İnci Hekimoğlu
Katiller hep aynı bataklığın sinekleri
Bir kez daha HDP, bir kez daha Kürtler hedef seçildi. İzmir HDP İl Merkezi’ne yapılan saldırıda katledilen Deniz Poyraz ‘provokasyon’ sonucu öldürülmedi.
2015 yılından beri, yani tam olarak 6 yıldır süren Kürt siyasi hareketini imha etme operasyonunun yeni bir aşamasına geçildiğini ilan ettiler.
7 Haziran-1 Kasım arasında olanları hepimiz hatırlıyoruz. Örneğin 2015’te Adana ve Mersin il binasına 'bombalı çiçek'le yapılan saldırının sorumlusu kimliği tespit edilmesine rağmen ortadan kayboldu.
Bir yıl sonra Girê Spî’de (Tel Abyat) YPG tarafından yakalanan Savaş Yıldız önemli itiraflarda bulunmuş, Antep ve İzmir’deki IŞİD yapılanmalarına ilişkin önemli bilgiler vermişti.
Yıldız’ın itirafları üzerine IŞİD İzmir sorumlusu olduğu iddia edilen "Sarı Murat’ lakaplı Murat Baysal’ın "Sarı Murat Cemaati"ne operasyon yapıldı. 2016 yılındaki operasyonda tutuklanan Murat Baysal’ın halen cezaevinde olup olmadığını bilemiyoruz.
Ama Savaş Yıldız itiraflarında, Konya ve İstanbul’dan çok daha fazla Antep’in IŞİD için önemli olduğuna dikkat çekerek şunları söylemişti:
"DAIŞ için hayati olan bölge Antep’tir. Burası DAIŞ’ın hakimiyet sağladığı en büyük alanlardan biridir. Antep en az Rakka kadar önem arz ediyor DAIŞ için. Hem yurt içinden (Türkiye’den) hem yurt dışından gelen cihatçılar Antep üzerinden Cerablus, Minbic gibi alanlara kanalize ediliyor."
Ne ilginç tesadüf değil mi? Deniz Poyraz’ı katleden Onur Gencer’i HDP’ye götüren rota da tam bu.
İnstagram hesabında, Antep Havaalanı önünde "görev dönüşü" notunu eklediği ve Halep’te, Minbiç’te çekilmiş silahlı fotoğrafları, Kürtlere ve Ermenilere yönelik nefret dolu ifadelerle bir saldırıya hazırlandığını ilan eden mesajları vardı.
Bütün sosyal medya hesaplarını izleyebilmek, muhalifleri tek tek ayıklayıp ‘gereğini yapmak" üzere müthiş kaynak ayıran iktidarın istihbarat ağının görmediğini düşünemeyeceğimize göre, Onur Gencer adlı cihatçı katilin de yalnız olduğunu düşünemeyiz.
Sivil ve resmi polislerce kuşatma altındaki bir parti binasına saldırıyı tek başına organize ettiğine inanmak için, bu ülkede yaşamamış olmaktan başka, makul bir gerekçe olamaz.
Muhtemelen bu nedenle o bildik "dosyada gizlilik" kararı bu kez uygulanmadı. Zaten gizlilik kararına ihtiyaç duymayacakları bir soruşturma/ma ve 24 saat bile dolmadan; 18 saat içinde jet hızıyla tutuklama yaparak kapatmaya çalıştılar.
Daha ilk saatlerde valilik açıklamasıyla, katilin ifadesi çelişti. İzmir Valiliği katilin 11.05 sıralarında binaya girdiğini ve sağlık çalışanı olan saldırganın istifa etmiş olduğunu açıkladı.
Valiliği’nin aksine Onur Gencer ise sağlık çalışanı olarak kadrosunun olduğu hastaneden iki aydır izinli olduğunu söyledi. Ayrıca katilin binaya 11.05 değil 10.30’da girdiği de açıklandı.
Bu iki nokta çok önemli: Sağlık çalışanı olarak devlet hastanesinde kadrosu olan biri iki yıl Suriye’de nasıl kalabiliyor ve aradaki yarım saatlik fark.
Sivil polislerin, HDP İzmir İl EŞ Başkanı Abdülkadir Baydur’u kapıda durdurarak içeri girmesini engelledikleri saat 10.45-10.50 arası.
Eğer Valiliğin açıkladığı saat doğruysa, henüz ne Deniz’in çığlığı duyulmuş ne silah patlamış. Ama polis saldırı olduğunu biliyor ve Deniz Poyraz’ın ölümünü engelleyebilecekken bekliyor.
