Ragıp Zarakolu
Kay! Kay!
İskan Tolun’un "Üç Kafadarın Dönüşü"nü büyük bir keyifle okudum. Dünya ve ülke o kadar çok değişti ki, nostalji ile eski günleri arar hale geldik. İskan Tolun’un başarı ile anlattığı hapishane dünyası yok artık.
Nerede o eski gardiyanlar, aslında meslek icabı hapislik dünyasının bir parçası olanlar. Ne fark eder parmaklıkların o tarafında ya da bu yanındasın!
Batman/Beşirili, Türkiyeli, Almanyalı yazar İskan Tolun kendini tek bir kimliğe hapsetmiyor. Bence de iyi yapıyor. Batman zaten çok özel bir yerdir, farklı kültürlerin, inançların iç içe geçtiği. İstanbul dışında İzmir, Antalya gibi iller de yer alıyor Üç Kafadar’ın öyküsünde. Bugün de ne kadar çok ilk gençliğini yaşayan "deli" kanlı terk edip kaçıyor köyünü, evini, kasabasını, bölgesini. Ergenliğe o sıçrayışta insan ölümsüzdür. Öyle hisseder. Ve ne maceralara savrulur.
Türkiye’nin 1970’li yıllardaki de facto içsavaş yıllarında ne kadar çok genç kendini siyasal çatışmanın bir tarafı olarak buldu, farklı kamplarda. Terk etti evini, köyünü, yurdunu.
İskan Tolun’un Üç Kafadar’ının o kadar komplike siyasal durumu yok, onlar yerelliği terk edip, daha farklı bir yaşama savrulmak istiyorlar sadece.
Ve başlarına neler geliyor. Merakla okuyacaksınız.
Çocukluğumda, babam Hasbi diye Niksar köylerinden bir "deli" kanlıyı, köprü altından buldurup, hamama yollayıp, üstünü başını değiştirip bir işe yerleştirmişti. Daha sonra kız kardeşini de getirtip Hemşire Okuluna yazdırmıştı. Belki de kardeşine biraz sahip çıksın diye. Bir gün Hasbi bize geldiğinde, babam ona "Ragıp kitap delisi, şimdiden bir kitaplığı var" dedi. Hakikaten müthiş bir koleksiyonum vardı daha ilkokuldayken. Valikonağı Caddesi ile Rumeli caddesinin köşesine yakın bir kitapçım vardı. Selanikli, güler yüzlü tombiş bir çiftin işlettiği. Daha sonra Nişantaşı Dilberler Mağazası açıldı o köşeye. Kitaplarla ilk ticaretimi bile yapmış, 70 kitap karşılığı bir arkadaşımın kırık scooter/kaykayını almıştım. 50’lerin sonu. Scooter ne gezer İstanbul’da! Ahbap olduğum, karşı sokakta atölyesi olan, Yannis Usta kaynakla hemen onarmıştı. Vali Konağı Cadddesinde keyifle aşağı doğru kayıyordum. Hatta kiralamaya başladım başka çocuklara. Eski sahip bir gün kapıma gelmez mi 70 kitapla, "geri ver kaykayımı" diye.
Babam Hasbi’ye kitap sevgimden bahsedince, "Aman!" demişti, "başımı zaten o kitaplar belaya verdi, yakmayın çocuğun başını" demez mi? Kitapların yarattığı o hayal dünyası ile, köyünden yollara düşmüş İstanbul’un köprü altlarına kadar savrulmuştu. Kim bilir, neler gelmişti başına? Hasbi başka açıdan haklı çıktı sayılır. İlerde kitaplar yüzünden az başım derde girmedi devletle.
İskan Tolun kitap delisidir. Onun için bu anı düştü aklıma. Kitaba olan aşkını ise, "Gerçek Hikayeler ve 444 Kitabın Özetinde" (Babıali Kitaplığı 2016) dile getirmiştir. İskan Tolun hapis yatmış mı bilmiyorum, ama hapislikle ilgili çok hikaye dinlediği anlaşılıyor.
Ben sivil hapishanelerde kalmadım. O dünya ile tanışma şansım olmadı. 12 Mart döneminde Selimiye Ahır Zindanı, Maltepe, Davutpaşa Kışlası, Alemdağ bildiklerim. Neyse ki 2011 yılında kısa süre Kandıra T Tipi ile müşerref oldum. Elbette Yüksek Güvenlikli!
Ben hiç Hapishane söz konusu olur da, Yılmaz Güney bahsi olmaz mı? Selimiye Kışlasında müşerref olduğum. İskan Tolun, Yılmaz Güney’ i de, Üç Kafadar’ın hikayesinin bir parçası yapıyor başarıyla.
Şimdi eski mahpushaneler mi kaldı! Nereye baksan, F Tiipi, H Tipi, filan tipi yüksek güvenlikli tecrit hapishaneleri.
Neyse ki Anadolu’nun ücra köşelerinde bazı açık/kapalı hapishaneler var.
Eline sağlık, kalemine kuvvet İskan Tolun.