük partisi HDP’nin eş genel başkanlarının ve 12 milletvekilinin cezaevinde tutulduğu, pek çok gazete, yayın organı ve STK’ların KHK’lerle kapatıldığı bir ortamda referandumun meşruiyeti tartışma konusu olmayacak mı? OHAL koşullarında yapılacak bir referandum anayasal olarak meşru mudur? Adil ve halkın iradesini yansıtan bir referandum olabilir mi bu?
İbrahim Özden Kaboğlu: 10 Aralık 2016 ile 21 Ocak 2017 zaman aralığı ve sonrasında ortaya çıkanlar ve yaşananlarla, referandum süreci yeni bir eşiğe taşınmış bulunuyor. Konuyu biraz açacak olursak; öncelikle şu üç sorunun yanıtı aranmalı:
1) Anayasa teklifi mi, kişi fermanı mı? 10 Aralık Cumartesi günü açıklanan Anayasa değişikliği teklif metni nasıl özetlenebilir?
– Hükümet ve Cumhurbaşkanından oluşan yürütme organının dağıtılması,
– TBMM’den yasama yetki tekelinin ve yürütmeyi denetim yetkisinin alınması,
– Kişi-parti güdümlü devlet yönetim projesinin öne çıkması.
Teklif metninin, iki parti adına iki milletvekili tarafından hazırlandığı öne sürüldüğü halde, kendileri görünmez oldu ve kimler tarafından kotarıldığı da gün ışığına çıkmaya başladı: Külliye danışmanları…
2) Tercih hakkı mı, terör mü? TBMM’de toplam görüşme ve oylamalar 12 güne sıkıştırıldı. Bunun için sadece Anayasa ihlal edilmedi, fiziki şiddet de kullanıldı. Buna karşın oylanan metnin Resmi Gazete’de yayımlanması için 21 gün beklendi. Anayasa değişiklik metninin geleceği üzerinde spekülasyonlar süre dursun, Hükümet ve Külliye, niyet ve yöntemini açığa çıkardı: Yıldırı/karalama ve hedef gösterme yoluyla halkoylaması ile "terör" arasında kurulan bağlantı…
Anayasa konusunda tarafsız tavır koyması gereken, hatta referandum sırasında –tıpkı seçimlerde olduğu gibi– istifa etmesi gereken zevat (Başbakan, Başbakan Yardımcısı, Adalet Bakanı vd.), taraf tutması bir yana, adeta kin ve nefret kusuyor. Hayır-terör özdeşleşmesi yaparak hedef gösteriyor.
Kamu hizmetlerini tarafsızlıkla yürütmekle yükümlü bilumum vali, rektör, kaymakam ve hatta imam "evet" komutu verme aymazlığını sergileyebiliyor.
Medya ise, "anayasa yalanları"nı pompalayarak, "anayasal bilgilenme hakkı"nı yok etmek için seferber edilmiş bulunuyor.
3) Halk oyu mu, imhası mı? Olağanüstü hal (OHAL) yönetiminde ‘anayasa değişikliği yapılmaz’ derken, doğası gereği güvenliğin öne çıktığı, buna karşılık özgürlüklerin kısıtlandığı dönemle bağlantı kuruluyordu. Bu kaygıyı OHAL uygulaması fazlasıyla doğrularken siyasal zevat, bunun çok ötesine geçerek bir tür imha harekâtına girişti. Özgürlük ve demokrasi adına, laiklik ve kazanımlar adına ortaya konan görüş ve eylemleri bastırmak için en ahlaksız ve belden aşağı saldırıları meşru saymaya başladı.
Görünen o ki, referandum takvimi işlemeye başladığı bugünden itibaren devlet ve parti aygıtı eklemlenerek tercihlerini "hayır" yönünde kullanmak isteyen çevreleri sindirme ve ezme harekâtına ivme kazandırılacak. Bunun imhaya vardırılabileceği işaretleri şimdiden verilmeye başlandı. "Hayır"ın bedeli bu kadar ağır olabilir mi? Bu nasıl açıklanabilir?
– Anayasa değişikliği gayrimeşru olduğu için mi?
– Evetçi’lerin kaybetme korkusu mu?
– Halkoylaması ile "anayasal düzen" ortadan kaldırılmak istendiği için mi?
Gelecek kuşaklara karşı sorumluluğumuz söz konusu… Değişikliğin neler getirdiği, neleri götürdüğü veya götüreceği üzerine "anayasal halkoyu"nun serbestçe oluşması bir yana, halkın kendisine yönelik bir imha politikasından bile söz edilebilir. Böyle bir ortamda yürütülecek bir halkoylaması kuşkusuz meşru olmayacak. Değişikliğin, TBMM’de tıpkı anayasaya aykırı bir biçimde kotarılması gibi…
Buna rağmen demokrasi için, hak ve özgürlükler için, Osmanlı-Cumhuriyet kazanımlarını daha ileriye götürmek için, "anayasal düzenin ilgasına dur" demek için, ‘yurtta barış, bölgede barış ve dünyada barış’ ereğinde ortak bir gelecek kurmak için oy vermek gerekir. Başka seçenek yok… Çünkü çok yönlü sorunlara sürüklenen ülkenin acil ihtiyacı, olağan anayasal düzen ve barış iken yapay gündem yaratarak bir Anayasa dayatması ile karşı karşıya bırakılması, dahası bu sürecin hukuk ve ahlak dışı yol ve araçlar ile yürütülmesi, kurulmak istenen "sözde anayasal yönetim" hakkında yeterince fikir verici… Bu tehlikeli gidişe karşı koymak, ülkenin geleceğini, gelecek kuşakların özgür ve barış içinde birlikteliğini düşünen her yurttaş için sadece bir hak değil, bir ödevdir aynı zamanda.
Ahmet Tulgar: Son olarak Türkiye nereye gidiyor? İbrahim Kaboğlu olarak Türkiye’nin geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İbrahim Özden Kaboğlu: Türkiye’nin nereye gideceğini, 16 Nisan halkoylaması belirleyecek. 16 Nisan oylamasının hayır’lı olması temenni edilmeli.
İshak Karakaş: Çok teşekkür ederiz.
İbrahim Özden Kaboğlu: Ben teşekkür ederim.