Bu noktada İzmir İl Eş Başkanı Abdülkadir Baydur’un tanıklığı kritik önemde: "Kapıya geldiğimde üç tane sivil polis kapıdaydı ve birinin elinde silah vardı. 'Hayırdır?' dedim, 'Yukarıya saldırı var' dediler. 'Saldırgan içerde' dedi. 'Siz niye müdahale etmiyorsunuz?' diye sorduğumda 'Biz müdahale edemeyiz. Çelik yelekli güvenlik güçleri gelecek müdahale edecek' dedi. O arada tartışma oldu. Sonra silah sesleri geldi. 10-15 dakika sonra polisler geldi."
Polisin 11.00 civarında yankılanan silah seslerinden önce saldırı olduğunu, koskoca binada saldırının HDP’ye yapıldığını nasıl bildiğini ve valilik açıklamasına göre 20 dakika, eğer HDP’nin saldırı saati olarak verdiği 10.30 doğruysa en az yarım saat beklemesinin nedenini açıklaması gerekir.
HDP Hukuk Komisyonu’ndan Avukat Türkan Aslan da , katil Onur Gencer’e sorulmayan sorulara dikkat çekerek, soruşturmanın genişletilmesi için talepte bulunacaklarını söyledi.
Aslan, medyadaki bazı bilgilerin de doğru olmadığını belirterek "İçeride sıkılan kurşun sayısı 35 değil. Bir tek silah ve 10 mermi kullanmış. İlginç olan yakalanacağını bilerek elindeki çantaya giysilerini ve bir bıçak koymuş. Binada her zaman 4-5 kişinin bulunduğunu bildiği için 10 mermiyi yeterli gördüğünü söylüyor ifadesinde." dedi.
Polis kuşatmasındaki binaya bir ay boyunca girip çıkan Onur Gencer’in kimliğinin araştırılmamasının mümkün olmadığına dikkat çeken Avukat Aslan, çevredeki esnafın kamera kayıtlarının hangi polis birimi tarafından ve kimin emriyle toplandığının, görüntülerin silinmesi gibi kanunsuz bir emri kimin verdiğinin açıklığa kavuşturulmasının önemine vurgu yaptı.
İktidar basınındaki haberlere göre valilik yaptığı ikinci açıklamada kamera görüntülerinin silindiği iddiasını reddederken, Avukat Türkan Aslan esnaftan istedikleri halde görüntüleri alamadıklarını belirtti.
Ayrıca Onur Gencer, iktidar basının iddia ettiği gibi çatıda değil, elini kollunu sallayarak girdiği binadan yine elini kolunu sallayarak merdivenlerden indi ve "Abicim" diye karşılayan polisin şefkatli kollarına kendini bıraktı.
Onur Gencer’in resmi plakalı otomobille verdiği pozlar, ilişkide olduğu isimler, telefon kayıtları, İzmir’de ilişkide bulunduğu yapılar sorgulanmadı.
Örneğin Gaziemir’de oturduğunu söyleyen Gencer’in, cihatçı yapılara eleman devşiren ve Suriye’ye gönderen cemaatlerle ilişkisi olmuş muydu? Bir sağlık çalışanı kimin kanalıyla, hangi görevle Suriye’ye gidebilmişti? Bir asker kaçağı nasıl yakalanmamıştı?
Asıl önemlisi Avukat Türkan Aslan’ın verdiği bilgiye göre, daha önce bir kişiyi yaraladığı öğrenilmesine rağmen, bu olayla ilgili de nerede, kimi, niye yaraladığı dahi sorulmadı.
Aslında konunun özeti, katilin daha ilk anda ve sürekli tekrarladığı "tek başıma yaptım" sözünü doğrulayacak ya da yalanlayacak hiçbir soruşturma yapılmadı. Daha doğrusu görünen o ki, savcılık görevini yerine getirmedi.
Böylece, tutuklamaya sevk edilirken belirtilen suç tanımının "terör"den çıkarılarak, "tasarlayarak adam öldürme"ye sokulmasının hukuki olanağı sağlandı.
Çok önemli bir soru daha var, yanıt bulması gereken.
Büyükşehirlerin her yerine konulan Mobese kameralarının yüz tanıma özelliği olduğu, neredeyse eş zamanlı olarak kişi hakkındaki tüm bilgileri ilgili birimlere ilettiği, emniyet müdürlüğü tarafından övünç kaynağı olarak açıklanmıştı.
Emniyet birimleri, 100 metreye kadar çok net görüntü alabilen, yüz tanıma ve eşleştirme yapabilen, yüksek çözünürlüklü kameraların aktardığı bilgileri yalnız demokratik protesto hakkını kullananlara karşı eyleme geçerken mi kullanıyor?